Robot kelimesi 1920’deki bir roman karakteri idi demiştik. Günümüzden 137 yıl evvel, tam olarak 1886 da bir roman yazarı olan Villiers de I’ısle-adam hikayesinde başka bir kelime kullanmıştı. Android!...
Robot kelimesi 1920’deki bir roman karakteri idi demiştik. Günümüzden 137 yıl evvel, tam olarak 1886 da bir roman yazarı olan Villiers de I’ısle-adam hikayesinde başka bir kelime kullanmıştı. Android! Bu canlıdan şöyle bahsediyordu; “Doğa değişir ama Android asla değişmez, biz ötekiler, yaşarız, ölürüz, sonra ne olur bilinmez. Android ne yaşamı ne hastalığı ne ölümü bilir. Her tür kusurdan ve esaretten azadedir! Sinesinde düşün güzelliğini barındırır. İnsana İlham verir” 137 yıl evvel bir düştü, belki de o gün için delice bir hikayende, sanatçının eseri olarak türemiş bir kelimeden ibaretti “Android”. Bugün vücuda eklenen her bir çip ve mekanik uzuv bizleri adım adım o düşe yaklaştırıyor.
Elon ağabeyimiz duyguları olan, hisseden yeni dostlarımızdan elbet ki övgü ile bahsediyor olabilir. Bizlerin hayatında robotların nerede başladığı nerede bittiği şu an için halen bir oyun olarak görünüyor gibi. Ancak ne zaman bu oyun Terminatör filmindeki kabusa döner veya bizler öylesi negatif evrime engel olabilecek miyiz?, sanıyorum zaman ile hep beraber öğreneceğiz. Baktığınızda terminatör, sinema sanatının bilim kurgu alanına ait başkaca bir sanat eserinden başka bir şey değildi.
SIFIR VE BİRLER
Sıfırlar ve birlerin dizilimlerini okuyan, bilgisayar, yazılım, hafıza ve veri tabanını oluşturan kod sistemleri, hiç bilmediğimiz bir dünyanın lisanı olarak büyümeye ve hükmü ele almaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde bir gazete haberinde, bir bilgisayar programının kullanıcısı olan insanı, kendisi için bir tehdit olarak algılayarak tepki verdiğini, tehdide karşı sistemini kapatıp kitlediğini okumuştum. Doğru kullanım ve hatalı kullanım, heckerlar ve virüsler, anti virüs programları, siber saldırılar, suçlar ve savunma mekanizmaları diye uzayıp giden bambaşka bir boyutla karşı karşıyayız. Terminatör, Matrix gibi sinema yapımlarında tanıdığımız, çoğu zaman anlamak dahi istemediğimiz, etik ve ahlaki olarak sorgulamadığımız o dünya, bizleri yutacağı güne doğru evrimini tamamlıyor.
Çipler insan vücuduna pek çok iş veya tedavi için takılmaya başlanalı epey oldu. Parkinson hastalığı için beyne takılan çipten, kalbe takılanlara, işitme kaybı için kulağa takılanlara, eksik veya işlevsiz uzuvlara kadar çok sayıda tür cihaz vücutlara girdi. İki yıl önce İskandinav ülkelerinde, banka hesapları TC, kişisel bildiler dahil tüm bilgilerin bulunduğu kişisel çipler, isteyen insanların kollarında deri altına yerleştirilmeye başlandı. Oyunlarda, senaryolarda, hikayelerde başlayan mekanik kavramı biz organiklere adapte oldu, android canlılara döndük bile. Belki de yavaşça ne olmakta olduğumuzun farkında değiliz. İnsan için, yaşam için, hayatı kolaylaştırmak için her gün daha fazla teknoloji geliştiriyor, daha fazla robotu hayatın içine sokuyoruz. Eski bilim kurgu filmlerin teması da dinozorların devrinin bittiği çağlar gibi insanın devrini sonlandıracak bir evrimi başlattığımızı sorguluyordu.
Space Odyssey filmi, Artur C. Clarke’ın destansı kurgusu olarak kaleme alınmış, 1968 yılında efsane yönetmen Stanley Kubrick marifetiyle sinema tarihinde çığır açmıştı. Ürettiğimiz üstün zekaya, hatta duyguya sahip robotlar, gün gelip bizler için değil de kendileri için var olma iradesi ortaya koyabilir, bizi yok edip kendi hükmettikleri devri başlatabilirler mi? Bir oyun bir sanat veya hikaye diye başlayan bu serüven nerede son bulur? Hep birlikte göreceğiz.