Bu kez farklı olur mu, belki geçmişten ders çıkarabilmişizdir umuduyla geçen yorucu saatler. Her geçen saat azalan umut ve artan kaygılar…
Türkiye bir deprem ülkesi. Bu cümleyi hemen herkes hayatın...
Bu kez farklı olur mu, belki geçmişten ders çıkarabilmişizdir umuduyla geçen yorucu saatler. Her geçen saat azalan umut ve artan kaygılar…
Türkiye bir deprem ülkesi. Bu cümleyi hemen herkes hayatında en az bir defa duymuştur, dinlemiştir, bir yerlerde şahit olmuştur.
Zaman zaman küçük artçılar ve İstanbul’a yakın gerçekleşen hissedilen sarsıntılar ülke kamuoyunu birkaç saatliğine deprem gerçekliğine döndürüyor. Türkiye, dünyada belki de başka hiçbir ülkeye nasip olmayan yoğun gündemi arasında depremi de bir sonraki felakete kadar unutuyor.
Yakın geçmişte Elazığ, Van, İzmir depremlerini yaşadık. İzmir depreminde şehir merkezindeki belirli bir bölgede yoğunlaşan enkaz ve yıkıma rağmen organize olmakta çok zorlandık.
1975 İmar Mevzuatı’na göre yapılan birçok yapı ya yıkıldı ya da orta ve ağır hasar aldı. Yaşadığım ilçe Karşıyaka’da depremi yaşayan, çevremdeki birçok yapının geçen 2-3 yıllık sürede yıkılıp yeniden yapılmasına tanık olan biri olarak yapı stokunun alarm verdiğini söyleyebilmek çok da analiz yapmayı gerektirecek bir durum değil.
Küçük ve sınırlı bölgede gerçekleşen depremle mücadele edemiyor, insanlara ulaşamıyor, kendi kurumlarımız arasında sen-ben kavgası yapmadan iş üretmeyi başaramıyoruz. İyi yapılan, başarılan şeyler yok mu? Var olan birkaç başarılı örnekten bahsetmek mümkün. Ancak deprem ülkesi olan Türkiye’de yaşanabilecek depremlere karşı hiç hazırlıklı olmadığımızı son yaşanan Kahramanmaraş depreminde hep birlikte bir kez daha görmüş olduk.
MEVZUAT TAMAM AMA DENETİM?
Neredeyse her beş yılda bir gündeme gelen imar afları, 99 depreminden sonra dünyaya örnek gösterilen bir mevzuata sahip olmamıza rağmen rüşvet çarkıyla, eş-dost-tanıdık referansıyla kağıt üzerinde gösterilen denetimler insan canının ne kadar önemsiz olduğunu her seferinde gösteriyor bize.
Daha 3-4 yıl önce inşa edilen binaların tuzla buz gibi olduğu yere çökmesi, gevşek zemine inşa edilen 15-16 katlı rezidansların yana yatması bu kadar insanının canını alanların hiç mi sorumluluğu yok diye vicdanları yaralıyor.
İskenderun ve Antakya’da yakınlarımızı kaybettik. Depremin üzerinden 36 saat geçmesine rağmen hiçbir arama kurtarma görevlisinin ulaşamadığı bu bölgede insanlar yakınlarının cansız bedenleriyle çaresizlikle yardım bekledi, bazı yerleşim bölgelerinde de yardım beklemeye devam ediyor.
Adıyaman ve köylerinde, Kahramanmaraş’ın kırsal bölgelerinde, Gaziantep Nurdağı’nda çaresizlikle yardım beklendiğini, insanların Twitter üzerinden ünlülerle iletişime geçip yardım için yalvardıklarına tanık olduk.
Yaşanan süreçle ilgili, organizasyonla ilgili söyleyecek onlarca şey var. Hukukun egemen olduğu, hata yapanın, kurallara uymayanın cezalandırıldığı, namuslu vatandaşın teşvik edildiği bir ülkede yaşamak istiyorum. Kendi göbeğini kesen, kendi göbeğini kesmek zorunda bırakılan bir ülkede yaşamak kimsenin hayali değil.