Kuraklık en tehlikeli, çok sessiz ve sinsice gelen, ne zaman biteceği belli olmayan bir doğal afettir

Yeryüzündeki toplam su miktarı milyarlarca yıldır değişmeden kalmıştır. Toplam su miktarı devasa hacimdedir (1 milyar 350 milyon kilometre küp), ancak bunun çok büyük bir kısmı (yüzde 97,4) deniz suyu ve diğer tuzlu sulardır. Tatlı suyun önemli bir kısmı ise buzullarda (yüzde 68,7) ve yeraltında (yüzde 30,1) bulunur. Yeryüzünde serbest  haldeki tatlı suyun da ancak yüzde 5’i (200 bin kilometre küp) kullanılabilir durumdadır. Bulut örtüsündeki, yağışlardaki, buzullardaki, yeraltı sularındaki ve topraktaki zamansal ve yersel değişiklikler, toplam su miktarının dağılımıyla ilgilidir.

Kuraklık, insan etkisinden bağımsız devam ediyormuş gibi görünen bu devasa su döngüsüyle ilgili olarak, yeryüzünün belli yerlerinde, yağışların yeterli olmadığı dönemlerde ortaya çıkar. Günümüzde artık kuraklığın bir doğa olayı olmaktan çıkmasına neden olan şey, insan etkinliklerinin, işte bu devasa döngüye geri hale etmesidir.

Su kaynaklarının ekolojik kurallara aykırı kullanımı; yani sulak alanların kurutulması, akarsu yataklarının dev barajlarda depolanması, yeraltı su depolarınındeğiştirilmesi, nehir sularının boşaltılması, suyun tarımsal üretim ve hayvancılıkta büyük miktarlarda kullanılarak küresel ticarette bir meta haline getirilmesi ve sanal su olarak kıtalar arasında yer değiştirmesi ve nihayet ekolojik su döngüsünün en önemli motoru olan yeryüzü ve okyanus sıcaklıklarını kalıcı bir şekilde artıran ve kendisi de insan eliyle karbon döngüsünün bozulmasının bir sonucu olan küresel ısınma ve iklim değişiklikleri. Bütün bunlar önce tarım devrimi, ardından sanayileşmeyle, yeryüzüne etkisi devasa bir hal alan insan etkinliklerinin su döngüsünü geri dönüşsüz biçimde bozmasına neden olmuştur.
Bugün iklim değişikliği, nüfus artışı, kirlilik ve toprak kullanımıyla beraber su döngüsü üzerindeki en büyük baskı nedeni olarak kabul edilmektedir. Kuraklık, hem yüzey, hem de yeraltı sularını etkiler, gerek tarım ve sanayide, gerekse içme ve kullanma suyu olarak kullanılabilir su miktarının ve su kalitesinin azalmasına, tarımsal ürün miktarının ve kalite sinin düşmesine, hidroelektrik üretimde azalmaya, sulak alanların ve doğal yaşamın zarar ve bütün bunlara bağlı sosyal ve ekonomik etkileregörmesine neden olur.

Sonuç olarak, geçmişte doğanın bir gerçeği, bir talihsizlik veya tanrının gazabı ve nihayet zaman zaman ortaya çıkan ve yönetilmesi gereken meteorolojik-hidrolojik bir sorun olarak görülen kuraklık bugün sıklığı, şiddeti ve sonuçları insan eliyle artırılan bir ekolojik felakete dönüşmüştür.

Kuraklık, nedenleri, ortaya çıkış şekilleri, yaygınlığı ve sosyoekonomik sonuçlarıyla, sadece meteorologların, hidrologların ve tarımcıların değil, iklim bilimcilerden sosyal bilimcilere kadar pek çok akademik disiplinin ve elbette kamu yönetiminden sivil topluma kadar toplumdaki bütün tarafların bilgi sahibi olması ve çözüm önerileri üzerinde çalışması gereken bir meseledir.

Kuraklık, tanımından çözüm yollarına kadar politik yönetim gerektiren bir sorundur ve günümüzde kuraklığı iklim değişikliğinden ayrı bir şekilde ele almak, soruna gerçekçi çözümler bulunmasını engellemektedir. Politikacılar ve kamu yöneticileri, artık kuraklığı iklim değişikliği gerçeğiyle birlikte, hatta onun bir parçası olarak ele almak durumundadırlar.

DÜNYADA DURUM

a. Meteorolojik mekanizmalar:

İklim değişikliğinin gelecekte beklenen ve bugün görmekte olduğumuz ana sonuçlarının başında dünyanın ortalama sıcaklığının artması gelir. Bunun dışındaki en önemli etki de yağış sistemindeki değişikliktir. Bundan anlamamız gereken şey, dünyanın aldığı toplam yağışın hafifçe artacak olmasına rağmen, bu yağışın dağılımında görülmesi beklenen değişikliktir. İklim değişikliğinin iki yağış arasındaki süreyi ve yağış şiddetini artırması beklenmektedir. İki yağış arasındaki sürenin artması bizim açımızdan meteorolojik kuraklık anlamına gelir.

Yağışların şiddetinin artması ise bir yandan sel olaylarının sayısını ve kuvvetini artırırken diğer yandan da toprağın suyu emmesine zaman tanımadığı için hem toprak neminin azalmasına, hem de yeraltı sularının yeterince beslenememesine yol açar. Toprak açısından ideal durum, her gün azar azar yağmur yağmasıdır. Bu durumda hem toprağın katmanlarındaki su miktarı artar, hem de sızan su birikerek yeraltı su kaynaklarını besler. Ancak ani ve şiddetli yağışlarda su toprağın içine sızamadan taşkınlarla denize aktığı için, toprak suyla beslenemez. Buna ortalama sıcaklıkların artmasından dolayı toprağın su kaybındaki artışı da ekleyecek olursak bizi bekleyen problemin büyüklüğü daha doğru bir şekilde ortaya konabilir.

İklim değişikliğinin dünya genelinde yarattığı problemlere ek olarak, içinde yaşadığımız Akdeniz Havzası, dünyada bu değişikliklerden en fazla etkilenecek bölgelerin başında gelmektedir. Ülkemiz de bu coğrafya içerisinde bekleyen değişiklikleri daha detaylı incelememizbulunduğundan bizi gerekli bir adımdır.
Güneşten gelen enerji dünyanın her bölgesine eşit olarak dağılmaz. Bu enerji ekvator kuşağını çok daha fazla, kutupları ise çok daha az ısıtır. Buna bağlı olarak da ekvatorda ısınan hava yükselir ve burada bir alçak basınç bölgesi oluşur. Tam tersine, soğuyan hava kutuplarda aşağıya doğru çöktüğü için buralar birer yüksek basınç bölgesidir. Ancak ekvatorda yükselen hava kutuplara doğru hareket etse de dünyanın hızlı dönmesinden dolayı kutuplara ulaşamadan kuzey ve güney yarı kürede 30 derece enlemi civarında aşağıya doğru çöker ve bu enlemler bir yüksek basınç bandı oluşturur.

Ülkemiz ve ülkemizin de içinde yer aldığı Akdeniz Bölgesi açısından iklim değişikliğinin belki de en önemli sonucu 30 derece enlemi civarındaki bu yüksek basınç bandının dünyanın ortalama sıcaklığının artmasıyla kutuplara doğru kaymasıdır.

Bunun ülkemiz açısından anlamı açıktır. Orta, güney ve güneydoğu bölgelerimiz şu an için bile yarı kurak iklim kuşağı içerisinde ve çölleşme riski ile karşı karşıya bulunmaktadır. Yakın gelecekte etkisini daha da artıracak olan iklim değişikliği, ülkemizin güney yarısının iklimini güney komşularımız Suriye ve Irak benzeri bir iklime çevirecek, orta ve kuzey bölgelerimiz de şu an güney bölgelerimizdeki iklim yapısı ile karşı karşıya kalacaklardır. Bunun ülkemiz için anlamı tüm bölgelerimizde kuraklık ve çölleşme riskinin artacak olmasıdır.

b. IPCC raporlarına göre iklim değişikliği ve kuraklık: 

Buzulların erimesinin iklim değişikliğinin en önemli sonuçlarından biri olduğu bilinmektedir. Ancak iklim değişikliğine bağlı olarak sadece kutuplardaki kara ve deniz buzullarının miktarı değil, akarsuları ve yeraltı su kaynaklarını beslediği için son derece önemli olan kış aylarındaki kar örtüsü de azalmaktadır.

BEKLENEN ETKİLER

* Nehir debileri 21. yüzyıl ortasına kadar yüksek enlemlerde yüzde 10-40 artacak, orta enlemlerdeki kurak bölgelerde ve kurak tropikal bölgelerde ise yüzde 10-30 azalacaktır; bu bölgelerin çoğu zaten su kıtlığı çeken bölgelerdir. Kuraklıktan etkilenen alanlar genişleyecektir.

* Ağır yağış olaylarının sıklığı artacak ve bu da sel riskini artıracaktır. Yüzyıl boyunca buzullarda ve kar örtülerinde depolanmış bulunan su miktarı düşecek, dünya nüfusunun altıda birinin yaşadığı, su ihtiyacı dağlardaki buzullara ve kar örtülerine bağımlı olan ülkelerde su kıtlığı artacaktır. Kuraklık gibi iklim değişikliğinin artırdığı iklimsel olaylar nedeniyle pek çok ekosistemin esneklik sınırları aşılacaktır. 

Kuraklık ve sellerin sıklığındaki artış özellikle geçimlik tarımsal üretimin yaygın olduğu aşağı enlemlerde tarımsal üretimi negatif yönde etkileyecektir. Artan kuraklıkların ekosistemler açısından da önemli götürüleri olacaktır. Öncelikle azalan su miktarından dolayı ağaçların ve bitkilerin ölümünün yanı sıra yangın riski de artacağından tüm bitki örtüsü stres altına girecektir.

Bir diğer problem de sıcaklıklardaki artıştan dolayı bazı bitki türlerinin kutuplara doğru kaymasıdır. Yeni bölgelere gelen bitki türleri, burada yaşamakta olan bitki türlerine oranla kuraklıklara çok daha dayanıklı olduklarından artan kuraklıkla birlikte yeni bölgeleri ele geçirmeye başlayacaklardır. Gerek kuraklık, gerek diğer türlerin yayılması, gerekse de zararlıların artması nedeniyle ağaçlarda görülecek ölüm olayları ise ormanların karbon tutma kapasitelerine zarar vereceği için iklim değişikliğini artırma yönünde etki yapacaktır. 

Kuraklık genelde yağışlı sezonun sonunda beklendiğinden, tarımda ürün seçiminin, su ihtiyacını yağışlı dönemde karşılayarak hızlı büyüyen bitkilere doğru kaydırılması gerekmektedir. Normalde serin geçen yağışlı dönem iklim değişikliğinin etkisiyle daha ılımanlaşacağı için bu yeni tarım politikası sürdürülebilir olacaktır.

Bunun dışında tarımda kuraklığa daha dayanıklı cinslerin de kullanılması öncelikli bir konudur. Kuraklık yanında seller ve fırtınalar gibi doğal afetlerden, erkeklerden çok kadınların, yetişkinlerden çok çocukların zarar gördükleri görülmüştür. İklim değişikliği ile artacak olan bu doğa olaylarının gene kadın ve çocukları daha kötü etkilemesi beklenmektedir. Kuraklık ve seller çocukların okuldan işgücüne transferini arttırarak eğitim altyapısına da zarar verebilir..
Tarımda daha verimli sulama sistemlerin ve gübrelemenin yaygınlaştırılması, kuraklığa dayanıklı tohum üretilmesi ve planlama dahilinde üretim yapılması ve kuraklık ve sellerin etkilerini azaltmak amacıyla otlakların sürdürülebilir bir biçimde kullanılmasının kuraklığın tarımsal risklerinin azaltılması yönünden önemli olduğu belirtilmektedir.

Kentsel ve kırsal yaşamın su ihtiyacı için su yönetiminin ciddiye alınması kaçınılmazdır. Burada atılması gereken en önemli adım su kaçaklarının önlenmesi ve eldeki suyun en verimli biçimde kullanılmasıdır. Kurak zamanlarda suyun temizlenerek yeniden kullanılması gerekebilir. Tüm önlemler alındığında gene de su açığı varsa tuzlu sudan tatlı su elde edilebilir, ancak bunun da çevreye çok zararlı ve aşırı enerji tüketen bir yöntem olduğu unutulmamalıdır.

Sonuç olarak;

Kuraklığın, gıda güvenliği, su temini, enerji üretimi gibi toplum ve ekonomi açısından vazgeçilmez alanlarda büyük riskler oluşturduğu ve suyun doğanın, tüm canlıların ve insanın en önemli haklarından biri olduğu akıldan çıkarılmamalı, bu politikaların ekonomik ve ekolojik olarak sürdürülebilir olması sağlanmalıdır.
Sorunu tam olarak tanımlamayan, küçümseyen, üzerini örtmeyi amaçlayan, ya da kısa vadeli ve günü kurtarmaya yönelik politikalar krizi derinleştirir ve çok uzun olmayan bir vadede Türkiye’yi kendini beslemekten uzak, gıda ve su krizleriyle ekonomik krizlerin birbirini kovaladığı bir ülke haline getirebilir.

 Bunun yanı sıra iklim değişikliğinin etkisiyle kronikleşen ve Türkiye’nin yeni normali haline gelmeye başlayan kuraklıkla ilgili alınacak önlemlerin toplumun tüm kesimlerinin, yani kamu kuruluşlarının yanı sıra sivil toplum örgütlerinin, meslek kuruluşlarının, özel sektörün, üniversitelerin ve başta çiftçiler, üreticiler ve köylüler olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin katıldığı açık ve çok aktörlü bir müzakere zemininde belirlenmesi ve uygulamaya geçirilmesi gerekir.

Güncel gerçekler ve bilimsel değerlendirmeler doğrultusunda kuraklıkla ilgili alınacak önlemlere yönelik olarak önerdiğimiz bazı temel ilkeleri şöyle özetlenebilir.:
• Kuraklığın, şiddeti ve sıklığı iklim değişikliği tarafından artırılan bir iklim felaketi haline gelmeye başladığı ve iklim değişikliğiyle kuraklık arasındaki dolaysız bağ kabul edilmeli, kuraklığın geçmişte olduğu gibi insan tarafından etkilenmeyen, periyodik, normal, beklenen bir doğa olayı olarak değerlendirilmesinden vazgeçilmelidir. Kuraklık, iklim değişikliğinin etkisiyle, Türkiye’nin yeni normali halini almaya başlamıştır. Konuyla ilgili bilimsel çalışmalar ve politika oluşturma çalışmaları bu gerçeği göz önünde bulundurarak, meselenin çoraklaşma ve çölleşme boyutunu da içerecek şekilde geliştirilmelidir. Çoraklaşma ve çölleşmeyle ilgili politika birimleri, kuraklıkla ilgili politika birimleriyle yakın işbirliği içinde çalışmalıdır.

• Kuraklık konusundaki politika çalışmalarında kamu içindeki çok parçalılığın bir sorun haline gelmemesi için Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, DSİ Genel Müdürlüğü, Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmak üzere, iklim değişikliği konusunda çalışan diğer kamu kurumları yakın işbirliği için de olmalıdır. Tüm politika süreçlerinde konuyla ilgili çalışan sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, özel sektör ve üniversiteler siyasi görüş ayrımı yapılmadan bir araya getirilmeli, müzake re süreçleri yapılandırılmış ve bağlayıcı olmalıdır.

• İklim değişikliği tarafından şiddetlendirilen kuraklık sorunu önüne geçilemeyecek bir doğal afet değildir. Türkiye kuraklıkla mücadele için öncelikle iklim değişikliğiyle mücadele konusunda aktif ve somut adımlar atmalı, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.

• Türkiye’nin “ortak ve farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesi çerçevesinde iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını düşürmek için hedefler tespit etmesi, bu amaçla fosil yakıt tüketimini azaltması, enerji verimliliğini artırması, ormanları koruması ve geliştirmesi, uluslararası iklim politikalarında aktif rol alması gerekmektedir.

• Kuraklığa uyum için yapılan çalışmalarda ekolojik kurallar çerçevesinde davranılmalı, doğayı ve ekosistemleri tahrip eden büyük ölçekli girişimlerden uzak durulmalı, su yönetiminin dev barajlar gibi büyük su yapıları yapmaktan ibaret olduğu anlayışı terk edilmelidir. Bunun yerine akarsuları, gölleri ve sulak alanları doğal ortamın da koruyan, bozulan yerlerde ekosistemi restore eden, su kullanımını sürdürülebilir bir anlayışla ele alan, suyu tasarruflu ve gerektiği kadar kullanmayı sağlayacak sulama sistemleri kuran, su kullanımında önceliği yerel halka, tarımsal ve evsel kullanıma veren, suların sanayi ve atıklarla kirletilmesinin önüne geçen ekolojik bir yaklaşım benimsenmelidir.

• Sorunun sadece piyasaya bırakılamayacak bir kronik felaket haline dönüşebileceği göz önüne alınarak, kuraklığa dayanıklı ürün desenine geçmek, sulama biçimini değiştirmek, yeraltı sularının kullanımını kısıtlamak, su krizi yaşanan  bölgelerde fazla su isteyen ürünlerin yerine daha uygun olanların ekilmesini sağlamak gibi amaçlarla, gerektiği ölçüde planlamacı bir tarımsal üretim ve su kullanımı sistemine geçilmesi gerekebilir. Bu amaçla, kuraklığa karşı alınacak önlemlerin, bilimsel bir yaklaşımla, ancak üretici birliklerinin de mutlaka sürece katıldığı bir müzakereyle, uzun vadeli ve sürdürülebilirlik esasına göre belirlendiği, bağlayıcı bir su ve gıda yönetim sistemi oluşturulmalıdır.

• Büyük kentlerde yerel su kaynaklarının korunması için su toplama havzalarında yapılaşmadan kaçınılması, su kaynaklarına evsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların boşaltılmaması, böylece zaten azalan ormanların ve su kaynaklarının korunması kuraklık yönetiminin en önemli unsurları arasındadır.
Önceliğin mutlaka yerel kaynakların korunmasına verilmesi gerekmektedir. Kuraklığın yaratacağı su azlığı, tarımsal üretimin düşmesi, gıda fiyatlarının artması gibi su ve gıda ile ilgili olumsuzluklar öncelikle yoksul çiftçileri ve kentlerin çeperlerinde yaşayan yoksulları, dezavantajlı toplumsal kesimleri ve çocuklar, yaşlılar gibi risk gruplarını etkiler. Bu nedenle kuraklık konusu sadece bir su yönetimi konusu değil, aynı zamanda bir toplumsal adalet meselesi olarak ele alınmalı, dezavantajlı kesimlerin oluşan zararlardan korunması için devlet tarafından önlemler alınmalıdır.

Kaynak : İstanbul Politikalar Merkezi. Prof. Dr. Levent KURNAZ-Prof.Dr. Ümit ŞAHİN