Birkaç hafta önce, ılıman bir havanın hâkim olduğu güzel bir hafta sonu kendimi yeşilliklerin arasına attım ve yürümeye başladım. Beni yakından tanıyanlar bilirler, ne zaman bir konu hakkında derin bir şekilde düşünmek istesem, yürüyüş yaparım. O yüzden kendime yeşilin ve mavinin ahenkle dans ettiği, yemyeşil ağaçların gölgesinin, pırıl pırıl masmavi sulara yansıdığı, havanın temiz olduğu, hoşuma giden bir yer seçtim ve yürümeye başladım. Yürürken ara sıra gözlerimi kapadım ve kuşların cıvıltısı eşliğinde mis gibi temiz havayı içime çektim. 

Yürürken düşündüm, düşünürken yürüdüm. Her ikisini yaparken de yoruldum. Çünkü bazen gereksiz düşüncelerde boğulmak insana kendisini yorulmuş hissettiriyor. Fakat ne yazık ki, hayatımızla ilgili birtakım kararlar almamız gerekirken yalnız kalıp, tek başımıza düşünmemiz gerekebiliyor. Üzerinde düşünmemiz gereken konular bizim için aslında gereksiz detaylar olsa da can sıkıyor ve çözüm bulunması gerekiyor. 

Hayat ne garip, insan kendini, aslında komik bulduğu soruların cevabını ararken da bulabiliyor. “Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyor.” O esnada düşünme faslına biraz ara verip etrafımı izlemeye başladım. Bembeyaz bulutlar gökyüzünde iç içe geçmiş vaziyette yavaş yavaş yer değiştiriyorlardı. İnsanlar, ağaçların altında ikili, üçlü gruplar halinde sohbete dalmışlardı. Kim bilir ne konuşuyorlardı… Gülenler neye gülüyorlardı acaba? İçimi bir merak kapladı… 

Daha sonra kuşlar dikkatimi çekmeye başladı. Onların bir daldan bir dala uçarken kanatlarını nasıl çırptıklarını gözlemlemeye çalıştım. Onlar hareket ettikçe dallarına konduklarını ağacın yaprakları titriyor, sallanıyordu. Bir ara gözüm ağacın gövdesine takıldı. Kahverengi ağaç gövdesinin renginin tonu, neredeyse kuşun rengiyle aynıydı. Bu güzellik karşısında büyülendim. O esnada ağacın altında yatan beyaz kediyi fark ettim. Anlaşılan yürürken yalnız değildim. Doğadaki diğer canlılar da bana eşlik ediyorlardı… 

Bütün bunları sizinle neden mi paylaştım? Çünkü insan kendisini hayatın hızına kaptırdığı zaman her şeyi adeta koşa koşa, nefes nefese yapıyor ve o arada bu güzellikleri kaçırabiliyor. Eğer içinde bulunduğum düşüncelere ara vermeyip durmasaydım ve etrafımı izlemeye başlamasaydım, ağacın gövdesinin renginin, kuşun rengiyle neredeyse aynı olduğu detayını kaçıracaktım. 

Bu, çoğu insan için çok da önemli bir detay değil. Ancak güzelliklerin çoğunun da hayatın içindeki detaylarda gizli olduğu da bir gerçek. O yüzden hayatın içinde bazen koşmak yerine yürümek, yürümek yerine de durmak lazım…

Durmak… Hareket etmemek… Hayatı sadece izlemek… Bu şekilde bakıldığında bizler için çok da pozitif bir anlam taşımadığı bir gerçek. Fakat bazen ihtiyacımız olduğunu da unutmamak gerek. 

Biz insanız. Makine değil. Hiç yorulmadan, durmadan hareket edemeyiz. Kaldı ki zaten makineler bile aşırı çalıştığında işlevini yitirir duruma gelebiliyor. O yüzden ne kendimizi ne de hayatı gereğinden fazla zorlamadan bazen sadece durabilmeliyiz…