Deprem yer kabuğunun sürekli olarak hareket etmesiyle oluşan bir doğa olayıdır. Depremlerin doğal afete dönüşmesindeki en önemli etken yine insanlardır. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte deprem haritalarının elden ele gezmesine, fay hatlarının bilinmesine rağmen, daha önce deprem olan bölgelere yeni yerleşim yerlerinin açılması, daha önceki depremlerde en çok yıkıma uğrayan bölgelere yeniden binaların dikilmesi, felakette hayatını kaybeden vatandaş sayısının artmasını da beraberinde getirmektedir.
Kaldı ki, bu güne dek genel olarak deprem bölgesi olan Anadolu’da kurulmuş olan uygarlıklarında yerleşim yerleri sağlam tepelere kurulmuş, sulak ve düz araziler, tarım amaçlı kullanılmıştır. Maalesef bu gelenek 1950’li yıllarda bozulmaya başlamış son yıllarda da tamamen kontrolden çıkmıştır.
KOLAYA KAÇMA
Çürük, imarsız, ya da imara uygun yapılmayan binalarda hayatını kaybetmek kader değildir. Kadercilik işin kolaya kaçma yönüdür. Öncelikle her türlü tedbiri almalı ki, bir insan buna rağmen hayatını kaybediyorsa ancak kaderciliğe sığınılabilir. Depremde yitirilen hiç canın maliyeti para ile ölçülemez. Deprem gelmeden zemin ve yapı durumu, alınacak önlemeler, deprem sırasında yapılması gerekenler ve depremden sonra göçük altında kalanlar için yapılacaklar için önceden gerekli tedbirler mutlaka alınmalıdır. Deprem olan bölgelerde nüfus yoğunluğu da önemli etkendir. Türkiye’de kilometre kareye düşen ortalama kişi oranı 110 kişi iken, İstanbul’da 3 bin, Kocaeli 553, İzmir 336, dolayısıyla, nüfus yoğunluğu 553 kişi olan Gölcük’te 1999 yılında 7.5’te olan depremde 17 bin 800 kişi hayatını kaybettiyse aynı koşullarda olan bir depremin İstanbul’da altı kat daha ölümcül olması muhtemeldir.
EKONOMİK KOŞULLAR
Depremlerde hayatını kaybetme oranının ekonomik koşullarla da bağlantısı vardır. Ekonomik durumu iyi olanlar eğer binanın durumunu biliyorlarsa çürük yapılarda oturmazlar. Yoksullar zorunluluktan, yani evin kirasının düşük olması, binanın daha ucuz olmasından dolayı zorunluluktan otururlar. Bu yönden bakarsak deprem güvenliği olan binalarda oturan nüfusumuz muhtemelen yüzde 10’ların altındadır. İnşaat maliyetlerinin çok fazla artması, banka kredilerinin de çok yüksek olması ketsel dönüşüm projelerini de neredeyse durma noktasına getirdi. Ülkemizde kentsel dönüşüme girmesi gereken bina sayısının 7 milyon civarında olduğu, bugüne kadar yaklaşık yarısının yenilenebildiği de ifade edilmektedir. Müteahhitlerin yüksek para kazanma beklentisi sonucu, yönetmeliğe uygun binaların yapılmaması, doldurulan bataklıklara, oynak sulak tarım alanlarına yapılan binalar depremde büyük can kayıplarına sebep olduğu gibi, aynı zamanda tarım alanlarını yok etmekte tarım ürünlerinde dışa bağımlılığı artırmakta, yoksulluğa da sebep olmaktadır. İzmir Bayraklı’da, Kahramanmaraş, Elazığ, Malatya, Adana, Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Diyarbakır, Bursa, Kocaeli, Adapazarı, Düzce’de sağlam olmayan zeminlere yapılan binaları önlemeyen belediyeler ile üst düzey yöneticilerdir. Devletin gelir sağlamak için çıkardığı İmar Barışı ve 1999’dan beri toplanan deprem vergilerinin amaç dışı kullanılması da başlıca sorgulanması gereken konulardır.