Dün kitapçı arkadaşım Mustafa Gezgin’e uğradım, Zeus Kitabevi’ne! Bir kitaba ilişti gözüm. Kitabın adı “Tek Parti Döneminde Aydın’da Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları”… İki yazar imzalı bir kitap! Günver...
Dün kitapçı arkadaşım Mustafa Gezgin’e uğradım, Zeus Kitabevi’ne! Bir kitaba ilişti gözüm. Kitabın adı “Tek Parti Döneminde Aydın’da Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları”… İki yazar imzalı bir kitap! Günver Güneş ve Mehmet Emin Elmacı birlikte hazırlamışlar.
Kitabı bir solukta okudum. Belgelere dayalı, nadir fotoğraflarla bezenmiş kitaplara ilgimden midir nedir, çok etkilendim kitaptan. Hele 1933 yılında, Aydın’da yapılan ve üç gün süren Cumhuriyet Bayramı Kutlulama Programı’nı (*Kutlulama derlermiş eskiden, ne güzel bir sesleniş, bayıldım) görünce çok şaşırdım. Programın her ayrıntıya dikkatle yaklaşıp, aylar önceden kaleme alınması ve uygulamada yetki / sorumluluk ilişkisinin hatasız ve tam zamanlı işletilmesi beni hayrete düşürdü. Demek ki dedim içimden, demek ki dikkat aklın gözü, bilinçle açıklayabildiğimiz eylemlerimiz ise aydınlığa giden yolda tembelliğe ve işbirlikçi, soysuz davranışlara karşı koyabilmek için en doğru, en güvenilir rehberimizdir.
Kitap altı ana bölüme ayrılmış. “Cumhuriyetin yeniden yarattığı kent Aydın” bölümüyle başlayan kitap, dönem gazetelerinden yapılan alıntılarla Aydın kentinin sosyoloji ve kültür tarihine ışık tutuyor. Her iki yazarın da tarih bölümü mezunu olduğunu düşündüğümüzde, kitabın işin ustaları tarafından kaleme alındığı ortada! Birçok ayrıntı var kitapta ancak ben; “Tiyatro denizleri yoğurt olmuş dediklerinde, kaşığı kapıp koşanlardan” biri olarak, işin sahne sanatlarına dair bölümlerinden söz edeceğim daha çok.
1933’ün sonbaharında, “Onuncu Cumhuriyet Bayramını Kutlulama Merasimi Programı” adlı bir iş planı yayımlar Aydın Vilayeti Komisyonu. Program; 29, 30 ve 31 Ekim 1933 günlerinde; üç gün boyunca, saat saat, dakika dakika kimin ne yapacağını, nerede ne yapılacağını ve nasıl yapılacağını hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmadan anlatır. Örneğin, bildirimin “Birinci Gün” başlığını taşıyan kısmı; “Cumhuriyetin Onuncu Yıl Dönümü, 29, 30,31 Birinci Teşrin 933 günlerinde Aydın’da bütün halkı alâkalandıracak bir coşkunlukla kutlulanacaktır” diye başlar. Kent sakinlerinin ve resmi kurumların neler yapacağı, genel taşıma araçlarının üç gün boyunca indirimli taşıma yapacakları anlatılırken, beni çok etkileyen bir ayrıntıdan da söz edilir: “Bütün yurttaşlar 3 bayram günü en iyi ve en temiz elbiselerini giyeceklerdir” (Madde 3).
Bir sonraki maddeyi okuyana kadar beni şaşırtan bir dördüncü madde var ki, yazmadan geçemeyeceğim: “ Yapacağımız Cumhuriyet Bayramı günlerinde (…) sinema, tiyatro ve gazino gibi umuma açık yerlerde şahıs veya müesseselerin menfaatlerine temsiller yapması münasip görülmemiştir.” Bu sesleniş şaşırtıcıdır benim için; çünkü bildiğimiz o ki, Cumhuriyetin en büyük kazanımları kültür devrimleridir. Böylesi “yasakçı ve emrivaki bir tutum” elbette şaşırtıcıdır. Ancak… hemen ardından gelen altıncı maddede yapılan bir açıklama içimize su serper. Su serindir serin olmasına ya, yüzümüzün kızarması hâlâ geçmemiştir.
“Halkevi Temsil Şubesi ile orta ve san’at mektebi talebeleri tarafından Halkevi Temsil Salonu’nda parasız temsiller verilecek.” (Madde 6)
Büyük kutlama, 29 Birinci Teşrin 933, Pazar gününe denk gelmektedir. Ankara ve İstanbul Radyoları bayram süresince ortak yayın yapacaklardır. Bu yayından yararlanmaları için bütün Aydın halkı Gazi Paşa Okulu’nun karşısındaki Cumhuriyet Meydanı’na toplanacaktır. Sabah dokuz buçukta!
Gündüz yapılacak en önemli etkinlik Şüheda Abidesi’ni katılımcıların aynı anda ziyaret edip, saygı duruşunda bulunmasıdır. Akşam etkinliği ise tüm ayrıntısıyla açıklanmıştır 23 ve 24. maddelerde.
Madde 23: “Bayramın birinci günü akşamı saat 19:30’da, 37. Alay Kıtaatı’nın, mekteplerin ve halkın Cumhuriyet Meydanı’nda toplanması ve kadın ve çocukların Gazi Caddesi bulvarını doldurması, toplanması ve Cumhuriyet’in ilan saati 20:30’da top atıldıktan sonra inkılâp uğrunda canlarını verenlerin yüksek hatırasına saygı için bir dakika durduktan sonra orada mevcut bulunan bütün Aydın halkının bir vücut ve kütle halinde Onuncu Cumhuriyet Marşı canlanacak ve bu anda bütün ağızlardan Cumhuriyet’in ve inkılâba bağlılık duygusunun taşkın ifadesi olan sesler yükselecek, meş’aleler ve fenerler tamamen yanmış olacak, Hükümet Konağı, Fırka binası (…) Ramazanpaşa ve Eski Yeni Camii minarelerinden havai fişeklerle halkın heyecanına iştirak edilecek (…) bütün milletin sevinç duyguları izhar olunacaktır. (Halkın bir kütle halinde toplanmasını Belediye ve alâkadar makamlar temin edecektir. Bu akşam herkesin yemeğini saat 20’den evvel yemiş veya 21’den sonraya bırakması lazımdır. Saat 19:30’dan 21’e kadar bütün gazino, kahvehane, lokanta ve umumi mahaller kapanacaktır.)”
Madde 23 böyle derken, Madde 24 bu sert disiplinle Aydın halkını birarada tutmak için neden büyük bir çaba harcayan yönetimin niyetini açıklaması adına heyecan vericidir.
Madde 24: “Saat 22.30’da Halkevi Temsil Şubesi tarafından Çoban piyesi temsil olunacaktır.”
Komite, programa sadık kalma konusunda eşine az rastlanır bir titizlik içindedir. 30 Ekim 1933 tarihli Ant gazetesinde şu haber bize rehberlik etmektedir.
“Saat 22:30’da Aydın Halkevi Temsil Şubesi tarafından, Halkevi Yeni Sinema Salonu’nda Behçet Kemal Çağlar’ın “Çoban” piyesi oynandı. Oyun öncesinde Cumhuriyet Marşı söylenmiş, ardından Muallim Hulusi Erdoğan ve Güzelhisar Mektebi Muallimi Şemsi Bey’in konuşmalarını takiben… Temsilin sonunda heyecan ve coşkudan bir yumak olmuş seyirciler ne mutlu bana diye haykırmışlardır.”
Çoban, Behçet Kemal Çağlar’ın (1908-1969) 1932 yılında yazdığı bir oyundur. Aslında maden mühendisi olan yazar bu oyunu, Halkevlerinin açılışı için kaleme almış ve kendisi de ilk gösteride oyuncu olarak sahneye çıkmıştır. Konusunu Türk tarihinin destansı figürlerinden alan oyun, milliyetçi vurgusuyla tiyatro tarihine geçmiştir. Ardından yazdığı Ergenekon, Attila, Göklerin Fethi gibi oyunlarıyla da Mustafa Kemal’in dikkatini çeken Çağlar, daha sonra Halkevleri Müfettişliği yapmış bir sanat ve siyaset adamıdır. Ama onun en tanınmış eseri, Faruk Nafiz Çamlıbel’le birlikte yazdığı Onuncu Yıl Marşı’dır. (Meraklısına Not; Bu şiir Cemal Reşit Rey tarafından bestelenmiştir.)
Bu kadar üstüne titrenen bir kutlulama programında tiyatroyu gecenin en yoğun etkinliği olarak halka sunmayı düşünen o aydın Aydınlılar, bunca yıl sonra yüreğimdeki tellere nasıl da yumuşacık dokunuyorlar, anlatamam! Onu anlatamam belki ama neden bu kadar içerlediğimi anlatabilirim belki!
Neyi kaybettiğimizi görmek için kafamızı kaldırıp şöyle bir çevremize bakmak yeter de artar bile! Kalbimizin gözleri kör olmadıysa tabi! Ancak hayır, bizim sonu gelmez karanlık bir kuyuya benzeyen ve tüm değerlerimiz gibi, tek tek elimizden alınmaya çalışıldığını bile fark etmediğimiz dilimizi, sıcak ilişkimiz ve duyarlılığımızı darmadağın edişine engel ol(a)madığımız popülist kültürün hepsi birbirinden hızlı ve geçici olan sanal ağlarının işgali altındayız. Onlarsız nefes bile alamıyoruz! Şeytanın gelinleri gibi hepsi! Cazip ve kandırıcı! Binlerce takipçimiz ve artık her yere soktuğumuz, özelliğini kaybetmiş “like” parmaklarımız var ya varolmasına, gelgelelim o takipçilerimizden birçoğunu tanımayız bile. “Onların” tek görevi vardır: Tuhaf şekillerle, gözünden yaş akan, burnunu çeken ya da her biri diğerinden sevimsiz, emoji denen yamuk yılık şekillerle halimize üzüldüğünü/sevindiğini bildirmek! Bizi aramak ya da iki satır yazı yazmaktan aciz birinin, üzüntümü ya da sevincimi tuhaf tuhaf şekillerle anmasının bana ne katttığını ben anlamıyorum ya, biri bana bunu neden anlamadığımı anlatsın lütfen! Bu ne hazin, bu ne uçurum bir yalnızlıktır böyle!.. Ben sizin yeni bir ifade, bir dil diye karşıma çıkardığınız bu şeyleri sevmiyorum.
Cahil entelektüel her zaman kendisini haklı sanır. Çünkü onlar için kavga; deniz seviyesinde, oda sıcaklığında, tüylerinden bir tanesinin bile eksilmeyeceği, bar ve klavye şövalyeliğinden ibarettir de ondan. Onların korku malzemelerinden yaptıkları o koruyucu kâğıttan köpekleri, özgün haklara sahip olmak sözünü hiçbir zaman anlamamışları yani kendine benzeyenleri ısırmaz. Onların kendilerinden büyük korkuları vardır çünkü. Sanat gibi kesintisiz üretim ve uğraş isteyen aydınlık kavga alanları onların ilgisini çekmez. Vesselam onların ipiyle kuyuya inilmez… Şşşşştttt, sus kalbim sus!
Biz aydınlığa dönelim. Aydın’da, 1933 Cumhuriyet Bayramı Kutlulama organizasyonun hazırlıkları aynı yılın Temmuz ayında başlamıştır aslında. Büyük bir dikkat ve tam bir bilgi imecesiyle! 14 Temmuz ve 25 Temmuz’da Halkevi’nde yapılan toplantılar sonucu bu büyük organizasyonun ayrıntıları ortaya çıkar. Aydın Valisi Fevzi Bey başkanlık eder bu buluşmalara. Sonra, 1 Ağustos, 5 Ağustos ve nihayet 7 Ağustos günü program hazırlanır ve dağıtımına başlanır. Görevlendirmeler ve gereken hazırlığın yapılabilmesi için toplantılar aralıksız sürer. Taaa 16 Ekim gününe kadar!
Dönemin önemli yerel gazetelerinden Ant gazetesinin, 21 Ekim 1933 tarihli sayısında, bu kutlamaya nasıl önem verildiğine dair ilginç haberlere rastlarız: “Aydın’daki okullar bayram hazırlıkları çerçevesinde on gün süreyle tatil edilmişlerdir.” On gün mü? Ama neden bu kadar uzun bir tatil?
“Maarif Vekâleti’nden gelen bir bildiriyle ildeki bütün ilk ve orta mektepler 23 Ekim’den itibaren derslere ara vereceklerdir. Okullarda öğleden önce Cumhuriyet’in on senelik gelişimiyle ile ilgili konferanslar verilecek, öğleden sonra da sergiler ve süsleme hazırlıklarıyla uğraşılacaktır.”
Aydın Vilayeti Kutlulama Komisyonu belli ki, bu bayram programına çok önem vermektedir. Ulusal etkinliğin içinde tiyatronun da olması, ortak bir halk kültürü yaratmak, halkı birarada tutmak ya da halkı aydınlatmak için kaçınılmaz bir planlamadır. Ahhhh ah! Bu sözleri yazarken neden içimde kuvvetli bir ağlama hissi var acaba?
“Piyesler köy meydanlarında, bölük karargâhlarında dekorsuz olarak temsil edilebilecektir. Özellikle Aka Gündüz’ün “Yarım Osman” piyesi köyler için yazıldığından bütün köylerde oynatılması düşünülmektedir.” (Ant gazetesi, 24 Ekim 1933)
Yarım Osman; Aka Gündüz’ün (1885-1958) 1933 yılında yazmış olduğu ve Osman isimli çolak bir gencin, düşmanın tüm gaddarlığına rağmen ve esir bir hayatı kabul edemediği için milli mücadeleye katılmasını anlatan bir kahramanlık hikâyesidir.
Kutlulama programının ikinci gününde de tiyatro vardır. 27. Madde’de şöyle bir not heyecanlandırır bizi: “Saat 15’de Halkevi Temsil Salonu’nda Orta Mektep talebeleri tarafından (Şeriye Mahkemesi ) piyesi temsil edilecektir.”
“Şeriye Mahkemesi” adlı oyun da, İbn-ür Refik Ahmet Nuri (Sekizinci)’nin (1874-1935), 1933 yılında yazmış olduğu bir oyundur. Eski ve yeni çatışmasını tema olarak seçen yazar, genel olarak kullandığı vodvil türü oyun yapısını bu oyunda kullanmamıştır.(Meraklısına Not; İbn-ür Refik Ahmet Nuri Sekizinci’nin en tanınmış oyunu, Alfred Savoir'ın “Mavi Sakalın Sekizinci Karısı” adlı oyunundan uyarladığı “Sekizinci” (1922) adlı çalışmasıdır. Bu eser onun soyadı da olacaktır. Cumhuriyetin ilanından sonra soyadı kanunu çıkınca en sevdiği oyunu olan Sekizinci adlı oyununun adını kendisine soyadı olarak kabul etmiştir.)
Törenlerin son gününe geldiğimizde de başka bir oyun karşılar bizi. 31 Ekim 1933 akşamı Aydın Halkevi Yeni Sinema Salonu’nda, yine Aka Gündüz’ün, Mustafa Kemal’in gözlerinden esin alarak kaleme aldığı “Mavi Yıldırım” adlı oyun! Mavi Yıldırım, ülkeyi kurtarmak için yeraltında gizlice çalışan bir teşkilatı konu yapar. Bir teşkilat üyesinin kardeşi, Osmanlı yanlısıdır ve Mavi Yıldırım örgütünü çökertmek için onların peşlerine düşer. Oysaki teşkilat, yaklaşan Sakarya Savaşı’na yurtsever bulmak için çabalamaktadırlar. Sonuçta ulusal kurtuluş mücadelesi için canlarını ortaya koyanlar kazanır.
“Temsile bir heyecan içinde başlandı. Temsil şubesinin her perdede gösterdiği muvaffakiyet karşısında halkın yükselttiği alkış heyecanı tasavvur edilemez bir manzara arz ediyordu. Dekorlardaki bedii ve hakiki muvaffakiyet önünde baş eğerek susmak kadar beliğ bir ifade olamaz. Büyük feragatlerle çalışan temsil şubesinin han ve köy manzaralarını sahnede bütün tabii ve hakiki vaziyetle göstermedeki muvaffakiyeti rol alan yüksek şahısların vazifelerini pürüzsüz başarıları tiyatronun bedii ruhunu tamamıyla tecelli ettirerek mefkûrelere sonsuz bir aydınlık, ruhlara ölmez neşeler verici yüksek sınıflardan olduğunu telkin ediyordu. Temsil bitti. Temsil Şubesi Reisi Hüseyin Avni Bey gelecek on yılı da yüksek ve hızlı ilerleyişte seneleri asır yapan Türk Cumhuriyeti’nin feyizli işleriyle neşeler içinde kutlulama dileği sözleri halkın candan, yürekten gelen sürekli alkışlarıyla karşılandı.”(Ant gazetesi, 2 Kasım 1933)
Sizi bilmem ama ben bu duyduklarım karşısında cana geldim sanki. Günümüzün kokmuş, rezil miskinliğinin parçası olmamak, yenilmemek üzere kan tazeledim sanki! Şimdi kafamızı iki elimizin arasına alıp bir kere daha düşünme zamanı. Tiyatro sanatının içi boşaltılmaya çabalanırken, sanat tehdit altındayken yani, tiyatro yaptığını iddia eden ama orada burada altın kadar değerli kafalarını acayip şeylere teslim eden / uyuşturan korkaklardan mı olacağız yoksa inandığımız tiyatro için günün 24 saatinin 25 saati kafa mı yoracağız kültürel kurtuluş için?
Toprağı bol olsun, sevgili dostum Yalçın Dinçer’in başlattığı Aydın Başak Kent Tiyatrosu’nun, 10 Nisan 2023 günü seyirci ile buluşacak Hidayet Sayın’ın “Fırtına Kadınlar” adlı yeni oyununa, çalışkan arkadaşım Sibel Salcıoğlu beni davet ettiğinde daha da coştu duygularım. Umudum çiçeklendi. Şöyle düşündüm; tiyatrodan yıldığım, geri çekilmek istediğim ya da yorulduğumu söylediğim tüm anlar için kendimden özür dilemeliyim. İnanmış bir tiyatro insanı samuraylara benzer; ölmeden kılıcını bırakan bir samuray gördünüz mü siz? Sibel ve arkadaşlarının oyunlarını izlemek için sabırsızlanıyorum.
Büyük aydınlığın içinde güneşe benzer yüzlerini karartmamak için bir zerre ışık olmaya çabalayanlara selam olsun. Eskiden ve şimdi! Her zaman! Aklı her daim uyanık olanlara, kalbindeki en büyük hazinesi insandan yana şefkat olanlara, hiçbir bahaneye sığınmadan yola düşenlere, tiyatronun kardeş kıldığı tüm dostlara selam!