Çevremiz, yaşamımız, doğa, iklim ve ekosistemin hassas dengeleri hakkında çok sayıda yazı kaleme aldık. Son 20 yılda sosyal yaşamda çok daha fazla etkileşim bulmuş bir kavram olup, kendince herkesin daha bilgili daha duyarlı olduğunuz gözlemlediğimiz bir sahadır.
Elbette ki bizler basın yayın mensupları olarak, incelemek araştırmak ve bazı toplumsal saptamaları yaparak, topluma ayna tutmak, olması gerekeni ortaya koymak, yanlışı eleştirmek ve yeni bir bakış açısı ortaya koymak ile mükellefiz.
Bizler yazılarımızı derlerken, bilim insanlarının araştırmalarına, bilimsel verilere dayanmak zorundayız. Ancak bu kaideyle kaleme aldığımız makalelerin kayda değer olması mümkündür. Toplumda çevre ilgisinin artması, insanların ellerine pankart alıp protestoya gitmeleri gibi, Kaz Dağları örneğinde olduğu şekilde, ünlü, ünsüz binlerce insanın mevzuya konu maden ocağını boykot gösterileri düzenlemeleri gibi, çok sayıda değişik türde “refleks göstermek” olarak algılanıyor.
Geçtiğimiz günlerde, saygın bilim insanlarımızdan Celal Şengör hocamızın, madenleri protesto eden çevrecileri sert şekilde eleştirmesi medyada oldukça yer aldı. Hocamız kendine münhasır üslubu yüzünden oldukça tepki çekti. Bilgi birikimleri neredeyse uçsuz bucaksız çok az sayıda bilim insanlarımıza hiç değilse yaşlarından dolayı çok daha hoş görülü olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Aynı şekilde, fikrine katılmadığımız insanları dinlemek, yaratıcılık özellikleri nedeniyle her daim farklı bakış açılarına sahip zanaatkarları, sanatçıları anlamaya çalışmak gibi, bilim insanlarının da hitabetinde pervasız olma özgürlüğü olduğu düşünüyorum. Çünkü onların bizlere hiç ama hiç ihtiyacı olmadığı, bizlerin onların müstesna kişiliklerine muhtaç olduğumuz gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.
Bu onların her dediği doğrudur, her yaptıkları münasiptir anlamı taşımaz. En başta kendileri, var olan, olagelen her şeyi incelemek, araştırmak ve hepsinden çok sorgulamakla, eleştirmekle alakalıdırlar.
Burada yapılması gereken, kendimize dönüp bakıp, kendimizi sorgulamak olmalıdır. Konu, maden ocaklarının çevreye verdiği zararlardı. Tüm dünya, beşeri hayat, ekonomi, ticaret, iskan, ulaşım ve iletişim dahil, aklımıza gelebilecek her tür amelimizi besleyen imalatın altında madenler bulunmakta.
Yerleşik hayata geçen ilk insandan bugüne, endüstriyi, sanayi ve son yüzyılda hepsinden fazla teknolojiyi besleyen üretimler madenler sayesinde yapılmaya devam etmektedir. Şehirlerimizi inşa eden binalar, taş, demir, mıcır, çimento madenleri ile yapılmakta. Hiç kimse ev sahibi olmak istemiyorum demezken, taş ocağına karşıyız şeklinde bir argüman geliştirmek ne denli gerçekçi bir tutum olabilir?
Bir kısım çevreci elbette ki, madenin kendisine değil, üretim sırasında çevreye verdiği zarara dikkat çekmeye özen gösterirken, çoğu kesim, ne yazık ki; yalnızca kendisini popülizm yapan grupların akışına bırakmış, o akışa kapılıp gitmiş insanlardan oluşan güruhtur. Neye ve neden karşı çıkması gerektiğini dahi sorgulamamıştır. Konudan haberi yoktur.