Bugün köşemizde, farklı bir konuyu irdelememiz icap etti. Etrafımızda ola gelen bir takım tuhaflıklar, toplumumuz kültürü ve yaşamı hakkında ilginç anekdotlar ortaya koyuyor. Fakat bazen diğer gündem...
Bugün köşemizde, farklı bir konuyu irdelememiz icap etti. Etrafımızda ola gelen bir takım tuhaflıklar, toplumumuz kültürü ve yaşamı hakkında ilginç anekdotlar ortaya koyuyor. Fakat bazen diğer gündem başlıkları arasında farkı fark edilmeden silinip gidiyor. Geçtiğimiz haftaya acı bir olay ile başladık. Bir polis memurumuz, kendini başından vurarak öldürdü. Ailesine sevenlerine dostlarına başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Böylesi acı bir an ertesi gün gelen bilgiler ile daha fazla canımızı yaktı. Karakolda bir “güneş gözlüğü” kaybolmuş, bunun üzerine polisimizin evinde arama yapılmıştı. Böylesi bir durumun görevi başında herkesçe sevilen sayılan, tertemiz, dürüst bir memura vereceği tahribatı hayal bile edemiyorum. Durum kendi içinde birçok bilinmeyeni barındırmaya devam ediyor ve belki de ağırlığı hiçbir zaman ortadan kalkmayacaktır. Olayın dikkatten kaçan başka bir boyutu ise geçtiğimiz yıllarda da ilçemizde başka polis intiharlarının yaşanmasıdır. Daha geçen yıl başka bir memur ve ondan bir süre önce Pırlanta Plajı’nda aracı içinde başka bir memur daha kendi elleri ile yaşamına son vermişti. Hukukta mükerrer tanımı yapılır. Ülkemiz diğer ilçeleri ile Çeşme arasında, istatistiki karşılaştırmalar yapılarak, bu konu ayrıca incelenmeye muhtaçtır. Bir olayın periyodik aralıklarla aynı yerde cereyan etmesi kesinlikle tesadüf diye tanımlanamaz. Bu acı olayda başka bir acı taraf ise ilçemizin yıllar yılı periyodik aralıklarla, zincir soygunlara ev sahipliği yapmış olmasıdır.
ZİNCİR HIRSIZLIKLAR
Çeşme’de 28 yılı aşan bir süre zarfında yaşamını sürdüren bir basın mensubu olarak, hemen hemen her yıl yaz aylarının sonuna denk gelen hırsızlık vakalarından söz etmeden geçemeyeceğim. 2012 yılı Ağustos ayında Çiftlikköy’den başlayıp, Urla’ya devam eden geniş bir aksta, villalar, çiftlikler, malikanelerden oluşan yaklaşık 30- 40 hane 2 hafta içinde soyulmuştu. Bu iki üç haftalık çalışma 2013 ve 2016 yıllarında da tekrarlandı. Bildiğimiz tanıdığımız insanlar da bu çalışmalardan nasibini aldı. Evlerden nakit ve ziynet eşyaları, kıymetli materyallerden oluşan oldukça yekun tutan miktarlarda varlık kaldırıldı. Yakın bir arkadaşım, yıllar yılı sahip olduğum tüm ziynetler, maddi ve manevi değeri olan varlığım yok edildi demişti. Bununla kalmayıp, uzun yıllardır çalınmasında avantaj görülmeyen, uydu sisteminden takibi kolaylıkla yapıldığı için yakalanma riski yüksek cep telefonları dahi alınmış Ve olay sonrası çalınan her şey sırra kadem basmıştı. Evlerde ele geçirilen parmak izleri, şebeke üyeleri hakkında bilgi vermiş olmasına rağmen, olaylar hakkında takipsizlik kararları çıkması hepimizi şaşkına çevirdi. Elbet ki kimse, emeği ve hakkı ile kazandığı değerlerin elinden alınmasını istemez. Daha da acı olanı birçok anıyı ve manevi değerinin de bir anda, ona yalnızca materyal gözü ile bakan kimselerce gasp edilmesidir. Fakat daha da can acıtan yanı, mal ve can emniyetimizin, konut mahremiyetimizin teminatının ortadan kaldırılmasıdır. Ve ne yazık ki en acı veren ise, bu olaylarda yapanın yanına kalması geleneğidir. Tüm bu üzüntüleri, cana geleceğine mala gelsin diye değerlendirip geçmek isterdim. Yine de bir bölgede yaşam kalitesinin birinci kuralı, can ve mal emniyetinden şüphe duymadan güven içinde yaşamaktır. Ne gözlükmüş ama?