Geçtiğimiz günlerde tatlı bir ofise misafir oldum. Bol bol psikoloğun bir arada olduğu bir ortamdı. O kadar uzun süre online olarak çalışınca kalabalık da geldi tabi bana. Bu kadar kısa sürede bir dur...
Geçtiğimiz günlerde tatlı bir ofise misafir oldum. Bol bol psikoloğun bir arada olduğu bir ortamdı. O kadar uzun süre online olarak çalışınca kalabalık da geldi tabi bana. Bu kadar kısa sürede bir duruma alışabilir mi kişi, o kalabalık baş döndürecek kadar unutulmuş mu onları görmüş oldum.
Meslektaşlarımın sıkıntılarını, psikoterapi ile ilgili yaşadıkları olumsuz durumları bol bol dinlemiş oldum. Dünden beri düşünüyorum. Dertli bir iş mi ki bizim işimiz? Hayat öykülerini dinleyince psikologların içi mi geçiyor? Neden gördüğüm herkes, bu psikologların da dışında bir mevzu, işinden bu kadar nefret ediyor? Kafamı çevirdiğim her yer mutsuz ve her sabah bir yerlere sürüklenen insanlarla dolu. Tamam biliyorum şimdi içinizden paraya, hayatta kalmaya, faturalara ve çocuklara dair bir sürü şey sıraladınız. Ama düşündürtmek istediklerim zaten işin bu kısmı değil.
Özellikle de kendi meslektaşlarım için.
***
Bir işi yapabiliyor olmak ile severek yapmak arasında bir fark var mıdır?
Yani yapabildiğiniz her şeyi sevmek zorunda mısınız, ya da sevdiğiniz her şeyi yapabilme kapasiteniz ya da yeteneğiniz gerçekten olabilir mi?
***
İnsanların hayatlarına dokunurken biz, daha profesyonel ve etik görünen bir sahne var yüzlerimizde. Danışan kişi kapıdan çıktıktan veya o ekran kapandıktan sonra neler kalıyor geriye? Bir psikolog olarak psikoterapist olmaya doğru piştiğim bu süreçte kendimi ve diğerlerini tartmaktan, yüzlerini okumaya çalışmaktan ve mutsuz meslektaşlar görmekten çok üzülür hale geldim.
Bazen, her gün yeni bir şeyler öğreten bir iş yapıyor olmanın getirdiği bir etki midir diye düşünüyorum, sonra tam tersine bunu bağırmak istiyorum.
İşte! Her gün yeni bir şeyler öğrenebildiğin bir yerdesin! Daha ne istiyorsun!
***
Bir de aileler, akrabalar ve dostlar da var ki, ya da yeni tanışılan insanlar, fikirleri size ulaşan kişiler. Bu insanların düşündükleri, yargıları her ne kadar bizim için önemli olursa olsun, peş peşe duyduğumuz fikirleri her onayladığımızda, öyle olmasa bile anlatmak için uğraşmadığınızda katlanıp çığ gibi üzerimize geri düşüyor. Örneğin sevgili meslektaşlarım,
‘Sizde insanları dinliyorsunuz valla hep dert’, ‘İçiniz de şişiyordur sizin’, ‘Sen şimdi ne yapıyorsun dinliyor musun insanları?’, ‘Çok stresli iş valla’ gibi cümleleri duyuyorsunuz.
Bu cümlelere kafa salladığınız, geçiştirmek için evetlediğiniz, anlamayacağını her düşünüp sustuğunuz vakit, karşıdaki kişinin önermelerini biraz daha kabul etmiş oluyorsunuz. Mutsuzluğa ve psikoterapi sanatına yapılan darbe de buralarda bir yerlerde başlıyor.
Ne döktüm ama içimi! Bakmayın kızdığıma, bu sanata sahip çıkmaya, bir yerinden tutunmaya çalışıyorum da ondan.
Bir sonraki haftaya kadar, sevgiyle kalmanız dileğiyle…