Yönetmen Avedikyan, 1910 yılında İttihat ve Terakki hükümetinin İstanbul’da sokak köpeklerine yönelik yaptığı katliamı ve günümüz tartışmalarını anlattı

İttihat ve Terakki Fırkası (Partisi) 1910 yılında İstanbul’da sokak köpeklerini toplayarak suyun olmadığı Sivriada’ya sürdü. İstanbullular uzun bir süre bu köpeklerin feryadını dinledi. Sokak köpekleri bu adada birbirini yedi, susuz kaldı ya da kaçmak isterken boğuldu. İstanbul ahalisi adaya bu nedenle “Hayırsızada” dedi ve Osmanlı Devleti’nin ardından yaşadığı felaketleri buna bağlayanlar oldu. Yönetmen Serge Avedikyan, bu olayla ilgili animasyon filmi çekti ve 2014 yılında Antalya Film Festivali’nde de gösterildi. Serge Avedikyan’la İttihat ve Terakki’nin o dönemde aldığı kararı ve bugünlerde Türkiye’de tartışılan sokak köpeklerini uyutma tartışmalarını konuştuk. Avedikyan, “1910'dan yana çok şey değişti, bugün Türkiye'de çok sayıda kişi köpek sahipleniyor. Bu sebeple yüz yıl sonra tekrar köpeklerin katledilmesinin gündeme gelmesi düşündürücü. İnsanlar olaylara tarihsel bir perspektiften bakabilmeli, köpeklerin yüzyıllardır şehirlerde yaşadığının da bilincinde olmalılar” dedi. 

Sayın yönetmen, son günlerde sokak köpeklerinin uyutma adı altında öldürülmelerinin gündeme gelmesinin nedeni sizce nedir? Ne oldu da biz bunu yeniden konuşuyoruz?

2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti seçilmişti ve o sırada sokak köpekleriyle ilgili bir belgesel çekmek için İstanbul'daydım. O zamanlar köpeklere insanların nasıl sevgiyle yaklaştığını, onlara sokakta uyuyabilecekleri küçük kulübeler yaptıklarını gördüm. Ama bir sorun gerektiği gibi çözülmediği zaman geçmişte yaşananlar tekrar ortaya çıkabiliyor. İnsanların hayvanlara karşı hala sürdürdüğü dini önyargılardan bahsediyorum. İslâm dinine göre temiz olmayan bir hayvan olan köpeğin yanında ibadet edilemez, bu sebeple köpekler eve alınamaz, ancak sokakta bakılabilir. Geçmişte bu tutum çok daha yaygındı, ancak bu insanların köpekleri sevmediği anlamına gelmiyordu. Sadece dinin hükümlerini yerine getiriyorlardı. Bu kapsamda sokak kedileri daha az problem oluyordu çünkü kediler daha özerk davranan, kendi başına yaşayabilen hayvanlar. Oysa köpekler insanlardan bağımsız yaşayamaz.
Ne oldu da Hayırsızada'da yaşananlar bilinmesine rağmen tekrar sokak köpekleriyle insanların ilişkisi Türkiye'de sorun haline geldi?  Bence Türkiye'de geçmişe dair hafızanın toplum üzerinde yarattığı bir baskı var ve yetkililer de bir nevi güç gösterisi yapıyor, otoritenin onlarda olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Yüz yıl sonra sokak köpekleri tekrar insanlar arasında çözülmesi gereken sorunların günah keçisi ilan edilmiş gibiler. İnsanlar kendi aralarındaki problemleri köpekler üzerinden çözmeye çalışıyorlar. Bu durum kendinden şüphe eden bir toplumu işaret ediyor. Kendisiyle barışık bir toplum çözümü diyalog yoluyla bulabilir ve en iyisinin köpeklerin katledilmesi değil sahiplendirilmesi olduğu konusunda uzlaşabilirdi.

SİVRİADA OLDU HAYIRSIZADA

Siz 1910 yılında Osmanlı Türkiyesi’nde iktidar eliyle köpeklerin bir adaya sürülmesini anlatan "Hayırsız Ada" animasyon filmini çektiniz. Bir asırdan fazla bir süre önce tespit ettiğiniz bu olay yaşanırken İstanbul ahalisi bu durumu nasıl karşılamıştı?

1910'da insanlar İttihat ve Terakki hükümetinin verdiği kararın sonuçlarının ne olabileceğinin farkında değillerdi. İstanbul, Jön Türklerin çoğunun okumaya gittiği Avrupa şehirleri gibi olsun istiyorlardı. Hijyen koşullarının sağlandığı, sokakların düzenli ve temiz kaldığı bir şehir hayal ediyorlardı. Hükümetin kararında köpeklerin yabancı diplomatlara ya da turistlere saldırabileceği düşüncesi de etkili olmuştu. Ama hükümet tüm bu sorunları çok zalim bir şekilde çözmeyi seçti. Filmde de yer verdim, köpekler toplanırken kimi İstanbullular onları sakladı. Sivriada'da açlık ve susuzluğa mahkum edilen köpeklerin sesleri günlerce ahaliyi huzursuz etti ve sonrasında adayı Hayırsızada olarak adlandırmalarına yol açtı. Pek çok kişi Osmanlı'nın bu sebeple lanetlendiğine ve daha sonra yaşanacak felaketlerin bu katliamın vebali olduğuna inandılar.

TÜRKİYE’DE DURUM ESKİSİ GİBİ DEĞİL

Söz ettiğimiz belgesel hayvan katliamının tarihsel bir sürekliliğinin de olduğunu gösteriyor. Osmanlı Türkiyesi’nden Cumhuriyete geçişteki durum hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi arasında hayvan katliamı açısından bir devamlılık var mı, emin değilim. Ancak hayvanlar üzerinde bir otorite kurma, onları zapturapt altına alma konusunda bir gelenekten bahsedebiliriz. 1910'da Türkiye toplumunda köpek sahiplenmek, evde köpek bakmak yaygın değildi. Ancak bugün öyle değil. 1910'dan yana çok şey değişti, bugün Türkiye'de çok sayıda kişi köpek sahipleniyor. Bu sebeple yüz yıl sonra tekrar köpeklerin katledilmesinin gündeme gelmesi düşündürücü. İnsanlar olaylara tarihsel bir perspektiften bakabilmeli, köpeklerin yüzyıllardır şehirlerde yaşadığının da bilincinde olmalılar.
 
BİLİMSEL YAKLAŞMADILAR

Bu konuda hem 1910'un hem sonrasındaki iktidarların motivasyonu nedir? Sundukları hangi gerekçelerle toplum ve ortam rıza gösterir hale geliyor?

Bence toplumu ikna etmeye çalışmadılar. Şehri zapturapt altına almak ve sokak köpeklerinden temizlemek konusunda planladıklarını yapabileceklerini göstermek istediler. Bir motivasyondan bahsedeceksek ancak İstanbul'un Avrupa şehirleri gibi düzenli ve tertipli olması isteğinden bahsedilebilir. Ama konuyu bilimsel yöntemlerle de çözmeye çalışmadılar. Fransız Pastör Enstitüsü'nün bu konudaki teklifini geri çevirdiler. Filmde bahsettiğim gibi, köpekleri doğrudan katletmek yerine onları ne su, ne de yiyecek bulunan, kaçmalarının imkansız olduğu ıssız bir adaya sürmeyi seçtiler. Bunu açlıktan birbirlerini yiyeceklerini ya da kaçmaya çalışırlarsa boğulacaklarını bilerek yaptılar. 

HER ŞEY EĞİTİMLE BAŞLAR

Yerel yönetimler bu konuda neler yapabilirler?

Mucize bir çözümüm yok ama her şeyin eğitimle başladığını, insanın hayvanla ilişkisi, evcil hayvanlara nasıl yaklaşılması gerektiğine dair eğitimler verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Belki de hala dini önyargılar ya da hurafeler zihinleri meşgul ediyor. İnsanlar köpekleri sevseler bile dini açıdan necis bir hayvan sayıldığı için uzak duruyorlar. Bu zihniyeti değiştirmek için okullarda ve aile içinde eğitim verilmesi gerekir. Ancak yetkililer bunu gerektiği gibi yapmıyor anlaşılan.

Sokak hayvanlarının yok edilmesi bir yana onlara sahip çıkan özellikle kentli kitlenin öteki ilan edilmesi söz konusu olabilir mi?

Toplumun bir kesimi kendini kötü muameleye maruz kalan hayvanların koruyucusu olarak konumlandırdığı zaman bu gibi şeyler yaşanma riski mevcut. Eğer sokak hayvanlarıyla ilgili katı kurallar getirilirse bunlara uymadıkları için suçlanabilirler. Oysa Türkiye bir demokrasi ise, bilim insanları, sanatçılar, politikacılar, dernekler fikirlerini özgürce beyan edebilmeli ve çatışmak yerine konuşarak bu konuya bir çözüm bulabilmeliler. Ben her zaman bir kararın empoze edildiği, buna maruz kalan bir toplum ile hükümetin tavrını birbirinden ayırmak gerektiğini düşünüyorum.

NOT: Serge Avedikyan’a yöneltilen soruların Fransızca’ya ve Avedikyan’ın cevapların Türkçeye çevirdiği için değerli meslektaşım Burçin Özgür Gerçek’e teşekkür ederim.

SERGE AVEDİKYAN KİMDİR? 

Serge Avédikian Bursa'nın Sölöz köyünden önce Fransa, daha sonra Ermenistan'a göç etmiş Ermeni bir ailenin çocuğu olarak 1955'te Erivan'da doğdu. Ailesiyle 1970 yılında Fransa'ya yerleşti. Meudon Drama Sanatları Konservatuarı'ndan mezun oldu. Daha sonra Paris Konservatuarı öğrencileriyle çalıştı ve çok sayıda klasik ve modern tiyatro oyununda oynadı. 1976'da bir tiyatro kumpanyası kurdu ve pek çok oyun sahneledi. 1982'de oyunculuğa paralel olarak belgeseller çekmeye başladı. 1988'de kendi yapım şirketini kurdu ve tiyatro, sinema ve televizyonda oyunculuk kariyerini devam ettirdi. 2007'de dedesinin köyü Sölöz'ün hikayesini konu aldığı "Aynı sudan içtik" belgeselini çekti. İstanbul'da 1910 yılındaki köpek katliamını konu alan Hayırsızada animasyon filmiyle 2010 Cannes Film Festivali’nde kısa metraj Altın Palmiye ödülününü kazandı. Aynı yıl "İstanbul sokak köpekleri" belgeselini çekti. 2013'te Anouche klasik operasını sahne koydu. 2013-14'te yönetmen Sergey Parajanov'un hayatını sinemaya uyarladı. Filmde hem yönetmen koltuğunda yer aldı hem de Parajonov'u canlandırdı. 2015'te "Beklenen" uzun metraj filmini çekti. Şu anda "İstanbul'da son raunt" isimli filmi üzerinde çalışmaktadır.