Selvin Canbeyli, yazmak yolculuğuna içsel bir derinlikle bakıyor. Farklı disiplinlerden yola çıkarak yazmanın şifa gücüne değiniyor. Yazarla “Kendini Yaz” kitabını konuştuk

Selvin Canbeyli, 2016 yılında bir atölye çalışmasıyla başlayan “yaratıcı yazarlık” amacı taşımayan yazma çabası kitaba dönüştü. Sisu Kitap’tan çıkan “Kendini Yaz-Meditasyonlarla Desteklenmiş Kişisel Yazı Pratiği” kitabı mizahî ve akıcı diliyle yazma konusunda keyifli bir yolculuğu içeriyor. Canbeyli, yazmanın medidatif yönünü vurguladığı çalışmasında, çocukluk kavramı başta olmak üzere kişiyi derin düşünmeye çağıran meseleleri de ele alıyor. Canbeyli, “Bana göre kişi eğer yazma sürecinde kendi içine doğru bir yolculuk yapıyorsa mutlaka bir şifa bulacaktır. Çünkü yazmak söylediğiniz gibi hem hayatla hem kendimizle bağ kurmanın eşsiz bir yolu” dedi. Sözü Canbeyli’ye bırakıyoruz. 

-Kitabın önsözünde, “Bu kitap, yazmanın şifa gücünü hatırlatmak için yazıldı” diyorsunuz. Bu önermeden yola çıkarsak yazan ya da yazabilen kişi mutlaka bir şifa mı arıyordur? Yoksa yazmak hayatla kurulan bir bağ mıdır?

Yazan ya da yazabilen kişi belki şifa aramıyor olabilir. Ama bana göre kişi eğer yazma sürecinde kendi içine doğru bir yolculuk yapıyorsa mutlaka bir şifa bulacaktır. Çünkü yazmak söylediğiniz gibi hem hayatla hem kendimizle bağ kurmanın eşsiz bir yolu. Ama tabii ne yazdığımıza ve nasıl yazdığımıza göre de değişir. 

GÜNLÜK YAZMA YOLU

-Klasik günlük tutmaya dair belirlemeleriniz dikkatimi çekti. Bu konuda kendinizden yola çıkıyorsunuz. Günlüklerin gelecekteki yazara kaynaklık etmesi açısından nasıl bir faydası olabilir?

Günlük tutan kişi, gelecekte başkalarıyla paylaşmak için kurgu ya da kurgu dışı hiçbir şey yazmasa da kendisi için müthiş bir kaynak yaratan kişidir. Günlüklerinin niteliğine göre bu kaynağın içeriği de değişebilir. Örneğin defterlerine dönüp baktığında tanıklık ettiği toplumsal olayları ve o olaylara kişisel bakış açısının zaman içinde nasıl değiştiğini görebilir. Ya da günlüklerini karıştırırken kişisel deneyimlerini, ilişkilerini, duygusal ve zihinsel gelişimini, dönüşümünü fark edebilir. Bu arada tam tersi de olabilir elbette; yani eski defterlerini açıp baktığında bazı konularda bir kısır döngü içinde olduğu ve aynı paradigmanın içinde yıllarca sıkışıp kaldığı gerçeği ile de yüzleşebilir. Şu var ki, yazıyorsa mutlaka bir noktada kendisiyle karşılaşacak demektir. Umudum o ki bu karşılaşma barışmayı da getirsin.
Bununla birlikte kişinin gelecekte yazılarını insanlarla paylaşan bir yazar olma hedefi varsa, günlükleri yine zengin bir kaynak olacaktır bana göre. Her şeyden önce yazma pratiğini sıcak tutacaktır. Düzenli olarak kendisiyle ve yaşamla temas edecektir ve bu temas anlarında keşfettiklerini, zihninden geçenleri organize edip kelimelere dökmek konusunda deneyim kazanacaktır. Favori yazarlarımızın eserleri kadar günlüklerini okumayı da bu yüzden seviyoruzdur belki. Günlükler iç dünyalarının kapılarını bize araladığı için ve hatta romanlarından öykülerinden izlerin peşine düşmemizi sağladıkları için…

İYİ OKUR OLMAK ŞART AMA…

-Kitabın alt başlığında “medistasyon” kavramı var. Türkçesine bakınca “derin düşünme” ve “iç huzur” açıklamaları öne çıkıyor. Bu derin düşünme ya da iç huzura ulaşma için kişinin eleştirel ya da bilinçli bir okuyucu olması gerekliliği fikrine katılır mısınız? Yani kişinin önce iyi bir okur olması gerekliliği….

Meditatif bir yazı çalışması için önce meditatif okuma deneyimi kazanmak faydalı olabilir, evet. Yani okurken derinleşmek, okuduğu metinle bir olma halini deneyimlemek; yazarken de kendi yazma deneyiminde tam olarak mevcut olma halini kolaylaştırabilir. Ama kitapta karekodlarla yönlendirilen meditasyon kayıtları okuyucunun içe dönmesini sağlamak ve sonrasında uygulayacağı yazı çalışmalarında derinleşmesini kolaylaştırmak için tasarlanıp kaydedildi. Bu durumda diyebilirim ki iyi yazmak için iyi bir okur olmak şarttır evet ama kimse okusun diye değil de içsel bir çalışma olarak yazmak için de içimize dönüp orada derinleşmek şart.

KİTABIN MİZAHÎ DİLİ

-Kitabın çok eğlenceli hatta mizahi bir üslubu olduğunu söylemeliyim. Yazmak sizin kitabınızda çatık kaşlı bir suret değil. İnsanın çocukluk başta olmak üzere kendisiyle yüzleşmesinin önemini okuyorum. Peki, atölye çalışmalarınızda da yazdığınız gibi mi konuşuyorsunuz, yoksa yazınca mı böyle oluyor?

Mizahi üslubu fark etmeniz ve vurgulamanız çok hoşuma gitti, önce bunu itiraf etmeliyim. Çünkü ben de her şeyden önce bir okurum ve “kişisel gelişim” başlığı altında okuduğum kitapların bir kısmında şöyle bir sıkıntı yaşıyorum: Yazar benimle konuşan, sohbet eden bir üslupla değil de sadece bilgi aktaran, akademik bir dille yazdığında ağzımda biraz kuru bir tat kalıyor okurken. Sen bu bilgilerle, bu araçlarla kendinde ne yaşadın, yaşamında neyi dönüştürdün, ne deneyimledin diye sormak istiyorum. Çok kişisel bir tercihten söz ediyorum bu arada, her okuyucunun böyle bir derdi yoktur muhtemelen. Ama ben kurgu dışı bir metin okurken de keyif almak, biraz gülümsemek, yazarıyla muhabbet etmek istiyorum.Tam da bu nedenle kitap için kolları sıvadığımda şöyle bir karar aldım; atölyelerimde, eğitimlerimde, seminerlerimde katılımcılarla nasıl iletişim kuruyorsam okuyucu ile de aynı şekilde iletişim kuracağım dedim. Takım elbiseli, asık suratlı bir yazar değil de kot pantolonlu, gülümseyen ve konuşan bir yazar olmak istiyorum diye niyet ettim. Mizahi üslup da böyle çıktı ortaya. Nasıl konuşuyorsam öyle yazmaya özellikle gayret ettiğim için.Bunun fark edilmiş olması da beni çok mutlu etti açıkçası.

ÇOCUKLUK DENEN YER

-Çocukluktan söz etmişken, “Öz şefkat geliştirmek” bölümünde değindiklerinizi konuşmak isterim. Siz, kendi çocukluğunuza dönüp bir tarif yapabiliyorsunuz. Çocukluğu yer olarak görüyorsunuz ve o yere dönebiliyorsunuz. Evet, yazmak için çocukluk çok zengin bir yer. Ama mesele şu ki, kimi insanlar o yerin tabelasına bakmaya cesaret bile edemiyor. O  cesareti yaratabilme konusunda ne önerirsiniz?

Çocukluk evet yazmak için zengin ama aynı zamanda çok kırılgan bir yer. Ve o yerin tabelasına bakmak bile bizi korkutuyorsa belki tabelanın önünde biraz durmak gerekir. “Bugünkü yetişkin ben,hangi kaynaklara sahip olsaydım tabelanın arkasındaki küçük çocuğun yanına gidebilirdim?” sorusunu sormak belki. Tek başımıza gitmek korkutuyorsa ve desteğe ihtiyaç duyuyorsak profesyonel destek almaktan asla kaçınmamak gerekir diye düşünüyorum. 

Bununla birlikte kişisel olarak bana en çok cesaret veren şey, kendime sürekli olarak hatırlatma ihtiyacı duyduğum yetişkin kaynaklarım: Ben artık büyüdüm ve o dönem başa çıkmakta zorlandığım her konuyla başa çıkabilirim, kendi çocuk halimi sarıp sarmalayabilir ve onun duygusal ihtiyaçlarını bugünkü yetişkin halimle karşılayabilirim, o küçük kızın gözlerinin içine bakıp “Hepsi geçecek ve bunu da atlatacaksın, bak nelerin üstesinden geldik birlikte” diyebilirim. Kısacası çocukluk dediğimiz yerin tabelasına bakma cesareti için içimizdeki çocuğa yeri geldiğinde ebeveynlik yapabileceğimizi hatırlamak bana iyi geliyor.

-Pennebaker’in tamamlanma duygusuna en yakın motivasyonun etrafımızdaki dünyayı anlama güdüsü olduğu düşüncesini aktarıyorsunuz. Devamında Batı toplumlarının tamamlanmanın mümkün olmadığına dair bakış açısını aktarıyorsunuz. Yazmak, sonsuz olan tamamlanamama duygusuyla mücadele etmek anlamına gelebilir mi?

Kesinlikle evet. James W. Pennebaker’ın çalışmalarının gösterdiği en önemli noktalardan biri bana göre bu tamamlanma duygusu. Çünkü tamamlanma ancak yaşadıklarımızın içinde bir anlam bulduğumuzda gerçekleşiyor. Ve bu gerçekleştikten sonra da beynimiz döne döne o olayları düşünme yükünden kurtulup hafifliyor. Pennebaker bunu travmatik olaylarla ilişkilendirmiş. Ama aslında konuya şu kadar basit bir yerden bile bakabiliriz: Alışveriş listesi yazmadan markete gittiğinizde içinizden sürekli “İki ekmek, bir süt, bir kilo elma” diye tekrar ettiğiniz olduysa bilirsiniz ki bir liste yazsaydınız rahat rahat şarkı söyleyerek gidecektiniz markete. Çünkü yazdığınızda beyniniz size diyecekti ki “Tamam listeyi yazdın ve artık bozuk plak gibi bunu tekrar etmemiz gerekmiyor.” İçinden çıkmakta zorlandığımız konularla ilgili yazdığımızda da o konuya bir neden – sonuç ilişkisi içinde anlam verebiliyorsak aynı şekilde tamamlanma duygusu yaşıyoruz. Sonrasında şarkı söylemeye başlar mıyız bilmiyorum ama en azından Pennebaker’ın araştırmalarına göre yazarak kendimizi ve yaşadıklarımızı farklı bir perspektiften değerlendirebildiğimiz için rahatlıyoruz.

-Kitabın başında 2016 yılında yaptığınız bir atölyeden söz ediyorsunuz. Tanıtım metninde de “Bu bir yaratıcı yazarlık atölyesi değildir” dediğinizi de ifade ediyorsunuz. Doğrusu bu “yaratıcı yazarlık atölyesi” tamlaması bana oldum olası çok şaşaalı ve de iddialı gelmiştir. Sizin kitabınızdan yazarlığa bir iş gözüyle değil bir kendine dönük yolculuk, farkına varma eylemi olarak ele alıyorsunuz. Umarım doğru anlamışımdır. Buna rağmen o çalışmanızdan tamamlanan roman ve başka eserlerin çıkmasını neye bağlıyorsunuz?

“Kendini Yaz” kitap olmadan önce bir atölye çalışmasıydı. Ama açıkçası atölyelere başlarken çalışmanın yaratıcı yazarlık atölyesi olarak algılanma ihtimali ödümü koparmıştı. Çünkü niyetinden uzağa düşen bir vaatte bulunursam katılımcılarda hayal kırıklığı yaratabilirdim. O nedenle altını çize çize vurgulamıştım. Bu atölyede yazı bir farkındalık aracı olacak ve sadece kendimiz için yazacağız, kendimizi yazacağız, kendimize yazı yoluyla bakacağız ve yazarak yaşamla yeni bir bağ kurmayı deneyeceğiz diye… 

Ama tam da belirttiğiniz gibi bir sürprizle karşılaştım; atölyelerden sonra yarım kalan romanlar tamamlanıp basıldı, öyküler, şarkı sözleri ihtiyacı olan ilhama kavuştu. Peki bu nasıl oldu? Çünkü aslında o hikâyeler zaten o kişilerin içinde vardı ve keşfedilmek için heyecanla bekliyordu. Bizim atölye buluşmalarımızda gerçekleştirdiğimiz her yazı çalışması bir nevi kazı çalışması oldu ve katılımcıların içinde mevcut olan yaratıcı kaynağın kendine bir yol bulmasına vesile oldu. Sanırım sansürsüz ve özgür bir şekilde, kendimize saçmalama iznini de vererek yazmaya başladığımızda yaratıcılığımızı da serbest bırakıyoruz. “O mükemmel cümleyi bulup yazacağım” demek yerine “Sadece yazacağım” demenin büyüsünü yaşadı katılımcılar belki de… Şimdi heyecanla bekliyorum, kitabın okurlarından da benzer deneyimler gelecek mi diye.

-Bundan sonrası için masanızda ne var? Sizden neler okuyacağız?

Ben de atölye katılımcılarından ilham alarak öykü yazmaya başladım. Otobiyografik anlatımla kurgunun birleştiği ve utanç duygusunu merkeze alan öyküler var masamda. Sizin deyiminizle orada da bir “tabela” var benim için. Bakalım çocukluk denen yerin tabelası gibi utanç tabelasını da yazarak geçme cesareti için kahramanımızı neler bekliyor 

Selvin Cenbeyli, Kendini Yaz-Meditasyonlarla Desteklenmiş Kişisel Yazı Pratiği, Sisu Kitap, Kasım 2024, İstanbul