İzlanda... İskandinavya’nın kuzeyinde, Grönland’ın güneyinde yer alan 103 bin metre karelik bir Avrupa ülkesi.
Nüfusu topu topu 350 bin.
510 bin kişinin ikamet ettiği Buca’daki kadar insan bile yaşa...
İzlanda... İskandinavya’nın kuzeyinde, Grönland’ın güneyinde yer alan 103 bin metre karelik bir Avrupa ülkesi.
Nüfusu topu topu 350 bin.
510 bin kişinin ikamet ettiği Buca’daki kadar insan bile yaşamıyor.
Kişi başı gelir bakımından dünya listelerinde ilk sıralarda yer alan bu minik ülke, enerji konusunda da dünyaya örnek.
Nasıl mı? Zira jeotermal kaynaklar bakımından son derece zengin. Onlarca yıldır ülkede tüketilen elektriğin büyük bölümü jeotermal kaynaklardan karşılanıyor. Kalanı da hidroelektrik santrallerden.
Ülkede ısınma jeotermal kaynaklarla sağlanıyor. Kaynak bol ya, donmaya karşı yollar bile ısıtılıyor.
Jeotermal kaynaklar sayesinde seracılık o kadar gelişmiş ki, bu soğuk ülkede yetiştirilmeyen tropik bitki neredeyse hiç yok.
O seralar sayesinde ülkenin tarım ürünü ithalatına ihtiyacı sıfırlanmış durumda.
Ortada bu tablo varken insanın aklına ister istemez jeotermal kaynakların yarattığı çevre kirliliği geliyor değil mi?
Öyle ya…
Bizim tüm jeotermal işletmelerimizin çevresinde doğa resmen katledilmiş durumda…
Toprak, hava, insan, hayvan, böcek ne varsa zehirleniyor.
Ama…
İzlanda’da da böyle bir sorun yok.
Hatta insanlar jeotermalin çevreye zarar verdiğini belki de bilmiyorlar.
Zira onlarca yıldır kullandıkları teknoloji inanılmaz gelişmiş.
Adam yeraltından elde ettiği jeotermal suyu önce elektrik enerjisi elde etmek için kullanıyor.
En küçük bir sera gazı sıkıntısı olmaksızın aynı su hem ısıtmada, hem de seralar aracılığı ile tarımda kullanıldıktan sonra geldiği kaynağa geri gönderiliyor.
Bir anlamda doğadan gelen, yeniden doğaya iade ediliyor.
Tabii bu tür işletmelerin yatırım maliyetleri bizdekine göre daha yüksek.
Bizdeki işletmelerde ise jeotermal kaynaktan elde edilen yüksek ısılı su elektrik üretimindeki işlevi bittikten sonra rastgele doğaya salınır.
Jeotermalin çevreye yarattığı tahribat da işte bu noktada başlar.
Oysa o minicik ülkedeki yönetmelikler uygulanmış olsa ne Aydın’da, ne de diğer illerimizde doğa bu kadar kirlenmez.
Ortada böyle bir model varken bunun için yapılması gereken şey belli.
Doğayı korumayan işletmelere ruhsat verilmese, ürettikleri elektrik satın alınmasa onlar da zorunlu olarak kendilerine çeki düzen verirler.
Anlayacağınız jeotermal enerji bir kirlilik kaynağı değil, zenginlik aracı.
Doğayı katleden ise vahşi işletmeler…