İncelik…
Zarafet…
Asalet…
Şimdiler de bu üç kelime süslü mücevher firmalarının reklamlarında gördüğümüz sloganların ötesine geçmiyor ne yazık ki… Oysa bizler bu üç kalıba ne kadar hasretiz bilinmez...
İncelik…
Zarafet…
Asalet…
Şimdiler de bu üç kelime süslü mücevher firmalarının reklamlarında gördüğümüz sloganların ötesine geçmiyor ne yazık ki… Oysa bizler bu üç kalıba ne kadar hasretiz bilinmez… ‘Eski insanlar’ diye bir laf var, eminim ki duymuşsunuzdur. Bu laf sizce de sadece geçmişe olan özlem mi? Yoksa onlar gerçekten bambaşka kültürlerle yoğurulmuş, ince işçiliklerle süslenmiş ve o dönemin adabıyla kalifiye olmuş gerçekten özel insanlar mı?
Eskiden gerçekten her şey daha mı özeldi? Daha mı özenliydi?
Eskiden ‘kapıyı kapat’ denilmezmiş mesela, biliyor muydunuz? Çünkü kimsenin kapısı gerçek anlamda kapansın istenmezmiş. O yüzden ‘Kapıyı ört’ ya da ‘ Kapıyı sırla’ dermiş insanlar. Kapının yavaşça örtülmesi ise edeptenmiş…
Allah kimsenin ışığını söndürmesin diye ‘Lambayı söndür’ kelimesini kullanmaktan da kaçınırmış eskiler. ‘Lambayı dinlendir’ denilirmiş… Lamba ayrıca yakılmaz, sakince uyandırılırmış…
Uyuyan birisi uyandırılmak için sarsılmaz, adıyla seslenilmez, ‘Agah ol erenler’ derlermiş. Nezaket, incelik, edep her işin başındaymış… Ona eren de uyanık olurmuş zaten.
Çok konuşacağım derdiyle insanların söz kesilmez, işaret verilmez; fısıltılar, fiskoslar ise asla hoş karşılanmazmış. İnsanlar birbirlerine ‘siz’ diye hitap edermiş.
Evin içinde gezerken yere yumuşak basılır, mahallede bir cenaze varsa televizyonlar bile örtülürmüş.
Acıya ortak olunur, dertler bölüşülürmüş…
Evine bir hoş sada getirmek için gelen misafirin ayakkabıları dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş… ‘Git, bir daha da gelme’ der gibi değil; ‘Gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsun’ mesajı verilirmiş…
Hatıralar yaşatılırmış… Canlıya ve canını teslim edene…
İnsanlar özenliymiş… Çok özenli…
Şimdi dedim ya hepsi eskidendi, eskiden… Derdimize gömlek giydirip sokağa çıkardık artık biz. Ellerine hançer verip başkasına dert olduk. Takvimde yapraklar sarardığından beri, biz evimize ne bir takvim aldık, ne de samimiyet. Dostluğu unuttuk, kardeşliği ve yoldaşlığı… Aynı karından çıkana bile üvey olduk. Sonra unuttuk, insanoğlunun ölümlü olduğunu. O günden bu yana har vurup harman savurduk. Onların hepsi birikti ve biz insanlığımızı unuttuk.
Çok değil, biz bilirdik eskiden bu incelikleri… Ceketinin cebini yamayla tutturmuş dedemizden, elleri her daim un kokan ninemizden… Çayın demlisini, insanın edeplisini, yarenin mangal yüreklisini…
Çok değil, bilirdik biz eskiden edebi… Nerede nasıl davranılması gerektiğini…
Unuttuk şimdi.
Çayın demine,
kişinin edebine,
alaca şafağı bile yakan mangal yüreğe…
Belki de en önemlisi…
İnsanın bile eskisine hasret kaldık…