Memleketin dört bir yanı gelinlik giymişçesine bembeyaz... Sosyal medya hesabım karlar içinde fotoğraf çeken arkadaşlarımla doldu taştı. Renk renk kayak kıyafetleri içinde koca koca kadınlar yere yatı...
Memleketin dört bir yanı gelinlik giymişçesine bembeyaz... Sosyal medya hesabım karlar içinde fotoğraf çeken arkadaşlarımla doldu taştı. Renk renk kayak kıyafetleri içinde koca koca kadınlar yere yatıp melek figürü çiziyor, olacak iş değil. Bir de karın üstünde mangalda sucuk keyfi yapıyorlarmış... Ne kadar da ilkel, değil mi (!)
Bakma sen bana, çok kıskanıyorum çok... İzmir’e en son ne zaman kar yağdı, hatırlıyor musun? Tipik bir İzmirliysen bu kavramdan sen de benim gibi oldukça uzaksındır. “Yani sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun” diye boşuna dememiş minik serçem. Biz kar nedir bilmeyiz, kardeş... Her kış bırak kemiklerimizi, kılcal damarlarımıza kadar donduran bir soğuğu kucaklarız biz... Mont, eldiven, atkı, bere ne fayda... Soğuk ensemizden girdi mi bütün iç organlarımızı dondurur, kutuplara taşınmış buzağı yavrusu gibi paldımsızca sokaklarda yürütür... Ah bir kar yağsa... Kesin İzmir’de trafik sıkışır, millet sokaklara dökülür, işyerleri tatil olur... Nasıl karşılayacağımızı bilemeyiz biz.
Söylediklerine göre hafta sonu bize de kar yağacakmış... Duy da inanma!
Biz yine başka memlekette yağan karın soğunu çeker, hasta olmamak için vitaminlere, bitki çaylarına saldırırız. Pantalonun içine kat kat içlik, termal çorap giyer, burnumuzu ısıtacak bir soba ararız.
Ama bir yağsa...
Ne güzel olurdu, değil mi?
***
“Maliyetlerin altından kalkamayan esnaf lahmacun satmayı bıraktı”
Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haberi sizinle paylaşmak istedim. Girdi fiyatlarının yükselmesi nedeniyle lahmacunun fiyatı 18 ila 20 liraya çıkmış. Hal böyle olunca da satışlar azalmış, esnaf sadece pide yapmaya karar vermiş... İçim nasıl buruldu, anlatamam. Hemen küçüklüğüm aklıma geldi...
Ben küçükken mahalle aralarına lahmacuncular gelirdi. Yanlış hatırlamıyorsam o zamanlar lahmacunun tanesi 25 kuruştu. Motorun arkasında küçük bir sepet... Buharı üzerinde tüten. Akşamüstü saat 17.00 civarı... Yokuşun başında göründü mü motorcu, çocuklar bir bir toparlanırdı. Bir bir ‘Anne!’ sesleri yükselir, bozukluklar balkonlardan aşağıya yollanırdı. Lahmacuncu, nefis lezzetini domates ve roka ile şenlendirir, isteyenlerinkine limon ile acı biber de eklerdi. Mahallenin çocukları deli olurdu ona, deli...
Ben mi?
Pencereden içime çeke çeke izlerdim o görüntüleri... Anneannem hasta olurum diye dışarıya çıkmama izin vermezdi kış günleri. Hele de sokaktan bir şey yemek mi, ne mümkün. Küçüklüğüm boyunca ‘Onların üzerinde kıyma yok, çamur sürmüşler’ diye kandırılmaya çalışıldım. Ama bu, canımın çekmesine asla ve asla engel olmadı...
Şimdi yaz akşamları sahile gelir oldu bizim lahmacunlar... Üzerinde az kıyması, domat ve rokasıyla... Her gördüğümde durdurur, alırım. Sonuçta yılların hasreti var...
Neyse, diyeceğim o ki... Yıllar geçtikçe yitiriyor, yıllar geçtikçe azalıyoruz... Hayat bizden alıp gidiyor ufak tefek mutluluklarımızı... Anılarda kalıyor, acısı da tatlısı da...
Fark etmek lazım bunu, tam da şu anda! Harekete geçmeli... Harekete geçmeli...
Sağlıklı, mutlu haftalar!