Hayatta kalmak, işte bütün mesele..
Şimdi sizler için bu cümleyi alıp açmak isterdim. Oturup detaylıca konuşalım, üzerine tartışalım. Parçalayalım atomları, hayatta kalmanın edebiyatında savrulalım...
Hayatta kalmak, işte bütün mesele..
Şimdi sizler için bu cümleyi alıp açmak isterdim. Oturup detaylıca konuşalım, üzerine tartışalım. Parçalayalım atomları, hayatta kalmanın edebiyatında savrulalım. Ve işte, kocaman bir yazının sonunda da buraya çıkalım. Çünkü bugünün başlangıç cümlesi sanki yazının son cümlesi gibi sırıtıyor önümde.
Nitekim buradan farklı bir yere taşıyacağım sizleri. Hayatta kalmanın ötesine..
Yaşamaya..
***
Var mıdır sizce hayatta kalmakla- yaşamak arasında bir fark?
Hayatta kalmak biraz hayata tutunmaya benziyor bence. Buraya bir not gireyim, Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ diye bir kitabı vardı. İnsanların hayata tutunamadıkları gibi ben de o kitaba tutunamamıştım. Sonra bir gün yalnız olmadığımı fark ettiğimde çok sevinmiştim. Ne hikmetse tutunamayanlarımız fazlaymış..
Sadece bir kelime çağrışımıydı, hayata geri dönelim.
***
Yani, hayatta kalmak için her yol mubahtır demek gibi. Çaba var bu işin içinde. Mesela Google’da aratalım kelimeyi. Ne buluyoruz biliyor musunuz? Bir ormana düşerseniz ve olur da çıkamazsanız, ateşi nasıl yakarsınız? Nasıl hayvanlar tarafından yenilmeden uyursunuz? Google tavsiyeleri bizi doğayla bütünleştiren nadir yerlerden bir tanesi, ki bu muhteşem bir durum değil mi?
Sadece bu anlamda kullanılmıyor artık hayatta kalmak. ‘Bu şartlarda yaşamak’ ile başlıyor cümlemiz. Şartların kötü olması, yaşama zevkini mi alıyor elimizden? Çırılçıplak doğaya bırakılmış insanlar gibi bakıyoruz etrafımıza, ateş yakmayı da bilmiyoruz diyelim, görüyor musunuz dönüşen dünyaya nasıl uyum sağlayamadınız ve hayatta tutunamadınız!
Şimdi sert bir geçiş yapalım.
***
Yaşamak ise şununla birleşiyor zihnimde. Bir ormandasınız, ateşiniz var ve hayatta da kalmışsınız. Sesleri dinliyorsunuz, bir enerji akıyor sizden etrafınıza doğru, evrenin bir parçası olduğunuzu, yaşadığınızı orada anlıyorsunuz.
Aynı bir denizin içinde sırt üstü yatmak gibi. Denizin sesine kulak vermek. Aslında kendini duymak. Kalp atışlarınızı, dalgaları, başka insanları..
Altınızdaki koca su kütlesinin tepenizdeki mavilikle buluşması ve sizin bu tablonun tam ortasında durmanız.
Hayatta kalmanın ötesinde, ruhunuzda hissettiğiniz ve kendinize bağlandığınız o noktayı hiç yakaladınız mı?
***
Ruhuyla hiç tanışmadığını düşünen bir danışanım vardı. O küçük anları, enerjinin yükseldiği ve kendini bağlantıda hissettiği anları aradık birlikte. Vardı da. Sadece görülmemişti şimdiye kadar. Hayatta kaldığını düşünüyordu-ki bu uzun vadede bir yıpranma da getiriyor. Yaşadığını görmek çok iyi gelmişti. Oh be! Yaşıyorum da ben demek ki!
***
Bir sabah kahvesinde, okuduğunuz kitabın bir cümlesinde, biriyle göz göze geldiğinizde, sadece denizi görmek için sahile indiğinizde, rüzgar yüzünüze değip yoluna gittiğinde, acıyı hissettiğinizde, muhteşem bir yemeği yerken ağzınızda oluşan o patlama hissinde, kendinizi iyileştirdiğinizi fark ettiğiniz o yerde, öylece gülerken bir anda!
Yaşadığınızı siz de hissettiniz mi?