78 yazıydı. Balıkesir Tren İstasyonuna elinde torbasıyla yaşlı bir adam indi.
Köşede duran taksiye yavaş yavaş yanaştı.
-Evladım beni Üçpınar’a götürür müsün?
-Götürmez miyim amca? Atla arabaya!
Yaşlı adam yolda hiç konuşmuyordu. Güneş yanığı yüzü sert bir kaya gibi duruyor, kara gözleriyle uzun uzun tepeleri, dağları süzüyordu. Toygar Tepe civarına gelince birden dur! dedi. Atladı arabadan hızlı adımlarla mezarlığa daldı. Az ilerdeki ağaca sarıldı. Bir süre öylece kalakaldı. Geri döndüğünde;
-Tamam burası dedi. Bizim köy.
-Bu ağaç da Hacı Abdullah’ın çitlembiği
-Tanıdım O’nu.
Az sonra kahvenin önündeydiler. Yaşlı adam tahta bir sandalyeyi altına çekti.
Yanaşan kahveciye el işareti ile git dedi. Konuşmuyor, oradakilerin yüzlerine derin derin bakıyordu. Muhtar geldi. Yanına oturdu.
-Amca sen biri mi arıyorsun?
- Kimseyi aramıyorum. Ben bu köydenim evlat.
-Amca 20 yıldır muhtarım ben. Seni tanımıyorum. Kimsin. Kimlerdensin.
-Çok oldu evlat. Beni tanısa tanısa ihtiyarlar tanır. Sen onları çağır bi zahmet.
EYÜP ÇAVUŞ
Çok geçmeden köyün ihtiyarları kahvehanede toplandı. Garip kıyafetli, yaşlı adam sormaya başladı. Süleyman Çavuş nerede? Öldü. Koca Salih? Öldü.
Topal Murat? O da öldü. Eyüp Çavuş? Bir adam usulca ayağa kalktı. Yaşlı adamın gözlerine dikti gözlerini. Baktı… Baktı. Eyüp Çavuş benim dedi. Sonra birden yaşlı adama sarıldı. Muhammet Remzi sen misin be? Nerelerdeydin bunca senedir? Muhammet Çavuş harp Çanakkale’de bitince 1916’da Gazze’ye yollanmış, orada yaralanınca Halep’e hastaneye götürülmüştü. Ancak Halep’te düşünce halk, gâvur askerimize eziyet eder diye, onu ve arkadaşlarını saklamıştı.
Savaş bittiğinde ise o, Fransızların çizdiği sınırın öteki tarafında kalmıştı.
Ama yüreğindeki vatan hasreti hep içinde kor olarak yanmış, Tam 64 yıl sonra memleketine dönmüştü. Ölmeden önce son bir kez onu görmek. Toprağına basıp, bir yudum suyunu içmek için.
Bizimkilere ne oldu diye sordu? Yaşayan var mı? Annen baban öldü.
Karın öldü. Abin, kardeşlerin hepsi öldü. Yalnız kızın sağ. Gözleri karardı. Kulakları uğuldadı yaşlı adamın. “Ne? Kızım mı?” diyebildi. Kızı o gittiğinde sadece 15 günlüktü. Ama beni o tanımaz ki? Haber saldılar. Hatçe’ye Koş gel dediler… Baban geldi. Baba kız iki yabancı gibi kahvenin önünde tam 64 yıl sonra buluştular. Önce uzun uzun baktılar birbirine. Dizleri tutmadı. Dilleri söylemedi. Ne diyeceklerdi ki. Eyüp Çavuş bozdu sessizliği. Kızım bu senin baban. Hadi, öp babanın elini. 64 yılın hasretiyle sarıldı baba kız birbirine.
Yıllardır ayrı iki dağ, iki vatan gibi. Muhammet Çavuş 2 hafta kaldı köyde.
Dağları taşları gezdi. Eskileri andı. Sonra bir sabah ben gidiyorum dedi.
Başka evlatlarım Suriye’de beni bekler dedi. Geldiği gibi bir sabah sessizce gitti.
Ama ertesi yıl geri geldi. Yanında oğlu ve kızıyla. Kendi adını vermişti oğluna.
Neden diye sorunlara “Ben memleketime dönemezsem adımla o gitsin, görsün” demişti.
Kızına ise 100 km uzağında olduğu ancak 64 yıl adım atamadığı ülkesinin adını vermişti. Sırf içindeki özlem hep taze kalsın diye.
-Türkiye…
O yüzden Halep Türkiye’dir. Türkiye de Halep.
Tıpkı Musul.. Üsküp.. Varna.. Selanik gibi…