Ceza hukukunda belli kurallar var. Suç ve ceza kişiseldir. Bir kişinin işlediği suçtan ötürü bir başkasını cezalandıramazsınız. Bu cümleyi sarf ettim diye azmettirenin sorumluğunu ve alacağı cezayı unuttum sanmayınız. Fakülteyi de sayarsak 44 yıllık hukuk serüveninden sonra unutursam ayıp zaten. Kaldı ki öyle bir hafızaya sahibim ki hani üzerinize afiyet, fil hafızası desem yerindedir. Fil dedim de aklıma geldi.
Siz hiç “filler tepişir çimenler ezilir” atasözünü duymuş muydunuz? Açıkçası bu sözü ilk kez duyduğumda çocukluk döneminde olduğumdan pek anlamamıştım. Koca koca filler tepişirse altta kalan çimenlerin ezilmesinden daha doğal ne olabilir ki? Zaman içinde büyüyüp sözcüklerin de özgün ruhları olduğunu gördüğümde yani, atasözlerinin toplumların yegâne aynası olduğunu iyice öğrendim. Öyle ki atasözleri ve deyimler kitapçığı neden okullarda Türk dili ve edebiyatından ayrı bir ders olarak okutulmaz diyerek hayıflandığım olmuştur. Düşününüz bir kez acaba neden insanlar yaşadıkları çağın yaşanmışlıklarından süzdükleri dersleriönce duvarlara çizmiş, giderek te kısacık söz dizilerine emanet etmişler. Bizler de kuru kuruya tarih kitabı okuyup ezberleyeceğimize, belleğimizin kütüphanesine ne kadar çok atasözü armağan edersek o kadar zenginleşiriz herhalde. Şimdi haklı olarak bir paragrafın içine sığmış ceza hukuku, hafıza, filler, hatta atasözlerinin insan yaşamındaki tarihsel önemini nereye bağlayacak diye düşünüyorsunuz. Sözü uzattıysam beni hoş görün, kuşkusuz futbola bağlayacağım.
Çocukluk yıllarının mızıkçı neşesini bir kenara koyarsak ortalama elli yıldır bilinçli bir futbol izleyicisiyim ki bunun otuz seneye yakını futbol sahalarında muhtelif görevler ile geçmiştir. Bu kadar yıldan futbol adına süzebildiğim tek bir şey var. Kazanan hepsini alır. Bunun dışında tek bir gerçek yok inanın. Ülkemizde her gayret salt bu “kazanan” sözcüğünün içinde yer almak için. Futbol takımı, taraftar, hakem, yönetici ve aklınıza daha kim gelirse, herkes kazanan olmanın peşinde. Hal böyle olunca da kural denilenin işlevi elbette bilerek ve dahi isteyerek değersizleştirilmekte. Bu noktada artık işin laf kalabalığına dönüşmüş teori tartışmasını bir tarafa bırakmak gerektiğini düşünüyor ve en yalın şekli ile konuyu irdelemek gerektiğine inanıyorum. Olayın özünün yalnız kazanma olduğunu peşinen kabul ettiğimiz vakit karşımıza işbu kazanma olayını kimin ne kadar çok önemsediği, dahası nereye dek etkilediği çıkmakta ya, işte kiminin “yapı” kiminin de “emmim dayım hukuku” olarak nitelendirdiği şu gözlerinden ateş fışkıran ejderhayı üzerimize salan zihniyetten konuşmak gerekmiyor mu? Öyle yapalım o zaman.
Efendim, bu öykünün masumiyet müzesinde sergilenecek kısmı sezon başında sergilenen sportmence mesajlar ile başlıyor. Futbol takımlarımızda aşağıdan yukarıya doğru muayyen derecelerde yöneticilik üstlenen saygın beyefendiler Türk Sanat Müziği programındaki giriş taksimifaslını andıran ligin ilk haftalarında, konseptin olmazsa olmazı gibi düşünülen mikrofonlara gayet vakur tavırlarla zarif sözcükler sarf ediyorlar. Henüz pandomima kopmadığından olsa gerek, aman bir nezaket, bir nezaket ki sormayın gitsin. Genç hakemlerimize güvenimiz tam adlı beste bunlar arasında en gözdesi. Bu arada “eski camlar bardak oldu” şarkısının güftesine konu eski camların ne büyük emekle ortaya çıkarıldığının bir önemi bulunmadığını ifade etmeliyim. Kaldı ki daha geride bir cümle ile harcanacak yüzlerce insandan oluşan bir servet gani zaten. Her neyse, giriş taksimini takiben icra edilen bildik şarkıların ardından puan kayıpları veya kimine göre aşırı puan kazançları başlıyor ve birden ağır eserlerden daha ritmik eserlere geçiliyor. Takip eden süreçte devreye, oynanan maçlardan her nedense dilediğince seçilen görüntülerin devreye girdiğini görüyoruz. Şöhrete doyamamış her konunun bilirkişilerinden oluşan beraber ve solo şarkılar heyeti, işi elbirliği ile daha da içinden çıkılmaz hale sokmaktan geri kalmaksızın, zıvanadan çıkmaya hazır dimağlara bekledikleri tüm malzemeleri itina ile sunuyorlar. Hele maç büyük maç olarak nitelenmiş ise tartışmalar saatlerden günlere hatta haftalara sıçrayabiliyor. Neticede fillerden hangisi geride kalmış ise yekdiğerini ve onun kurduğunu hayal ettiği yapıyı sorgulamaya başlıyor. Başka deyişle piyes metni hep aynı metin ancak tirat kısmısöyleyenin sesinin rengine ve elbette finalde oluşmuş sonuca göre farklı. Tıpkı bukalemunların korku anında renk değiştirmeleri gibi.
Aslına bakarsanız bunlar ne kadar lüzumsuz. Suçlu aramaya hiç gerek yok ki. Başlangıçta dedik ya, suç ve ceza kişiseldir diye, eh genç hakem kardeşimizin fermanı fillerce yazılıp, daralan göğüslere bir kaç haftalığına nefes aldırılacağına göre, bundan ötesianlamsız kalmıyor mu? Ben bu pazar yerinde yoğurdum kara diyeni hiç görmedim. Acizliğini kabul edeni de. Uzun lafın kısası filler tepişmeye çimenler ezilmeye berdevam. Sözün özü ise o ki; filler ne zaman yorulursa bu tiyatroda izlediğimiz kavga ancak o zaman bitecektir efendim. Bu yüzden hiç canınızı sıkmayın ve işi gırgıra vurup eğlenmenize bakın derim.
Durduk yerde birbirinizi kırıp, dertlerinizi ötelemenizi sağlamak adına tarafınıza sunulmuş eşi benzeri bulunmaz ilaç futbol yüzünden birbirinize kinlenmenin ne âlemi var? Ortada bir sezonda kazanılabilecek adı belli yalnızca tek bir şampiyonluk olsa bile, siz iyisi mi herşeyi boş verip Orhan Veli üstadımızın edebiyatımıza armağanlarından olan şu dizeleri iyi anlamaya çalışın.
İlk yemişini bu sene verdi /kızılcık/ üç tane/ bir daha seneye beş tane verir /ömür çok / bekleriz/ne çıkar?/ İlahi kızılcık …