Yazının başlığını okuduğunuzda birçoğunuz şaşıracaksınız ama gerçek, savurganlığın önüne geçmek ve ekonomik küçülmekten geçiyor. Devlet dairelerindeki araç, gereç, lüks savurganlığının çaresi buralard...
Yazının başlığını okuduğunuzda birçoğunuz şaşıracaksınız ama gerçek, savurganlığın önüne geçmek ve ekonomik küçülmekten geçiyor. Devlet dairelerindeki araç, gereç, lüks savurganlığının çaresi buralardan başlayacak küçülmedir ve her alana yayılmalıdır. Küçülmek ama önümüzde seçimler var, bu konuya şimdi neşter atılamaz. Paradan altı sıfırın atılması, başörtüsü, Genel Kurmay’ın Milli Savunma Bakanlığına bağlanması ve Ayasofya Camii’nin ibadete açılması gibi zamanı gelince olması gerekecek işler...
Çünkü gündelik yaşamımızda bir ülkede ne kadar çok üretim olur ve ne kadar çok insan zorunlu ihtiyaçlarının ötesinde zorunlu olmayan ihtiyaçları için de harcama yapıyorsa “aşırı tüketim” ülke ekonomisi de o kadar büyüyecektir. Ekonomi ne kadar çok büyürse, o ülkenin, daha az üretip tüketen ülkelerden çok daha kalkınmış ve daha refah içerisinde olduğu kabul görecektir. Böylece o ülkenin “zenginler kulübünde” olduğu var sayılacaktır…
Yukarıda özetlenmiş sosyo-ekonomik çıkarsama, son kırk yıldır dünya piyasalarına hâkim olan neo-liberal düşünce kalıplarına hapsolmuş serbest piyasa ekonomisinin bir sonucudur. Bu sistem, Turgut Özal Hükümeti zamanında Türkiye’ye de getirilmişti...
Hükümetler siyasetteki başarılarını, muhalifler de hükümetlerin siyasi başarısızlıklarını, ekonomik büyüme ile ilgili rakamların artıp artmadığına bağlı olarak değerlendirip eleştiriyorlar. Buna göre eğer bir ülkenin ekonomisi önceki yıllara göre büyüyorsa o ülkede işler iyiye gidiyor demektir. Önceki yıllara göre ekonomik büyüme rakamları azalıyorsa, yani ekonomi küçülüyorsa, işler kötüye gidiyor! Bu düşünce kalıbı, siyasete o denli nüfuz etmiş ki, bugün dünyanın pek çok ülkesinde ekonomik büyüme, sağ ve sol siyasi jargonda, adeta “ekonomik başarının ölçütü” kabul görmüş. Böylece pek çok ülkenin, iki farklı dünya görüşünde olduğu iddiasıyla yola çıkan “sol” ve geleneksel sağ partilerini, farklı sivil toplum örgütlerini de birbirine yaklaştırmıştır…
Dünyanın en büyük ekonomilerinden ABD ile Çin, son yirmi yıldır dünyanın en büyük siyasi gücü olmak uğruna özellikle ekonomik büyüme üzerinden büyük bir yarış içerisindeler. Yalnızca bu iki “süper güç” de değil, Avrupa Birliği üyesi ülkeleri başta olmak üzere, (1) Rusya’dan Brezilya’ya, Kanada’dan Avustralya’ya ve Türkiye gibi dünyada ilk 25’i arasına girecek kadar ekonomisi büyük olan ülkeler de böyledir...
Ekonomik büyüme ile kalkınmayı önerdikleri pek çok az gelişmiş ülkeler de benzer yolu takip ediyor. Serbest piyasa ekonomisinin ekonomik büyümeyi başarının ölçütü ve böyle düşünmeyi de adeta tartışılmaz kılan düşünce kalıbı, içerisinde siyasi iktidarların en çok önem verdikleri konuların başında yer almaya devam ediyor…
Şimdi bu düşünce kalıbını biraz daha açmak istiyorum:
Özellikle 1980’lerin başında, ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher’den günümüze dünyada serbest piyasa ekonomisi, gelişmiş ülkelerden başlayarak daha az gelişmiş olanlara doğru hızla yayıldı. Bir sonucu ülkelerin ekonomik büyümesinin, GSMH artışa dayanıyor olması. Bir ülkede muhalefete düşen sol siyasetler de hükümetlere karşı eleştiri oklarını, sağlık, eğitim ve hizmet sektörünün yanı sıra yoğunlukla ekonomik büyüme, yani GSMH rakamlarında bir önceki yıla göre yaşanan reel düşüş üzerine bakarak yöneltiyorlar. Ekonomik büyüme GSMH’de sürekli artışı, yani ülke içinde bir önceki yıla göre daha çok üretmeyi ve daha çok tüketmeyi gerektiriyor…
(DEVAM EDECEK)