Ülkemizde gündem çok hızlı değişiyor. 2024 yılının son günlerini ağırlıklı olarak ekonomi ve asgari ücret tartışmalarıyla geçirdik. 

Siyasette ise MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin PKK ve Öcalan konusundaki çıkışının ardından yürütülen görüşme trafiği tüm ülkenin dikkatle takip ettiği bir konuya dönüştü. Heyetler arası görüşmeler, İmralı’dan çıkacak mesajlar, siyasi liderlerin farklı beklentileri ve Anayasa tartışmaları derken bu gündem ara ara sakinleşse de yıl boyunca ülkemizin en önemli tartışma noktalarından biri olacak.

Unutmamamız gereken konuların başında ise yakın geçmişte ülkenin farklı bölgelerini derinden etkileyen deprem gerçeği geliyor.

Son günlerde İstanbul başta olmak üzere deprem üretme potansiyeli bulunan farklı kentler ve bölgeler özelinde Yer ve Deprem Bilimci Prof. Dr. Naci Görür’ün açıklamalarını takip ediyorum.

Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden 11 ili etkileyen Maraş ve Hatay depremlerinden bu yana ülkeyi bekleyen felaketler, depreme karşı alınabilecek önlemler, yeni kurulacak şehirlerdeki deprem dirençli alanların oluşturulması gibi farklı konularda bıkmadan, usanmadan gücü ve sesi yettiğince açıklama yapmaya devam ediyor.

Naci Görür Hoca’yı ne kadar dinleyen var bilmiyorum ancak sahada yapılan çalışmalar hem yerel yönetimler hem de merkezi hükümetin depreme karşı hassasiyetlerinin giderek azaldığını fark etmemek mümkün değil.

RİSKLİ İZMİR

İzmir’de 100’den fazla vatandaşımızın hayatını kaybettiği 30 Ekim deprem faciası bu kadar yakınımızdayken, Seferihisar’da yaşanan tsunami felaketi üzerinden henüz çok da vakit geçmemiş olmasına rağmen özellikle İzmir’in en önemli gündeminin deprem ve depreme karşı atılacak adımlar olması şart.

İzmir’de mevcut yapı stokunun yüzde 60’ından fazlasının mevcut teknolojiye, mühendisliğe ve standartlara uygun olmadığı, kaba tabirle ‘kaçak’ olduğu gibi önemli bir bilgi var elimizde. Kent merkezindeki birçok ilçede daracık sokaklar boyunca uzanan sağlıksız yapılar olası bir depremde içerisine günlerce girilemeyecek düzeyde moloz yığınına dönüşme potansiyeli taşıyor.

Hatay depreminde günlerce girilemeyen sokaklardaki yıkıntılar içerisinde insanların yardım çığlıklarıyla binalarda yardım dileyerek hayatlarını kaybettiklerine şahit olduk.

Bayraklı’da çok sınırlı bir bölgede etkisini gösteren depremde bile yapmaya çalıştıklarımız/başarımız ortada. Büyük ölçekli bir depremde hem de birden fazla şehri etkileyen bir afette ortaya çıkacak kaosla nasıl mücadele edeceğimizi düşünmek istemesem de maalesef bu duruma alışkın olmalıyız.
Son İzmir depreminden sonra yaşadığım ilçe Karşıyaka’da birer ikişer dönüşen binaların yıkılma anlarında temel kazılarında ortaya çıkan manzaralar oldukça korkunçtu. Temeli çürüyen, korozyona uğrayan, Allah’a emanet bir pozisyonda yaşamın sürdüğü binalarda potansiyel ölü olarak depremi bekleyenleri rahatlamamız gerekiyor.

Ev-arsa sorununun arşa çıktığı İzmir’de sağlıklı ve erişilebilir konutların sivil toplum, kamu ve yerel yönetim iş birliği ile acilen hayata geçirilmesi şart.

Her an meydana gelebilecek bir depreme karşı unutmuş numarası yapmanın faydası yok maalesef.