Milyonlarca çalışanın gözü kulağı, asgari ücrete yapılacak zamma çevrilmiş durumda.
Hükümet, işçi sendikaları ve işveren sendikasının temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu ilk toplantısını bugün yapacak.
5 kişisi işçi sendikaları, 5 kişisi işveren sendikası, 5 kişisi de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı temsilcilerinden oluşan 15 kişilik Asgari Ücret Tespit Komisyonu, mevzuata göre aralık ayında 4 kez toplanacak. Komisyon, enflasyon oranları, geçim şartları ve ekonomik göstergeleri değerlendirerek yeni yılda geçerli olacak asgari ücreti belirleyecek.
ÇALIŞMA HAYATININ YÜZDE 65’İ
Açıklanacak rakam 7 milyon insanımızı doğrudan, ondan çok daha fazlasını da dolaylı olarak ilgilendiriyor. Bunun sebebi, Türkiye’de asgari ücretin “ortalama ücret” haline gelmesi ve asgari ücretin üzerinde ücret olan çalışanların da maaşlarına aynı ya da yakın oranda zam istemelerinden kaynaklanıyor.
İş hayatına başladığım 90’lı yılların ortalarında asgari ücret, en vasıfsız ve emek yoğun işleri yapmak zorunda kalanların aldığı ücretti. Bu ücreti alanların, çalışma hayatının toplamına oranı yüzde 10’lar seviyesinde idi. Bugün ise durum çok farklı. Asgari ücret alan çalışanların oranı yüzde 40 seviyesine kadar yükselirken, bu ücretin yüzde 10 fazlasını alanlar ile asgari ücret alanların oranı, çalışma hayatının yüzde 65’ine karşılık geliyor.
İşte bu nedenle, açıklanacak ücret çalışma hayatının hemen tümünü çok yakından ilgilendiriyor ve bu ücretin büyük kentlerde yaşayan insanlarımız için ortalama yaşam standartının altında olduğu eleştirileri yapılıyor.
UYGULANABİLİR BİR ÇÖZÜM
Bu noktada bence uygulanabilir çözümler yok değil.
Türkiye’nin nüfus dağılımını doğru planlamak, köylerden kente ve kentlerin kendi arasındaki göçü engellemenin önemli bir anahtarı “bölgesel asgari ücret” olabilir.
Bu konu, 2000’li yılların başında yaptığımız ekonomi haberlerinin başında geliyordu. İş dünyasında da tartışmaların odağında idi.
AKP hükümetinin ilk yıllarında, Sanayi Bakanı Ali Coşkun’un ısrarı ile ilk aşamada 36 şehirde uygulanan “İl Bazlı Teşvik” uygulaması tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı.
Başarısız olduğu biline biline ısrar edilen bu uygulama ile birbirine düşmanlaşan iller yaratılmış, yetmemiş, teşvik verilen il sayısı 49’a yükseltilmişti.
O yıllarda da “bölgesel asgari ücret” uygulamasının, pek çok teşvikten daha etkili olabileceği iş dünyası tarafından dile getiriliyordu.
HEMEN KARŞI ÇIKMAYIN
Bazılarının ilk duyduğunda tüylerini diken diken eden bu önerinin, elbette mantıksal bir çerçevesi vardı. Türkiye’nin tümünde geçerli olan asgari ücretin, yaşamın daha zor olduğu gelişmiş illerde daha yüksek, kalkınmakta geç kalmış ve yaşamın görece daha ucuz olduğu illerde ise daha düşük olması öneriliyordu.
Sözgelimi bugün itibarıyla net 11 bin 400 TL olan, işverene yasal maliyeti 15 bin TL’yi aşan, diğer giydirilmiş maliyetleri ile 20 bin TL’ye yaklaşan bir asgari ücret düşünelim.
Bu maliyeti sanayisi gelişmiş kentlerdeki işverenler ve esnaf karşılamakta zorlanmazken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yatırım bekleyen kentlerdeki işverenler için astronomik seviyeye karşılık geliyor.
İZMİR İLE MUŞ AYNI MI?
Ayrıca enflasyon oranına göre belirlenen asgari ücretin alım gücü, bölgelere göre ciddi farklılıklar gösteriyor. İstanbul’da hiçbir anlam ifade etmeyen asgari ücret, Muş’un Bulanık ilçesinde yaşayan bir vatandaş için oldukça iyi bir gelir seviyesi anlamına geliyor.
Çünkü kentlerde ölçülen enflasyon oranları da birbirine göre ciddi farklılıklar gösteriyor.
Ve elbette kayıt dışı ekonomi…
Çalışanlarına, asgari ücretin altında maaş veren, sigortasını yapmayan, insani olmayan çalışma koşullarını dayatan çok sayıda işletme olduğu da biliniyor.
Kazanamadığı bir parayı işçisine veremeyen işletme sahibinin çıkar yolu, ya firmasını kapatmak ya da kayıt dışına yönelmek oluyor.
Sözün özü, Türkiye’de çalışanların ezici çoğunluğu 11 bin 400 TL ile 13 bin TL arasında gelire sahip. Ayrıca 2021 yılında yapılan araştırma, asgari ücret ile çalışıyor görünen çalışanların yüzde 13’ünün “bu seviyenin de altında” ücret aldığını gösteriyor.
MANTIKSIZ BİR ÖNERİ DEĞİL
Bu noktada bölgesel asgari ücret, ülkemizin yatırım bekleyen illerine ve kırsal bölgelerine yatırımcı çekilmesi için kaldıraç işlevi görebilir.
Başta işçi sendikaları olmak üzere, tam olarak anlamadan dinlemeden kategorik olarak karşı çıkılan bu uygulama, bana göre yeniden gündeme gelmeli.
Asgari ücretin her ilde ya da her ilçede aynı olmaması, bölgesel olarak farklı katsayılarla değerlendirilmesi mantığa aykırı bir öneri değil.
Türkiye’nin pek çok geri kalmış bölgesinin göç ve yoksulluktan, kayıt dışı istihdamdan kurtulmasının yollarından biri bana göre bölgesel asgari ücretten geçiyor.
Özellikle de kayıt dışı istihdamın alabildiğine yaygın olduğu tarım sektöründe kayıtlı istihdamın artması, insanımızın geleceğini ipotek altına almaması için bu önerinin ciddiyetle ele alınması gerekiyor.
+++++
“RAHMETSİZ” HENRY KISSINGER’IN ARDINDAN…
Köşe haberlerini haftalık yazınca, pek çok önemli gelişmeyi de atlayabiliyoruz.
Önceki hafta 100 yaşında ölen ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1923’te ev kadını bir anne ve öğretmen bir babanın çocuğu olarak Almanya’da doğmuştu.
Yahudi olan ailesi, 1938 yılında Nazi zulmünden kaçarak ABD’ye göç etmek zorunda kalınca Kissinger, eğitimini bu ülkede tamamlamıştı.
Kissinger ve ailesi kaçmakla isabetli bir karar vermişlerdi. Zira onlar kadar şanslı olmayan 13 akrabası Naziler tarafından gaz odalarında ya da toplama kamplarında öldürülmekten kurtulamamıştı.
NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ ALDI!
1969-1975 yılları arasında “ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı” olarak; 1973-1977 yılları arasında ise Gerald Ford ve Richard Nixon’un başkanlıkları döneminde ABD Dışişleri Bakanı olarak görev yapmıştı.
Son derece karanlık bir geçmişi olan Kissinger, dünyanın farklı coğrafyalarında ABD’nin çıkarlarına uymadığını düşündüğü siyasal rejimlerin askeri darbelerle devrilmesinde, iç savaşlar çıkarılmasında, kontrgerilla faaliyetlerinin desteklenmesinde bizzat planlayıcı ve uygulayıcı olarak rol almıştı.
1969 ve 1970’te Kamboçya’yı adeta haritadan silen bombardımanlar sonucunda ABD’nin en büyük travması olan Vietnam Savaşı’nın sona ermesi kararında etkili olmuştu.
1973’te Nobel Barış Ödülü’nü kazanan Henry Kissinger’ın ödülü, en tartışmalı ödüller arasında yer almış ve Nobel’in itibarına da büyük zarar vermişti.
RAHMET DİLEYELİM Mİ?
Kissinger, ABD yönetiminde aktif görev almadığı yıllarda da ABD dış politikasına yön veren politikaların baş mimarı olmayı sürdürdü. Bir yıl öncesine kadar elindeki bastona dayanarak da olsa dünyayı gezmeyi ve ülke liderlerine akıl dağıtmayı sürdürüyordu.
Dünya üzerinde yüzbinlerce insanın hayatına mal olan politikaların baş mimarı olan Kissinger, “Rahmetli” olarak anılacak cinsten bir politikacı değildi.
Sebep olduğu acıların, ölümlerin ve faciaların şimdilik sadece bir kısmı tartışılan Henry Kissinger ve politikalarının er ya da geç gün ışığı göreceğine eminim…
+++++
MEDYA KORKUSU MU,MEDYANIN KORKUSU MU?
Medya bir korku mudur, yoksa toplum için bir fazilet aynası mı?
Birincinin yahut ikincisinin genel kabul gördüğü yerde, etkiler aynı değerleri taşıyacağından galiba sonuç değişmeyecek…
Medya sonuçları korku veren bir fazilet aynası gibidir.
Korkutma katsayısı, mutlu etme bekleyişini kör kuyulara hapseden bir etki yaratır.
Sözgelimi…
George Bush'u dünyanın başına bin bir felaketin yaratıcısı olarak getiren Amerikan basını olmuştu. Ümit veren Senatör John Kerry, Amerikan basınının günlük dedikoduları gündeme getiren merakı nedeniyle önemli bir itibar ve oy kaybına uğramıştı.
Bu girizgâhı yapmamın sebebi şu:
Geçen haftaki köşe haberimizde değindiğimiz “Seçil Erzan tarafından dolandırılan futbolcular” vakası, basınımızın haber sofrasında daha uzun süre meze olacağa benziyor.
Benzer şekilde dolandırılan çok sayıda insan haber bile olmazken, aralarında ünlü futbolcular ve Türkiye’nin en önde gelen teknik adamlarından Fatih Terim’in olması, işin cilası oluyor.
Oysa, sadece olayı, kahramanlarını ve ailelerini ilgilendiren bir dolandırıcılıktan söz ediyoruz. Finansal boyutu da 44 milyon dolar seviyesinde.
Bundan kat be kat daha fazla olan yolsuzluklar, kamu özel iş birliği projelerinin sonuçları, yerel yönetimlerde, merkezi yönetimin uygulamalarında yaşanan çok sayıda olay söz konusu.
Bunların hemen hiçbiri gündeme gelmiyor.
Necip basınımız ve milletimiz, yolsuzluğun bile magazin içeren türlerini seviyor ve izliyor.
+++++
İŞTE DEVRİMCİ İRADE!
Kurtuluş Savaşı’nın henüz başlangıç ayları.
Yıllarca savaşmaktan yorgun düşmüş Türk milleti, geleceğine karamsar gözle bakıyor.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın –bazıları Harbiye’den arkadaşı ve hocası olan- en yakın silah arkadaşları bile bu umutsuzluktan nasibini alıyor.
Onun zaferden ve bağımsızlıktan söz ettiğini görenlerin yüzünde müstehzi bir ifade oluşuyor.
Nasıl mümkün olacak bağımsızlık? Ordu yok!
Paşa cevap verir:
-Yapılır!
İyi ama bunun için para gerekir, para da yok!
-Bulunur!
Diyelim ki bulundu… Düşmanlarımız düveli muazzama!
-Yenilir!
Mustafa Kemal Atatürk, milletine yapamayacağı hiçbir söz vermedi. Verdiği sözlerin hepsini yerine getirdi.
+++++
HAFTANIN SÖZÜ
Helalin adı kaldı, onu gören yok. Haram kapışıldı, hala doyan yok…
Kutadgu Bilig
+++++
E-posta: [email protected]