Mutluluk ve üzüntü; duygular, bir ailenin, bir ilişkinin, bir topluluğun paylaştığı üyelerdir. Bunu Bir Salyangozun Anıları (2024) filminin başkarakteri Grace bizlere hatırlatıyor. Aynı zamanda duygular, ilişkileri inşa etmenin temellerini de oluşturuyor. Bunlara olumsuz duygular da dahil. İlişkilerimizi hangi duygular üzerine kurduğumuzun farkında olmamız, yaşam süremizin de hangi ruh halinde geçeceğini belirleyebiliyor. Hangi çevrede olduğumuz, varlığımızın hangi duygulara ve düşüncelere maruz kalacağının temellerini atıyor. Filmdeki Grace’in kardeşi Gilbert, bulunduğu ortamın getirdiği olumsuz hareketler ve duygulanımlar sebebiyle çürümeye başlamıyor mu? Grace ise şans eseri denk geldiği iyi yürekli insanlar sayesinde az da olsa mutluluğa tanık oluyor fakat yaşadığı kayıplar nedeniyle insanın en temel karşılaşmalarından biri olan ölümle ve kayıplarla beraber yaşıyor.
ÖLÜM TEMASI
Ölüm, insan varoluşundaki en temel farkındalıklardan biri. Bunu günlük yaşantımızın anlamsız kargaşasında unutuyoruz. Bir Salyangozun Anıları da aslında ölüm ardından tutulan yasın portresi gibi. Grace, melankolik biri olarak tanımlanıyor. Türkiye Psikiyatri Derneği erken yaşta kaybedilen bir yakının depresyona temel atabileceğini yazıyor. Filozof Françoise Dastur, Sonluluk Hakkında Bir Deneme kitabında ölümü keşfetmenin aslında başkasının ölümüne tanık olmakla ilişkili olduğunu hatırlatıyor. Lakin Dastur’ün yazdığı gibi “ölümün karşısında geri durmaktansa ölümü hesaba katan bir yaşam trajikomedisinde üzüntüyle sevinci, kahkahayla gözyaşının kavuşturulması” gerekmiyor mu? Ölümün insan hayatında ciddi bir boşluğu ve soru işaretini yarattığını unutmamalı. Bizler, buna rağmen hayata tutunanlardanız. Tutunurken de eğlenerek ve bilgilenerek yaşayamamamızın önündeki en büyük engel Yeter! diyemememiz.
YETER! DİYEBİLMEK
Yeter! farkındalığı, Grace’in kardeşi Gilbert’in daimi üzüntüsünün sebebini içinde sakladığı bir ‘sır’ olduğunu fark etmesiyle başlayamaz mı? İçinizde tuttuğunuz sırlar sizi ne kadar üzebilir? Bu sırları ne zaman açığa çıkarıp Yeter! diyebilirsiniz? Filmdeki karakter Pinky’nin Grace’e verdiği öğüt gibi kafesten ne zaman çıkacağız? Bizi ne tür bir kafesin içine hapsettiler? Kendimize hangi kafesleri yarattık? İnsan kadar kendi inançlarının kafeslerine girmiş bir canlı daha var mıdır?
KENDİNİ UNUTMAK
Grace, babası için ‘bedeninin dışına çıktığını’ söylediğinde, kendisini bir anlığına unutarak, babasını yaşıyormuş gibi görmüştü. Beden aynı zamanda bir kafesti. Aslında bu görüşü Stephen King’in kitabından uyarlanan It (2019) filminden hatırlıyor gibiyiz. “Tüm yaşayan canlılar kendi şekillerinde ikamet etmek zorundadır.” diyordu Mike. Burada konu, korkunun ta kendisiydi. Kendini aşan canlılar korkuyu yener, korkuyla beraber yürür, sırlarını açığa çıkartır, bedenlerinden çıkar ve yaşama hevesinin içine dalarlardı. Toplumca eğlenmeyi unuttuğumuz, topluca bir melankoli halinde olduğumuz gerçeğiyle yüzleşirsek umutsuzluktan kurtulabiliriz belki de. Umutsuzluğun üzüntüye, depresyona ve huzursuzluğa götürdüğünü düşünmemiz yanlış mı? Hayatın, Grace’in söylediği gibi yeterince ‘kafa karıştırıcı!’ olmasına rağmen yaşamlarımızı daha karmaşık hale getirmemizin nedenini anlayan var mı?