Wim Wenders’ın Perfect Days filminin üzerimde bıraktığı olumlu etkileri düşünürken, kültürüne güvendiğim bir arkadaşımın filmi “beğenmediğini” ve bunun nedenini ise filme “sınıfsal” bir açıdan yaklaştığını söylemesi beni düşündürdü. Kendisine göre film, “tuvalet temizlerken bile mutlu olunabileceğini göstererek” kapitalizmi ve neoliberalizmi olumlayan hatta heveslendiren bir eserdi. Bu yoruma başta karşı çıkıp filmin temelinin böyle dar bir okumaya dayanmadığını savundum. Bana göre Perfect Days, her şeyden önce bir Zen filmiydi; güzelliği ve derinliği ufak diyaloglarda, basitlikte, doğada, sanatta, müzikte ve yapıcılıkta bulmamızı sağlayan bir yapımdı. Bu yönüyle film, bir varoluşçu sinema niteliği taşıyordu. Ancak üzerine düşündükçe, arkadaşımın bakış açısında haklılık payı bulduğumu itiraf etmeliyim. İçinde yaşadığımız düzenin, iş yaşamının, çalışma saatlerinin ve şartlarının üzerimizde yarattığı baskının ve paranın bu kadar değerli olduğu bir ortamda güzellikleri görmemizi etkileyen bir sürü etken olduğunu söylersek yanlış düşünmüş olmayız. Bu noktada ise sinema, insanlara yanlışları gösterebilecek önemli bir araç olarak karşımıza çıkıyor.

FİLMLERLE DEĞİŞTİRMEK

İnsan kültürünün en önemli parçalarından biri olan sinema, insanlığı eğitebilecek bir güce sahip. Psikolog Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı kitabında insanların eşitliği düşüncesini akıllı ve barışçıl bir yolla göstermek için filmlerin kullanılabileceğini yazmıştır. Fromm’a göre filmler, insan ırkının gelişimine katkı sağlayabilecek ve ortak başarılarını gösterebilecek güçte bir araç olarak da kullanılabilir. Bu söylediğinin doğruluğunu, günümüzde ‘filmlerle terapi’ veya ‘pozitif psikoloji ve sinema’ gibi uygulamaların yapılmasından anlayabiliriz. Sonuçta, sanatçının görevlerinden biri de Paul Klee’nin dediği gibi ‘göstermektir’. Yönetmenin görevlerinden biri de sinemayı doğru kullanıp, toplumsal yanılgıları göz önüne sermektir. Burada tabii ki ‘toplum için sanat’ fikrini savunmuyoruz. Sinemanın değiştirici gücünden bahsediyoruz. Filmler, Sovyet Rusya döneminde nasıl bir propaganda aracı olarak kullanılmayı başardıysa kuşkusuz, şimdiki ‘benci’ dönemin değiştirilmesi için de kullanılabilir. Bunun için de yönetimlere, devletlere ve partilere ihtiyaç yoktur. Bir avuç duyarlı sanatçının sinemayla neler başarabileceğini düşünebiliriz. Peki Perfect Days filminde konu olan baş karakter Hirayama, gerçekten de içine saplandığımız düzende mutlu bir insan portresi mi çiziyor? Film gerçekten de kapitalizm ve neoliberalizm güzellemesi mi yapıyor? Bu soruların net bir cevabının olmadığını söyleyebiliriz. Filmin sonunda Lou Reed’in Perfect Day şarkısını dinlerken hem tebessüm eden hem de ağlayan bir Hirayama görürüz. Perfect Day şarkısının arkasındaki anlamları düşünürsek film, içinde yaşadığımız bu zor ve anlamsız günlerin derin bir hüznün parçası olduğunu ve kapitalizmin içinde gerçek anlamda mutlu olmanın bir soru işareti olarak kaldığını gösterir. Her ne olursa olsun güzelliğin ve mutluluğun küçük ayrıntılarda saklı olduğunu unutmamakta fayda olsa da yanılsamalarla yüzleşmemizin en doğru karar olduğunu söyleyebiliriz.