Birkaç aydır “demir çarık demir asa” misali, kavurucu sıcağa da aldırmadan dolaşıyorum İzmirimi, söyleşiyor...

Birkaç aydır “demir çarık demir asa” misali, kavurucu sıcağa da aldırmadan dolaşıyorum İzmirimi, söyleşiyorum İzmirlilerle.

Çoğunlukla sohbetler, “eski günleri” hatırlayarak başlıyor.

Eskiden böyle miydi?” soruları, duymak isteyenlerin dikkatini çekecek kadar yoğun aslında.

Gerçekten de hepimizde “eski günlere” özlem yok mu?

Ağustos mesela?

O eski “20 Ağustos, 20 Eylül” süreçleri. İzmir’de esen yoğun “9 Eylül ve Fuar” rüzgarı?

Tepki çekeceğimi bile bile yazacağım!

İzmir kimliğinin omurgasıdır Fuar. İzmir’de, İzmir ruhunu hissetmeyenlerin de anlayacağı bir duygu değildir bu.

Siz bakmayın boş ve uyduruk siyaset mugalatasına, çocukluğunda Fuarı, “Fuar” gibi yaşamayanların konuşmaları kadar zararlı söylemler yoktur.

Zaten İzmir kimliğini kirletenler, kimlik tartışması çıkaranlar değil midir?

Sıcak yaz günleri, İzmir’de oturmadan, yazlığının verandasında “İzmir neden Barcelona olmasın” diye yazan “salon kalemleri” ve bu yazıları alkışlayan “Sporting Club” hortlağı kılıklı muktedirler değil midir İzmir’e zarar veren?

Lakin ne yapılır ki, “para” kimdeyse abuk sabuk da olsa “konuşma hakkı” ondadır?

Eskiden “9 Eylül” doğrudan “fuar heyecanına” eklenirdi.

9 Eylül ve Fuar birbirinden asla ayrılacak sözler ve ruhlardı. Ekonominin de ticaretin de, iletişimin de kalbi bir ay Fuar’da, İzmir’de atardı.

Gel de şimdi Sancar Maruflu’yu anma rahmetle!

Peki ne oldu?

Nasıl boşaltıldı bu dopdolu ruhun içi?

Fuara, sadece “park” olarak görenler mi vurdu tekmeyi?

Ben doğrudan söyleyim size.

İzmir’e son yılların en kalıcı darbesini indiren 12 Eylül emperyalist odaklı darbe ve bugüne kadar ki tüm güç ve işbirlikçileridir.

Fuarın anlamını yitirmeye başladığı ilk zamanlar 1981 ve sonrasıdır. 2000 sonrası ise ihanetin tescillendiği yıllardır!

İzmir aidiyeti hissetmeyen, “çıktığı yumurtanın kabuğunu” beğenmeyen İzmir sermaye güçleri, İzmir farkını da 9 Eylül ruhunu da, Fuar anlamını da “Bizans’a” terk etmiştir. Sermayenin içindeki bazı şahısların, sıcak şarap partilerinde ve Balçova dolaylarında, fuarın içinden yol geçirmekten tutun, Fuar alanı içine okul inşaatı düşünecek kadar şehirlerine hainlik istedikleri zamanları unutmadım.

Burhan Özfatura, Yüksel Çakmur, yeniden Burhan Özfatura dönemlerinden sonra hızla aşağı çekildi ve anlamı bulandırıldı, “Arsıulusal Fuar” heyecanımızın. 2000 yılından itibaren, İzmir’in her cins ve konsept muhteremleri, bir yandan “fuar panayıra döndü” eleştirisi yaparken diğer yandan da “panayır” evrimini avuçlarını ovuştura ovuştura haince desteklediler.

Size bir örnek anlatayım şimdi. Yıl sanıyorum 2002 ya da 2003!

İzmirli bir “iş insanı” bir otomobil devinin ziyaretinde, ecnebi otomobil ceosuna “fuarın anlamı kalmadı, insanlar artık fuara otomobil bakmaya gelmiyor, fuar kebap kokuyor” demişti.

Ve inanın bir tepki bile görmedi.

1930, 1940, 1950, 1960, 1970 gazetelerine bakın, ardından da 1980 ve sonrasına…

Fuarın değerini düşürenlerle, Basmane ve kuzeyini “yok sayan” güçler aynıdır.

Bugün Tunç Soyer’in “arka sıralar” ya da “mahalle bostanı” söylemlerini küçümseyenlerin tamamı, ruhlarını eski emperyalistlere “kiralamış” sözde “kanaat önderleriyle” yancılarıdır!

İşgal sırasında, işgalcilerle, işgalin efendisi İngilizlerle “kadeh tokuşturanlar” belki bugün yaşamıyor ama, hain ruhları anlaşılan hala dolanıyor uğursuzca.

Eskiden 9 Eylül ve Fuar heyecanı, bir ay önceden İzmir’in TÜM MAHALLELERİNİ sarardı. Ama 1980 sonrası azar azar “yok edildi” bu heyecan ve ruh.

Sanki sözü edilen “kıyı karnavalıymış” gibi, sadece “belirli” rotalarda yaşanıyor artık!

Tüm aslına uygun, iyi niyetli çaba gösterenleri selamlıyorum.

Tek dileğim, İzmir’in #İzmirGibi olmasıdır yeniden.

İzmir sadece “kıyıdan” ibaret değil tüm alanıyla İzmir’dir.

İzmir’i ağzına alacakların, önce kendilerini sorgulamaları gerekir.

İzmir ne İstanbul’dur ne Paris ne Londra ne de Venedik!

Bilmem anlatabildim mi!

Ben başladım, bakalım cumaya ne yazarım.

MAKAMLAR DEĞİLDİR ÖNEMLİ OLAN

Bugün pazartesi, hep yazıyorum konu çok.

Konu çok ama, hangisini ne zaman yazmalıyım, işte güç olan bu.

Yazıya “eskiye özlemle” girince, bazı anılar geldi aklıma.

Dört yıl kadar önceydi.

Soğuk ve yağmurlu bir gün. Hızlıca işyerime yürüyorum.

Bir baktım, kafası bereli bir adam, iş yerimin duvarlarını okşuyor. Merak ettim tabii, selam verdim ve kim olduğunu sordum. Tanıyamadım çünkü yüzünü de atkıyla kapatmıştı. Atkıyı indirince tanıdım…

Kim olduğunu yazmayacağım.

O duvarın olduğu binanın çok eski yöneticilerindendi yaşlı adam. İçeri davet ettim, kahve teklif ettim. Kabul etmedi. Selam verip aceleyle ayrıldı yanımdan.

İçeri girdim, o yöneticiyi hatırlayan, emekliliğine az kalmış bir çalışana anlattım durumu. Çalışan ağzını açtı, gözünü yumdu. “Ne yüzle girecekmiş içeri, vicdansız herif, iyi ki girmemiş, gelmemiş” demez mi?

Nasıl şaşırdım anlatamam.

Zaman zaman duraklarda, pazarda, çarşıda görüyorum “emekli makam sahiplerini.” Bazılarının etraflarında insanlar oluyor, bazıları tek başlarına…

Bazı dostlarım var şu an, makam sahipleri.

Bazıları on yıllardır hem de.

Allah hepsine sağlıklı ömür versin de birkaçına bu günlerde çok kafamı taktım.

Yahu “nasılsın” demek bu kadar güç mü?

Ya da şöyle düşünüyorum, tutun ki çok sevdiğim bir dostumla ilgili olumsuz bir bilgi edindim. İletişimi koparmam ki… Ararım hemen, açarsa telefonu doğrudan sorarım. O beni “çizmediği” sürece ben asla çizmem. Fakat bazıları, bir bilgi aldıklarında nedendir bilmem hemen o bilgiye inanıp, yılların dostluklarını yıkabiliyorlar.

Hangisi doğru sizce?

Mevki makamların geçici olduğunu neden anlamazlar ki? Mezarlık ziyareti de mi yapmazlar? İnsan olana ne güzel anlayıştır “gök kubbede hoş sada bırakmak”.

Bazı “makam sahibi” dostlarıma bunu hatırlatmak istedim. Tabii hala “dost” isek?

BAYRAKLI’Y A DAİR…

Sıkça Bayraklı yazmama “takanlar” var. Cuma yazısına yine tuhaf karşılıklar aldım. Kısaca yazayım neden vazgeçmediğimi. Ha son sözüme de dikkat buyrun.

Bayraklı benim yaşadığım ilçe. 2005’ten beri Manavkuyu’da oturuyorum.

Özellikle iki yıl önceki depremi yaşadığımdan, mahallemde ve ilçemdeki “yalanları” “talanları” “yağmaları” “üçkağıtları” “antin kuntinleri” takip ettiğimden dolayı dikkat çektiğimin farkındayım.

Bazıları şunu anlamıyor ben “koyun” değil “kula kul” değil, “fikri, vicdanı, irfanı hür” bir yurttaş insanım!

Artık herhangi bir siyasi partiye de üye değilim. Beni “saymayan” partiyi ben hiç “saymam.” Lakin objektifliğimi de yitirmedim.

Bayraklı halkının ayrımsız tüm siyasal partiler tarafından “yalnızlaştırıldığını” ibret ve dehşetle izliyorum. Özellikle CHP İlçe Başkanı hanımefendinin beni tanımasını beklemiyorum, merak ediyorsa “başkanına” sorsun. “Hancı ve yolcu” anlamını da çok iyi biliyorum. Gerçekten halkını seven sayan siyasetçinin, dedikoduyla değil bire bir iletişimle başarılı olacağı aşikardır ama ne yazık ki Bayraklı’da şu an “siyaset” halka dayalı değil “ranta” ve “ayrımcılığa” tabidir.

Bazıları, sağda solda hakkımda “başka amaçlarına var diyormuş ya, sadece gülüyorum. Allah aşkına, yazısını emanet bilgisayarda yazan bu gazeteci, nerden bulacak “çanta çanta para da” o “başka amaçlara” yürüyecek?

Hele de “rızkı veren hüdadır, kula minnet eylemem” düşüncesiyle yaşayan ben?