“Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz!”

Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz!” demişti Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923’te, Ankara’da… Ertesi gün 29 Ekim’de de dediği gibi “ilan olundu.” 1923’ten iki asır öncesi başlayan emperyalist tuzaklar, 1919’da fiili işgale dönüşmüştü. Anadolu’nun sahipleri artık “öz yurtlarında garip” bırakılmıştı. Hem de uğruna can verdikleri “devlet-i aliyenin” başındaki gafiller yüzünden. Padişah ve halifenin “kulları” şimdi de emperyalistlerin “kulları” haline sokulacaktı açıkça. O büyük sultan Fatih Mehmet’in fethettiği, İslam Peygamberi’nin övgüsüne mazhar olmuş ordu, silahlarını teslim etmişti. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a demir atan vapurdan inen Anafartalar kahramanı, “her şeyin farkındaydı.” Ama onun “farkındalığı” o gün değil, daha askeri okulda okurken başlamıştı. 1919–1922 arasında, hürriyetine zincir vurulmasını kabul etmeyen Anadolu Türk milleti, Mustafa Kemal Paşa’nın yanında savaştı ve İzmir’de son noktayı koydu. Bugünlerde İstiklal Savaşı’na dil uzatan “Sait Molla, Ali Kemal, Damat Ferit” benzerlerinin yalan ve iftiralarına rağmen Türkiye Cumhuriyeti, yarın 99 yaşına girecek. Her ev, dükkân şanlı bayrağımızla donanacak. Esaretin acısını hiç unutmayan İzmir, “Kırmızı beyaz coşacak” inadına… Ve Halkapınar’da yatan şehitler semadan gururla bakacak… Din referansıyla Mustafa Kemal’e, İstiklal Savaşı’na kafa tutan gafillere ise sorum şu: İslam; özgür ülkelerde mi yaşanır, tutsak ülkelerde mi? Size “kafa tutma” özgürlüğünü dahi İstiklal Zaferi’nin verdiğini unutuyorsanız, emperyalistlerin uşağı olmayı da kabul ediyorsunuz! Hangi siyasetten olursa olsun herkesin Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyorum… Yarınki coşkunun içinin bilinçle de dolu olmasını diyorum. BAŞKAN ÖZGENER’LE 90 DAKİKA Konuk olduğum Futbol Federasyonu eski başkanı, konukluk sürem de 90 dakika olunca bu başlığı atmak istedim. Şaka bir yana, çok çok uzun zamandır böyle bir duygu yaşamadım mesleğimde. Bana asır kadar eski gelen yakın geçmişte, en sert eleştirdiğim kişileri hatırlıyorum da biriyle bile yüz yüze görüşmemiz imkânsız değildi. Rahmetli Ahmet Piriştina’yı eleştirdiğim kadar Vali Yusuf Ziya Göksu, Emniyet Müdürü Halil Tataş da benim sert eleştirilerimi alırlardı. Ömür Kabak, Ali Aşlık, Aydın Şengül, Ömer Cihat Akay gibi AK Parti’li siyasetçileri de çok eleştirdim. Ama biri bile selamı kesip, kötülük düşünmedi. Lakin şu son süreçlerde inanılmaz bir iletişim kopukluğu yaşanıyor. Şimdilerde eleştirilere cevap vermek ya da eleştirilere karşı düşünce belirtmek yerine, hiç de hoş olmayan bazı yaklaşımları duyuyorum. Hâl böyle olunca, seçildiğinden beri sıkça eleştirdiğim İzmir Ticaret Odası Başkanı Mahmut Özgener’in araması ve kahve davetine hem çok şaşırdım hem sevindim hem de “umudun asla bitmeyeceğine” bir kez daha inandım. Ziyaret fotoğrafı yayılınca bazı çevre ve arkadaşlarımın şaşkınlığını da anlayamıyorum. Garip doğrusu. Şu da var ki Mahmut Özgener’in cennet mekân babası Esin Özgener’le tanışıp, onu dinlemiş bir gazeteciyim. Kayınpederi Kemal Çolakoğlu ise benim sohbet etmekten büyük keyif aldığım bir İzmirli ağabeyim. Ama şimdi nerelerde, ne yapar bilemiyorum. Mahmut Özgener, yazımda “katılmadığı” düşüncelerimi söyledi bana. Benim iktidar partisinin, İzmir’de iş örgütleri üzerinden kontrol sağlamaya çalıştığı düşüncemi Mahmut Bey kabul etmedi, saygı duyarım. Mahmut Özgener’in aktif siyasete eğilimi olduğunu gerçekten sanmıyorum. Lakin onun gibi bir İzmir evladının siyasete kayıtsız kalmasını da istemem doğrusu. Ancak İzmir’in ruhunu bir türlü kavrayamayan AK Parti’nin, İzmir hassasiyeti üzerine Mahmut Özgener’den yararlanması gerektiğini de yazmalıyım. Fakat kişisel düşüncesine rağmen, tüm siyasi çevrelerle iletişimi desteklemesi takdire şayan bir yaklaşım. Zaman zaman hükümetin ekonomi uygulamalarını eleştirdiğini ama basının bunları dikkate almadığını söylemesi de ne yazık ki benim mevcut basın-medya eksikliği düşüncemi doğruluyor. Eleştiriye saygılı yaklaşımı benim için çok değerli. Tabii ki bundan sonra eleştirmeye devam edeceğim İzmir iş dünyasını, ta ki İzmir’in iş dünyasında Mahmut Özgener’in babasının “İzmirli kimliği” düşüncesi hâkim olana dek… Bu arada söyleyeyim, her ay bir defa ziyaret edeceğim Mahmut Özgener’i… Çünkü onunla daha Kemeraltı ve Gıda Çarşısı sohbeti yapacağız. Aslında başkanı kaçırıp, o “esrarengiz yokuştan” indirip Basmane’ye de yürütmek var ama? Mahmut Başkan İzmir’e lazım… Oturduğu koltuğun önemi yok, onun önceliğinin İzmir olduğunu öğrenmek yeterli benim için. Ne diyeyim, yolu açık olsun. Bu arada merak edenlere de cevap vereyim. Haftaya Sayın Ender Yorgancılar’ı ve Işınsu Kestelli’yi de ziyaret edeceğim. SURİYELİ ÖĞRETMEN YERDEN GÖĞE “HAKLI?” Geçtiğimiz pazartesi Basmane Günleri kapsamında “Basmane ve Çevresinde Çok Kültürlü Yaşam” konulu bir panele, dinleyici olarak katıldım. Paneli, Konak Mülteci Dermeği Başkanı Mete Hüsünbeyi yönetti. Sara Pardo Yahudileri, Nihat Özdal’ın temsilcisi Ermenileri, Tina Samoğlu Rumları, Yakup Çardak Romanları, Yalçın Yanık Afrotürkleri ve Muhammed Salih de Suriyeli mültecileri anlattı. Sara ve Tina hanımlar gerçekten 100 yıl önceki “Yahudi ve Rum” hayatını oldukça etkileyici şekilde anlattı. Keşke Büyükşehir ve Konak Belediyeleri ile Valilikten birer temsilci katılıp “yurttaşlarının sorunlarını” dinleseydi. Fakat beni şaşırtan Suriyeli Muhammed Salih’in söyledikleri oldu. Mülteciler konusunda ortada bu kadar sorun varken, riskli bazı süreçler yaşanırken, hayatlarını kurtarmak için İzmir’e gelenlerin çıkıp da “Harabeye dönmüş sokakları biz canlandırdık” demesini garipsedim. Fakat haklıydı… Çünkü dedesi, babası Basmane’de yaşayanlar, türlü nedenlerle doğdukları bölgeyi terk etmeseydi, son 50-60 yılın İzmirli siyasetçileri Basmane’ye sırt dönmeseydi, Basmane’nin anbean yok olduğu fark edilseydi bugün Suriyeliler de bunları söylemezdi. Gelelim paneldeki büyük eksiğe… Tamam Basmane’de “çok kültürlülük” konuşulacaktı. Yahudi, Rum, Ermeni, Siyahi, Roman ve Mülteci var da neden “Türk” yoktu? Bu hatayı daha önce Konak Belediyesi de bir Yahudi etkinliğinde yapmıştı. Eğer başka millet veya etnik gruplar 100 yıllık bir süreci anlatıyorsa bir Türk’ün de özellikle fakir Türklerin nasıl “yok sayıldığını” anlatması gerekirdi. Garip şekilde “Türk” sözcüğünden irkilenlerin içlerine eski emperyalist virüslerin girdiğinden endişe ediyorum. Yanan Ermeni kiliselerini ya da Rum varlığını konurken Emir Sultan’ı atlamak bana doğrusu iyi gelmiyor.