Kim ne derse desin 2019 yerel seçimlerinin özellikle kentimiz tarihine düşürdüğü kaydın adı “arka sıradakilerin farkındalığı” bence.
Başkan Tunç Soyer’in her fırsatta dile getirdiği, vurgu yaptığı bu...
Kim ne derse desin 2019 yerel seçimlerinin özellikle kentimiz tarihine düşürdüğü kaydın adı “arka sıradakilerin farkındalığı” bence.
Başkan Tunç Soyer’in her fırsatta dile getirdiği, vurgu yaptığı bu gerçek, belki de son iki asırdır sadece “lafta” kalmıştı. “Arka sıradakiler” ve “çok kültürlü” kimliğe aynı cümle içinde dikkati çekmek, öyle sanıldığı gibi kolay da değil. Seçimden sonraki bir yaz, bizzat tanık olduğum bir olayı daha önce kaleme almıştım. İki asırdır garip bahanelerle gelişimi hep engellenmiş, yok sayılmış, dikkat çekilmemiş kadim İzmir mahallerinde yaşayanlar, sanki bu ülkenin öz vatandaşı değilmiş gibi, sadece askerlik ve vergi zamanları hatırlanırdı. 150 yıl önce “halifenin” çağrısıyla savaşa katılmaları önemsenirdi sadece. Ha bir de salgın hastalık çıktığında, “arkadakilerin” “öndekilere” bulaştırmaması için özen gösterilirdi. Orada yaşayan öz vatandaşların hayattan beklentileri hep “nasip, kısmet, kader” sözcükleriyle karşılık bulurdu.
Fuarın Basmane kapısına sırtınızı verdiğinizde, gördüğünüz tepeler hep “arka sıradır.” Gitmeseniz de görmeseniz de umursamasanız da hep öyledir iki asırdır. Ta ki 2019 seçimlerine kadar. O tepelerin evladıyım hala. Bu kadar itelenmemin, yok sayılmamın, bazı “işlere” itina ile bulaştırılmamamın nedenini çok iyi bilerek yazıyorum.
İzmir’in Pazaryeri mahallesinde, Büyükşehir Belediyesi portatif havuz kurma kararı almıştı. O mahalleye kaç kez gittiğimi, duvar dibinden, sokak başından kaç saat olan biteni izlediğimi hatırlamıyorum. Havuz kurulurken, çevrede yaşayan birbirinden farklı ve renkli anne, çocuklar, merak ve biraz da kaygıyla izlediler çalışmaları. Sonra havuz bitti. Çağrı yapıldı, o çocukların eğitmenlere yaklaşımı, annelerin merakla takiplerini hep izledim. O çocukların başlarına bone takıp suyla buluşmaları, annelerinin gözlerindeki ifadeler öyle farklıydı ki…
Hep söylüyorum, çocukluğumda benim için “belediye başkanı” sadece 9 Eylül’lerde, yürüyüş öncesi gelip başımızı okşayan “amcaydı.” Deniz ve yüzmek ise, mahallemizde sözü geçen amca veya teyzelerin bir kamyon tutup bir pazar sabahı erkenden “Kalamaki’ye” götürüşlerinden ibaretti. Bugün o yaşamları bilmeyen, o mahallelere yolunu düşürmeyen bazı kalem sahipleriyle, siyaset ve iş dünyası mensuplarına bakıyorum da, İzmir aidiyeti sorununun geldiği tehlikeli boyutu dehşetle görüyorum.
Başkan Soyer, geçtiğimiz gün bir vurgu daha yaptı. Fakir fukara, garip guraba mahallelerden bir çağrı haykırdı. O mahallerde kurduğu “masal evleri” için İzmir iş dünyasından destek istedi. Kim ne dönüş yapar ne cevap verir bilemem ama, başkanın bu çağrısının derinlikleri “anlayabilmek” öyle “kıyıda” bir şeyler yudumlarken anlaşılmaz. Öğrenmek, sorgulamak, sormak ve dinlemek gerek. Adı “masal” olan ama anlamı “gerçek” olan o evlerde, son iki asrın bir fenalığı ortadan kaldırılacak. Bugün iş dünyasında olan bazı muhteremler, her ne kadar çocukluklarını, dedelerini unutmuş olsa da el verecekleri her bir çocuk yarının aydınlık umutlarıdır. Başkan Soyer’i seversiniz sevmezsiniz, destekler ya da desteklemezsiniz, başarılı veya başarısız da görebilirsiniz. Ancak Başkan Soyer son iki asrın büyük bir toplumsal yanlışını tek başına düzeltmeye çalışıyor. O yanlışı da kalbi İzmir için atmayanlar anlayamaz. Umarım Başkanın partisinin örgütü de “arka sıraların” mukadderatının değiştirilme çabalarına gerçek destek verir. İzmir’de CHP’ye tarihi bir görev düşüyor. Umarım il başkanından vekillere hatta genel başkana kadar anlaşılır!
BU İŞİN TADIN KAÇTI!
Artık kendi kentinin gerçekleriyle yüzleşmeyi öteleyip, İzmir’i İngiliz işgalindeki Hindistan gibi algılayanların, her fırsatta İstanbul’dan “birilerini” getirip ya da yol gösterip veya yönlendirici olup, İzmir’e “gazetecilik” dayatılmasına isyan ediyorum! Lakin örneğin Bayraklı Belediyesi’ni de anlamak mümkün değil. Sanat Edebiyat Festivali’nde, yine İstanbul’dan “birilerini” çağırıp, “Türkiye’de Haberci Olmak” diye bir söyleşi düzenlemek ve “moderatör” olarak da İzmir Gazeteciler Cemiyeti başkanını ikna etmek neyin kafasıdır acaba? Basın geçmişi en az İstanbul kadar eski ve onurlu olan İzmir’de, pazar günleri yayınlanmayan gazetelerin utancını yaşamayanların, ısrarla “İstanbul yandaşlığı” yapmalarını asla kabul edemem. Acil olarak bir şeyler yapılması zorunlu. Çünkü söz konusu olan İzmir’in tarihsel itibarıdır.