Geçtiğimiz günlerde Amerika, Ulusal Güvenlik Stratejisi raporunu açıkladı. Rapora göre; Çin ABD’n...
Geçtiğimiz günlerde Amerika, Ulusal Güvenlik Stratejisi raporunu açıkladı. Rapora göre; Çin ABD’nin ana rakibi, Rusya ise gezegenimizdeki istikrarı tehdit eden temel aktör.
Görünen o ki, Amerika Post-Sovyet coğrafyada demokrasi ihraç etmeye devam edecek. Washington’un asıl hedefi, Avrupa’daki bölgesel güvenlik sistemi için acil ve sürekli bir tehdit oluşturduğunu iddia ettiği ve aynı zamanda dünya çapında bir istikrarsızlık kaynağı olarak gördüğü Moskova’nın siyasi olarak zayıflatılmasıyla birlikte Hint-Pasifik bölgesinde genişletilmiş bir etki alanı yaratarak bir dünya gücü haline gelen Çin’in çevrelenmesidir.
Pekin’in hem uluslararası düzeni değiştirme niyetinin hem de bunu yapmak için artan ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik kapasitesinin farkında olan Beyaz Saray’ı asıl korkutan şey, Moskova-Pekin yakınlaşması olduğundan yeni güvenlik stratejisi de haliyle bu iki ülkeye yönelik “görüş ve izlenecek yol” çerçevesinde şekillenmiş. Bu bağlamda da söz konusu raporda “Çin ve Rusya yakınlaşıyor, ancak onlardan kaynaklanan zorlukların önemli farklılıkları var. Hala ciddi bir tehdit oluşturan Rusya’yı kısıtlarken, Çin’e karşı istikrarlı bir rekabet avantajı sağlamaya odaklanacağız” ifadesi yer alıyor.
Yeni güvenlik stratejisinde ifade edilen görüş ve önerilen yolların en dikkat çekici olanı, Çin’le barış içinde ikili ilişkiler geliştirilebileceği; ancak Rusya Federasyonu’na karşı pragmatik bir yaklaşıma bağlı kalınacağıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, Amerika’nın yeni güvenlik stratejisi Çin’in ABD için artan etkisiyle mücadele sorunu daha çok ekonomik düzlemdedir; asıl güvenlik sorunu ise nükleer potansiyeli nedeniyle Rusya’dır. Amerikan ulusal güvenliği, Rusya ve Çin’i temel sorun olarak görmekte dolayısıyla da güvenlik stratejisi bu iki ülkeyi çember içine almak için tüm araçları kullanmak temelinde geliştirilmektedir. Buna müttefiklerle – özellikle de Post-Sovyet coğrafyadakilerle- işbirliğinin güçlendirilmesi ve elbette “stratejik rekabet küreseldir” hatırlatmasıyla neo-liberal politikaların devamlılığının sağlanması da dâhildir.
ABD’nin Pekin’in artan ekonomik, diplomatik ve politik gücüyle rekabette eşzamanlı olarak Moskova’yı da etkisizleştirme stratejisi, aslında gücünü aşan bir durum; tam da bu nedenle Moskova’nın hareket alanının kısıtlanması ve çevrelenmesini Avrupalı ve Asyalı müttefikleri aracılığıyla gerçekleştirmeye çalıştığı açıkça görülmektedir. Ukrayna meselesi bunun açık bir örneğidir. Kiev, her ne kadar arkasında büyük bir gücün olduğu yanılsamasıyla hareket etse de aslında Washington, Moskova’yla doğrudan bir çatışmanın içine girmekten titizlikle kaçınıyor. Bu nedenle Post-Sovyet coğrafyada etki alanını genişletmek Washington’un uzun soluklu bir stratejisidir. Yeni Dünya Düzeni, NATO’nun Açık Kapı Politikası, Renkli Devrimler, rusofobi vs tüm bu stratejinin basamaklarıdır.