Günümüze gelirsek; III. Dünya Savaşı söylemleri ve Rusya’nın Avrupa için giderek daha fazla tehdit oluşturduğu söylemleri, NATO’nun asıl misyonunun yeniden güçlendirilmesi çabalarını da yansıtmaktadır. Aslında çokça dile getirildiği gibi NATO’nun öncelikli amacı Amerikan çıkarlarını korumaktır


Aslında III. Dünya Savaşı söylemleri yeni bir gündem değil. Soğuk savaşın bitişi, her ne kadar mutlak barış beklentilerini en azından ilk on yıl için güçlendirmişse de 1990’lı yılların başından bu yana küresel sermaye hızla Asya-Pasifik’e doğru kaymaya başladı. Bunu en belirgin şekliyle Asya Kaplanları’nın 1990’lı yıllardaki krizlerden yükselerek çıkmaları ve Çin’in önlenemeyen ekonomik yükselişinde görmek mümkün. Soğuk savaşın galibi, yeni dünya düzeni söylemleriyle tek kutuplu dünya düzeninin sürekliliğini savunan ABD’nin küresel ekonomideki güç kaybı karşısında hegemonik gücünün sürdürülebilmesi için daha agresif ve proaktif bir dış politika yürütmeye başladığını görürüz. Bu, günümüzdeki vekalet savaşlarının da bir nedeni olmakla birlikte küresel sermayenin yön değiştirmesini durduramamıştır.

NATO’NUN AMACI

Günümüze gelirsek; III. Dünya Savaşı söylemleri ve Rusya’nın Avrupa için giderek daha fazla tehdit oluşturduğu söylemleri, NATO’nun asıl misyonunun yeniden güçlendirilmesi çabalarını da yansıtmaktadır. Aslında çokça dile getirildiği gibi NATO’nun öncelikli amacı Amerikan çıkarlarını korumaktır. Avrupa’nın güvenlik tehdidi altında olduğu algısı NATO’nun Baltık ülkeleriyle gelen genişlemesini sağlamış ve Rusya’nın Baltık sınırı NATO’nun kontrolüne girmiştir. Çin’in önlenemeyen ekonomik yükselişi karşısında keskinleşen küresel jeoekonomik rekabet, vekalet savaşlarının yaygınlaşmasını sağlayan faktörlerden biridir. Rusya-Ukrayna Savaşı’nı bu çerçevede değerlendirebiliriz ki olası III. Dünya Savaşı durumunda da savaşın merkezinin Ukrayna olma olasılığı yüksektir. Önceki dünya savaşlarına baktığımızda en belirgin nedenlerden biri sermaye paylaşımı sorunuyken diğerinin de Avrupa’nın güvenliği konusu olduğunu görürüz. Bu bağlamda Çin’in rakip hegemonik güç ve Rusya’nın uluslararası askeri ve siyasal güç olarak yükselişi karşısında Ukrayna bu her iki aktör için kilit nokta olabilmektedir. Elbette Çin’in arka bahçesi Tayvan’daki Batı yanlısı girişimler ve yaşanan siyasal krizler de bu senaryonun bir parçası olarak görülebilir.

Küresel hegomonya mücadelesi yoğunlaştıkça, jeopolitik dinamiklerle birlikte bu dinamikleri yeniden şekillendirecek jeoekonomik projeler ortaya çıkıyor. Çin’in Kuşak Yol Projesi karşısında ABD-Hindistan projesi olan Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) küresel rekabetin bir parçası. Yeni Soğuk Savaş ve küresel güç rekabetinin yarattığı jeoekonomik konjonktürde, "koridor savaşlarının" bu projelerin jeopolitik konumu ve ölçeği nedeniyle küresel hegemonya rekabetinin bir parçası haline geldiğini görmekteyiz.

Bu bağlamda Kollektif Batı’nın öncelikli hedefi Rusya ve güvenlik algıları olarak görünse de asıl hedef Çin ile ABD arasındaki hegemonya yarışıdır. Amerikan hegemonyasını sona erdirmesi beklenen Çin hegemonyasının yükselişi karşısında Batı sermayesi varoluşsal bir mücadele veriyor. Ukrayna Batı’nın doğuya açılan ilk kapısı dolayısıyla zayıf bir Rusya ve Çin’in çevrelenmesi senaryolarıyla desteklenen Ukrayna, bu yarışın merkezi olduğu gibi III. Dünya Savaşı olasılığında büyük ihtimalle başlangıç noktası da olacaktır.

KÜRESEL AKTÖRLER

Rusya-Ukrayna savaşına dolaylı olarak daha fazla oyuncu katılmaya başladı. Avrupa için “Rus tehdidi” söylemleri Avrupa’da güvenlik konusunda bir algı yaratma çabalarının yansıması olduğunu düşünüyorum. Bu NATO’nun buradaki savaşa kısmen ve ya doğrudan katılımının gerekçesini yaratacaktır. Başta ABD olmak üzere AB ülkelerinin Ukrayna’ya doğrudan desteğine rağmen Rusya’nın aleyhine bir sonuca ulaşılamıyor. Bununla birlikte 2 yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın maliyeti ve yükü Rusya için daha da ağırlaştıkça küresel kutuplaşma daha da artıyor. Her ne kadar Batı için amaç dünya hidrokarbon kaynaklarının büyük kısmına sahip olan ayrıca Kuzey Kutbu’ndaki yeni yeraltı kaynaklarında büyük bir pay sahibi olan Rusya’nın Post-Sovyet coğrafyası başta olmak bölgesinde artan askeri ve siyasi gücünü durdurmak gibi görünse de öncelikli hedefin Çin’in küresel ekonomideki yükselişi ve küresel sermayenin değişen jeoekonomik koşullarını yönlendirebilmek olduğunu söyleyebiliriz.

Rusya-Ukrayna savaşındaki uzlaşma ne kadar engellenirse Rusya ve Çin arasındaki ittifak da aynı oranda güçleniyor. Rusya’nın Asya-Pasifik’e kayan küresel sermayeye entegrasyonu da yine bu paralelde artıyor. Rusya-Çin ittifakına İran da önemli bir güç olarak dahil oluyor ve bölgedeki Moskova-Pekin-Tahran yeni ekonomik koridorların doğrudan sahibi ve denetleyicisi haline geliyor. Buna karşılık Amerikan-Hindistan ticari ortaklığı önemli bir alternatif proje olarak karşımıza çıksa da Batı sermayedarları için yeterli değil. Bu doğrultuda Doğu Akdeniz’in önemi artıyor. Burada Amerikan’ın desteğindeki İsrail saldırgan bir dış politikayla yeni çatışmaları körüklemekte ve dolaylı olarak Amerikan’ın Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’e yeniden dönüşünü sağlamaktadır.

HAKAN FİDAN’IN UYARISI

Sayın Hakan Fidan’ın Moskova dönüşü olası 3. Dünya Savaşı üzerine söylemleri mevcut konjonktürde artan rekabetin ve vekalet savaşlarının topyekün bir küresel çatışmaya dönüşme riskini işaret etmektedir. Ukrayna-Rusya savaşının artık iki taraf arasındaki bir çatışmadan çıkıp daha fazla uluslararası oyuncunun müdahil olduğu geniş çaplı bir savaşa dönüşmesi, olası III. Dünya Savaşı’nın merkezinin yine Avrupa olacağını göstermektedir. Aslında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “savaş söylemleri ciddiye alınmalıdır” sözünün mevcut konjonktürde artan küresel rekabetin yönetilebilir ve yönlendirilebilir aşamada olduğunu ve olası küresel savaşın önlenebilirliği için bir uyarı niteliğinde okunması gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte Rusya-Çin-İran işbirliği’nin Kuzey Kore, Vietnam yönünde genişlemesi; BRICS’in artan etkisini dikkate aldığımızda Amerikan, hegemonyasını sürdürebilmesi ve büyük oranda savaş sanayine bağlı ekonomisinin güçlenebilmesi için mevcut çatışmaların sürmesini ve / veya yeni çatışma bölgelerinin oluşmasını dolaylı veya doğrudan destekleyebilir. Bolivya’daki son darbe girişimi de Latin Amerika ülkelerinin BRICS’e artan ilgilerini de hedef aldığı açıktır. Önümüzdeki Amerikan seçimleri III. Dünya Savaşı söylemlerinin ne yönde şekilleneceğinde de belirleyici olabilir. Amerikan silah sanayiinin doğrudan desteklediği Biden’ın sert dış politikasına karşılık Trump’ın ılımlı dış politikası uluslararası ilişkilere de etki edecektir. Bu bağlamda Biden’ın seçimleri kazanması durumunda küresel rekabette söylemler daha da sertleşebilir. Doğrudan bir III. Dünya Savaşı değil belki ama yeni vekalet savaşları ve jeoekonomik rekabette “koridor savaşları” önleyici diplomasiyi de zora sokabilecek boyutlara ulaşabilir.

TÜRKİYE’NİN KONUMU

Türkiye’nin mevcut uluslararası savaş risklerinin arttığı ve kutuplaşmaların keskinleştiği bu ortamda çatışma önleyici diplomasi ve çatışma çözümü için arabuluculuk girişimleri son derece önemlidir. Küresel güç rekabetinin keskinleştiği jeoekonomik konjonktürde, "koridor savaşlarının" sadece küresel ticaret açısından bir güvenlik problemi yaratmıyor; bununla birlikte bu projeler, jeopolitik konumu nedeniyle küresel hegemonya rekabetinin bir parçası haline geliyor.

 Türkiye'nin bu rekabet ortamında "ticaret diplomasisi" yoluyla oynayacağı ulusal ve uluslararası rol, aynı zamanda çatışma önleyici diplomasiyi de kapsayabilir. Türkiye’nin Orta Koridor ve Zengezur Koridoru’na yönelik bağlantı stratejisi gerek bölgesel gerek küresel sürdürülebilir barışın inşası için büyük etkileri olabilir. Bu açıdan Türkiye, yakın gelecekte küresel etki yaratabilen bir bölgesel aktör olarak daha fazla dikkat çekebilir.

Küresel sermayenin hareketleri doğrultusunda yeni bir denge arayışı uluslararası ilişkilerde riskleri arttırmaktadır; ancak yeni ittifak gruplarının oluştuğu ve rekabetin keskinleştiği bir ortamda mevcut hegemonyanın gücünü sürdürme arzusu en kuvvetli olan faktördür. Bu da Çin ile Rusya’yı daha fazla yakınlaştırırken, Avrupa’nın daha fazla güvenlik endişelerine neden olmaktadır. Türkiye’nin NATO ülkesi de olarak keskinleşen Batı-Doğu rekabetinde hassas dengeleri dikkate alarak kendi ulusal çıkarlarını öncelemeli, bununla birlikte oluşmakta olan yeni yapılanmalardan uzak kalmamalı, bu rekabetteki fırsatları ve tehditleri iyi okumalıdır.