Ali Yüce, 1928 Hatay-Yayladağ doğumlu Köy Enstitüsü mezunu bir şairdi. Onun “Antakya Çarşıları” adlı şiir kitabı, bugün yok olmuş bir şehrin unutulmaması gereken değerlerini saklıyor

Hatay, (ve elbette depremle sarılan diğer 10 şehrimiz) hala bu yıkımın acı sonuçlarını yaşıyor. 2023 yılında yaşanan depremden bu yana sürekli gittiğim deprem bölgesinin artık bir daha geri gelmeyecek olan tarihi dokusunu da sürekli bir hayıflanma ile araştırıyorum. 

Bu yıl yine Arap-Alevi halkının yüzyıllardır kutladığı Evvel Temmuz (Bereket Bayramı) bayramına katıldım. Hataylıların hazırladığı ve kent dışından gönüllü sanatçıların katkı sunduğu Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivali, bu yıl da halkın yoğun katılımıyla geçti. Geçtiğimiz yıl, Vodvil Müzik Grubu’yla beraber “Şiir Hikayeleri” anlatmıştım. Bu yıl Hatay halkının yakından tanıdığı Arapça fıkra ve esprilerle sahne alan Farfur (Hasan Özgün) ve ağırlıklı Arapça şarkılar söyleyen Ma Rıhna (Buradayız) Müzik Grubu’yla Tavaklı köyünde Hataylılarla buluştuk. Farfur’un esprileri ve Ma Rıhna’nın şarkılarının arasına benim anılarımdaki Hatay-Antakya ve Hatay’ın edebiyattaki yerine dair anlattıklarım girdi. Doğrusu başta çocukların ilgisini görmek beni mutlu etti. Hatay halkının depremin silinmesi zor yıkıcılığı altında sanata verdiği değer ayrıca görülmeye değerdi. 

Sahnede Hataylılara anlattığım kitaplardan biri Ali Yüce’nin “Antakya Çarşıları” adlı şiir kitabıydı. Çocukluğumda ailemden birileri sürekli Antakya’ya çalışmaya giderdi. Ta o yıllardan bildiğim ve okuduğum Ali Yüce…

Bugün Antakya’nın neredeyse bin yıllık tarihi dokusu artık yok. Kent ayağa kalktıktan sonra geleceğe neler taşınacak, nasıl taşınacak onu bilmiyoruz. Birileri diyebilir ki, “Bu yıkımın ortasında düşünülecek bir şey mi bu?” 

Tam da bu yıkımların arasında ortak toplumsal değerler için geçmişe dair bir şeyler yaşatmak gerekir. Kentlerimiz ayağa kalktığında ahalinin acılarını, anılarını yaşayabileceği her taş parçasının bir anıt değeri taşıyacağını şimdiden söyleyebiliriz. Çünkü, toplumlar geçmişleriyle var. Ve acıları hatırlamak onları bir daha yaşamamak için verilecek mücadele için gereklidir. 

Bölgeye her gidişimde aklımdan bunlar geçer ve Ali Yüce’nin “Antakya Çarşıları” kitabı bu açıdan benim nazarımda bir anıta dönüştü. 1986’da Hatipboğlu Yayınları tarafından Ankara’da basılan kitabın bir daha yeni baskısının yapıldığını görmedim. Belki de gözümden kaçtı. Ancak, Antakya’nın adını taşıyan ve çoğunluğu bugün olmayan çarşılar ve şehrin kadim mekanları şairinin dizelerinde yaşıyor. 

“DÜĞÜNÜME HOŞ GELDİNİZ”

Kitabın ilk şiiri “Düğünüme Hoş Geldiniz” şüphesiz bir Antakya güzellemesi. Ancak, bundan fazlasını söylüyor şiir: 
“Antakya’ya girerken
Basma fistanlı bir kız gördüm
Eteği yerleri süpürür
Saçları hem kara hem uzun 
Asi ırmağıyla birleşip
Akdeniz’e dökülür
Gemiciler aklınızda olsun”
Coğrafya ve aşkın birleştirildiği şiirin devamında ateşten testiler, kekik, nane, kırmızı biber, nakış, oya da yer bulur. Ancak, herhalde Antakya aşkına dair bir dize arasak daha güzelini bulamayacağımız bir şiirdir bu. Şöyle diyor şair: 
“Sevda dediğiniz bu mu
Gözlerimi bağlasalar bilirim
Antakya’da olduğumu”
Şairin, bu şiirde özel konukları da var. Ruhi Su, Mustafa Ekmekçi ve Oktay Akbal Ali Yüce’nin selam gönderdiği isimlerdendir. 
Gelelim “Uzun Çarşı”ya…Neredeyse bin yıldır ayakta olan çarşı, bu depremde bu yıkım yaşadı. Yeniden toparlanıyor. Savaşlara ve her türlü felakete rağmen ayakta ama elbette onun geçmişine tanık olanlara o eski duyguyu nasıl verebilir? Bakalım Ali Yüce nasıl anlatmış şiirinde. 
“Antakya’nın en halk
En kekik en çökelek çarşısı
Camiyi geçince hemen orda 
Birinci değil ikinci dükkân 
Kırmızı biber hevenkleri
Bakır mangal teneke ibrik
Ucuzcu Hacı Emin Efendi
Doğru gidicin kenne”
Şair, yöresel ağza yer vermiş. Kitapta dipnotta “gidicin kenne” ile ilgili şu açıklama yer alıyor: gideceksin kendisine. Şiirin devamında Antakya’nın lezzetlerinin buluştuğu bir harman görüyoruz. Elbette, birbirine sevgiyle seslenen insanlar görürüz. Bir de zahtere tutkulu bir sofranın insanlarını. 

“BAYRAM YERİM BENİM”

Şairin kitaba konuk ettiği bir başka çarşı da “Abacılar Çarşısı”. Çarşının atmosferini epik bir lirik bir tarzda aktaran şair “Bu yanık hava kaç yaşında” diye sorarak üretim ortamının duygusunu da dile getiriyor: “Çul çuval heybe kuşak aba/Sap tabak hasır kilim nakış/Bayram yerim benim” diyerek çarşının renklerini aktarıyor. 
Bir zamanlar köşker (ayakkabı tamircisine güney bölgelerimizde verilen ad) çıraklığı da yapmıştım. Ustam, kösele, pençe, çivi, ip ne varsa Antakya’dan alır gelirdi. Ali Yüce’nin kitabında “Köşker Çarşısı” ustamın gittiği çarşı mıdır, bilmem. Ama Yüce’nin sesler ve yüzler arasında inşa ediyor şiirini ve çarşıyı: 
“Dükkân çukur karanlık derin
Beton yaz sıcak kış serin
Kalıp saya çivi çekiç kerpeten
Çek sündür/çek sündür/çivile
Tak tak/tık tık/pıt pıt vur kenne
Beniz ayva el yüz tutkal boya
Hasancık Hösüncün Alicik çırak kalfa
Ağzı küfür on parmağı on yara
(…)”
“Bakırcılar Çarşısı” da Yüce’nin şiirleri arasında. Ki Antakya’yı anlatan bazı filmlerde de görürüz bu çarşıyı. Kitap çarşılardan ibaret değil. Antakya’ya dair ironik diyebileceğimiz şiirler de yer alıyor. “Dünya Çamaşır Günü” şiirinde yolu Antakya’dan geçmiş ya da Antakya anlatılarına konu olmuş İskender’i şair, “kirli çamaşırları”yla anlatıyor. 
 Ruhi Su’nun bestelediği “Mürselekli Kadınlar” şarkısının sözleri de Ali Yüce’ya aittir. Mürselek, bugün Yayladağı’na bağlı Denizgören köyünün eski adıdır. Kitapta “Abooov” adıyla yer alan şiirde şu dizelere yer verir:
“Biz Mürselekli kadınlar
Geceleri tütün dizerik
Acılarımızı dizerik ipe
Karanlığı dizerik abooov
Yıldız tutulur gözlerimiz”
Ali Yüce, bir coğrafyayı insanı ve ürettiğiyle anlatıyor. Onun şiirleri hem bu açıdan hem de yıkılıp giden bir kentin belleği açıdan çok kıymetli bir yerde duruyor. Dilerim bir gün Antakya ve tüm Hatay ayağa kalktığında her sokakta onun bu şiirlerine rastlarız En çok da tek “Antakya Sokakları” şiirini…

ALİ YÜCE KİMDİR?

Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nde Ali Yüce hakkında şu bilgileri verir:

Ali Yüce (1928-2015). 

Hatay’ın Yayladağ ilçesi Hisarcık köyünde doğdu. 1951'de Düziçi Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Anadolu’nun çeşitli köylerinde ilkokul öğretmenliği yaptı. 1961'de yeterlik sınavlarını dışardan vererek Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nden diploma aldı. Vefatına kadar çeşitli liselerde İngilizce öğretmenliğiyle eğitim alanındaki hizmetini sürdürdü.

İlk şiiri 1956’da Yücel dergisinde yayınlandı. Daha sonraki şiirleri Yeditepe, Türk Dili, Soyut, Sanat Rehberi dergilerinde çıktı. İlk şiirlerinde İkinci Yeni'ye yakın bir söyleyiş tarzını benimsedi. Bu bakımdan, dikkat çekici boyutta Edip Cansever etkisi görülür. Şiirlerinde, benzeşme, niteleme, tamlama bolluğu, aşırı soyutlamalar ve dil oyunları, aşırı bir konuşkanlık etkindir. Olgunluk dönemi şiirlerinde ise Metin Eloğlu ve Can Yücel şiirinin bazı özellikleri dikkat çeker. Sözcüklerin yan yana dizilmesiyle izlenimler yaratma diye tanımlanabilecek ilginç bir teknik kullanır. İlginç ritimler, konuşma dili ve sesleniş özellikleri kullanarak şiirini geliştirdi. Yaşadığı çevreyi, toplumsal sorunları yansıtan, yer yer taşlamaya yönelen, yergi ve eleştirinin ağır bastığı toplumcu şiirler de kaleme aldı. Tanınmasında da bu şiirlerin etkisi oldu.