Küresel ısınmanın etkileri iklimleri, bölgesel dengeleri bozmaya devam ediyor. Ülkemizi de etkisi altına alan yağışlardaki azalma komşularımızı da etkilemekte. Orta Doğu ülkelerinde giderek tırmanan k...
Küresel ısınmanın etkileri iklimleri, bölgesel dengeleri bozmaya devam ediyor. Ülkemizi de etkisi altına alan yağışlardaki azalma komşularımızı da etkilemekte. Orta Doğu ülkelerinde giderek tırmanan kuraklık, yaşamı doğrudan olumsuz etkilemeye başladı bile. Aynı zamanda gıda üretimini, bu nedenle tarımı ve dolayısıyla kitlesel açlık oranlarını artırdığı ve giderek daha fazla göç olaylarının kapımızda olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.
Dünya Gıda Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar daha kötü senaryolar öngörüyor ve uyarıyor. İçilebilir güvenli su kaynaklarına ulaşabilmenin giderek zorlaşacağı, açlıktan önce susuzluk nedeniyle ölümlerin artacağı şeklinde uyarılarda bulunuyorlar. Dünyamız yüzeyinin 4 te üçünü okyanuslar, yani tuzlu su oluşturuyor. Toplam su varlığımız 1,5 milyar kilometre küp, ancak bunun yüzde 97’lik kısmını tuzlu su oluşturuyor. Geriye kalan yüzde 3’lük kısım tatlı su kaynağı ancak tatlı suyun yüzde 70’lik büyük oranı da kutup bölgelerinde ve buzul kütleler halinde bulunuyor. Tatlı suyun kullanabildiğimiz kısmı yaklaşık yüzde 30’dur.
Yeryüzüne aslen her yıl aynı miktar yağış düşer. Ancak yağış şekilleri ve bölgeleri alışılmış verilerin dışına çıkmaktadır. Bilim insanlarının iklim çalışmaları, küresel ısınma ile birlikte, aynı zamanda kutuplardaki erime hızının artması ve suyun buharlaşma hızının da yükseldiğini göstermektedir. Diğer tartışma konusu kaybedilen su miktarı kadar büyük bir tehlike olan su kalitesinin kirlilik nedeniyle bozulmakta olduğudur.
Göl, dere ve akarsular çevresel etkilerle hızla kirlenmekte, içilebilir su vasfını kaybetmektedir. Şehirlerin kirli suları ile birlikte sanayi atıklarının da derelere deşarj edilebiliyor olması, tarım alanlarını besleyen bu kaynakların zehirlenmesine bu yüzden gıdaların da güvenilirliğini kaybetmesine neden olmakta. Başka bir sıkıntı da yeraltı rezervlerinde yaşanmakta. Yağışların depolandığı yeraltı katmanları arasında kalan su rezervlerimiz de ciddi azalmalar yaşanıyor.
Geçmiş yıllarda 50 metre derinliklerde ulaşılabilen su kaynaklarına artık 500 metre derinliklerde dahi ulaşamıyoruz. Konya Ovası bunun en çarpıcı görsellerini ortaya koyuyor. Yer altı sularının çekilmesi ile Obruk çöküntülerine şahit olunması geçmişten bu yana bölgede karşılaştığımız bir durumdu. Ancak son yıllarda sayıları oldukça arttı. Diğer bir sıkıntı yağışların ani baskınlar ve sel tehdidi ile geliyor olmasıdır ki, bu yağış fiziki felaketlere yol açmasının dışında, toprağa ve alt tabakalarda oluşan rezervlere faydasız türde yağışlardır.
Şehirlerin şebekelerinin beslenmesi ve en önemli ihtiyaçların başındaki enerji üretimini sağlayan barajlar da bir başka sıkıntıdır. Temiz enerji olarak, suyun depolanması, sonrasında elektrik üretimini sağlayan bu sistem, ne yazıktır ki, mikro klima dediğimiz bölgesel iklimleri, su toprak ilişkisini de tümden olumsuz etkilemektedir.
Gelişmiş ülkeler, temiz bir enerji kaynağı olmakla beraber, doğal dengeyi çok etkilediği ve çok geniş alanları su altında bıraktığı gibi türlü nedenlerle, baraj üretiminden hızla uzaklaşmaktadırlar. Bunun yerine dünyada enerji üretimi konusunda, yenilenebilir doğal kaynaklara, doğaya zarar vermeyen teknolojilere eğilim artmaktadır.
Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde uluslararası anlaşmalarla her ne kadar iklim konusu yasal düzlemde yerini almış da olsa, henüz yolun çok başında olduğumuz ve atılan adımların, hızla bozulan verilere oranla çok küçük ilerlemekte olduğu açık. Durum yakın gelecekte, kitlesel göçleri, ölümleri ve hatta savaşları tetikleyebilir.