Türk siyasetinin unutulmaz simaları arasında haklı bir yer alan 10’uncu Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel çok ilginç bir adamdı. Kıvrak zekâsı ve hayranlık uyandıran hafızası hemen dikkatinizi çe...

Türk siyasetinin unutulmaz simaları arasında haklı bir yer alan 10’uncu Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel çok ilginç bir adamdı. Kıvrak zekâsı ve hayranlık uyandıran hafızası hemen dikkatinizi çeker, Türkiye coğrafyasına handiyse milimetrik ölçüde hâkim olmasına inanamazdınız. Eyyamcılık yapacak hâlim yok. İlk oyumu kullandığım 1994 yılından bugüne hiçbir seçimde merhum Demirel’e ve partisine oy vermedim. Ancak Türk siyasetinin baş aktörlerinden biri olarak onun tahlil yeteneğine hep dikkat kesilirdim. Beğenin beğenmeyin, karşınızda konuşan adamın belâgat gücüne ve mühendis kafasına hayran kalmamanız, saygı duymamanız olanaksızdı. Aslına bakarsanız tam bir Cumhuriyet projesiydi Süleyman Demirel. Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra dünyaya gelmiş, Isparta’nın İslamköy’ünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak çobanlık yapmıştı. // CUMHURİYET PROJESİ Ancak genç Cumhuriyetin ona sunduğu “eğitimde fırsat eşitliği” sayesinde, yatılı okullarda okumuş, büyük başarılarla tamamlamış ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden derece ile mezun olmuştu. İğneli fıçı olan siyasette yarım yüzyıl ayakta kalmak, toplam 10 yıl 5 ay ifa ettiği Başbakanlık koltuğundan altı kez kalkıp yedi kez oturmak, “baba” lakabını bihakkın elde etmek her yiğidin harcı değildi. Ne mutlu bana ki meslek hayatımda onunla söyleşi yapma şansına sahip oldum. Söyleşimiz, Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan çok sonra, 2005 senesinde gerçekleşmiş olsa da Türkiye’yi çok iyi izleyen ve çözümleyen yapısını hâlâ koruyordu. O yıllarda görev yaptığım Gözlem Gazetesi’ni ziyaret ettiğinde, kafamda kurguladığım soruların başında şu vardı: “Efendim, bunca deneyim sahibi bir siyasetçi olarak, son elli yılda en yakın rakibiniz olarak kimi gördünüz?” // TAM İSABETLE HAKLI Demirel bu tür sorularla karşılaştığında, lafı gediğine koymakta pek mahirdi. Yüz hatları bir anda ciddileşti ve saniye duraksamadan, “Siyasetçinin en büyük rakibi tenceredir tencere, genç gardaşım” dedi. İki askeri darbe ile Başbakanlıktan indirilmiş, zorunlu ikamete tâbi tutulmuş, partisi kapatılmış, siyasi haklarını 1987 referandumunda adeta söke söke almış bir siyasetçinin tespitine bakar mısınız? Devam etti: “Mutfaktaki tencere gaynamıyorsa, evin gadını çocuklarının boğazından geçen ekmeğe gatık bulamıyorsa, siyasetçinin işi bitmiştir gardaşım.” Büyük, çok büyük laftı söylediği… Her hanede karşılığını buluyordu. Tam isabetle haklıydı. // 10 MİLYONDAN FAZLA İŞSİZ Lafı şuraya getireceğim… Türk ekonomisi, yüz yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihinin en zorlu sınavıyla karşı karşıya. Mart ayı ortasında başlayan korona salgınının yarattığı tahribatın boyutunu henüz bilemiyoruz. İpuçlarını görebiliyoruz sadece… Mevcutta yer alan 4,4 milyon işsize, Kısa Çalışma Ödeneği (KÇÖ) kapsamına giren ve resmî kayıtlarda “işsiz görünmeyen” 3,2 milyon vatandaşımız eklendi. Şartları tutmadığı için KÇÖ kapsamına giremeyen ve ücretsiz izine çıkarılanların sayısının 3,2 milyondan daha fazla olacağını söylemek güç değil. Bu insanlarımız da resmi kayıtlarda “henüz” işsiz olarak görünmüyor. Ancak an itibarıyla yaklaşık 10 milyon insanımızın “üretim süreçlerinden dışında” olduğunu söyleyebiliriz. Bu sayıya “iş aramaktan umudunu kestiği için işsiz olarak görülmeyen” yaklaşık 4 milyon kişiyi de ekleyin… Farkında mısınız, aileleri ile birlikte Türkiye nüfusunun yarıdan fazlasından söz ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı elindeki yetkiyi kullanma ihtiyacı duymaz ve KÇÖ uygulamasını 20 Haziran 2020 itibarıyla sona erdirirse, bu insanların ne kadarı işlerine geri dönecek, ne kadarı işsiz kalmaya devam edecek, göreceğiz. // TENCERELER KAYNAMIYOR Dönelim, Türk siyasetinin belâgat ustası Demirel’in tespitine… Bugün Türkiye’de milyonlarca evin mutfağında tencere kaynamıyor. Belediyelerin, Vefa Grupları’nın, bazı sivil toplum kuruluşlarının ve komşularının yardımlarıyla karnını doyuran insanımızın sayısı çok fazla. Türk vatandaşlarının “ebed müddet” olarak gördüğü devletimiz, bu insanlarımıza yakın vadede nasıl bir çözüm sunacak, çok merak ediyorum. Son iki ayda bu köşede yapılanları madde madde sıralamıştık. Tekrara düşmek istemiyorum. Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak, son iki ayda devletin verdiği destek tutarının 240 Milyar TL’ye ulaştığını söylüyor. // NEREDE BU 240 MİLYAR TL? Ancak bu rakama nasıl ulaşıldı, doğrusu merak ediyorum. En yoksul kesime yapılan 1000 TL’lik nakdi yardım ve 15 Mart 2020 sonrasında işsiz kalanlar için verilecek aylık 1177 TL’lik ücretsiz izin desteği dışında “karşılıksız” bir destek verildi mi, bilmiyorum. Yanılmayı çok isterim… Emeklilere verilecek ikramiyelerin öne çekilmesi, kamu bankaları aracılığıyla vatandaşlara kullandırılan ilk altı ayı geri ödemesiz acil ihtiyaç kredisi, esnaflara kullandırılan ilk altı ayı geri ödemesiz destek kredileri, TOBB ile birlikte yürütülen Nefes Kredisi, Kredi Garanti Fonu ve Eximbank kanalıyla verilen destekler, vergi ve SGK prim borçlarının son ödeme tarihlerinin Ekim ayına ertelenmesi vs… Bunlar kuşkusuz önemli ve piyasayı rahatlatıcı işler. Ancak hiçbiri “karşılıksız destek” kapsamına girmiyor. Gelelim Kısa Çalışma Ödeneği’nde (KÇÖ) hemen hiçbir basın organında yazılmayan gerçeğe… Şimdi sıkı durun. Şayet Sayın Cumhurbaşkanı yetkisini kullanarak aksi yönde bir karar almazsa, ilginç bir durum yaşanacak. Üç ay sürecek KÇÖ uygulaması kapsamındaki 3 milyon 200 bin insanımızın brüt maaşlarının yüzde 60’ı oranında aldıkları ödemeler, işsizlik maaşı hak edişlerinden düşülecek. // KÇÖ DE KARŞLILIKSIZ DEĞİL Şöyle düşünün. KÇÖ kapsamındasınız ve uygulamanın sürdüğü üç ay süre ile bu ödemeyi aldınız. Hükümet 20 Haziran 2020 itibarıyla uygulamanın süresini uzatmayacağını açıkladı. Siz de şanslısınız ve tekrar işbaşı yaptınız. Aradan altı ay geçti. Başka bir nedenle işinize son verildi ve İşsizlik Ödeneği’ne başvurdunuz. Sigortalılık sürenize göre altı ay işsizlik maaşı alma hakkınız varsa üç ay, sekiz ay alma hakkınız varda beş ay, on ay alma hakkınız varsa 7 ay maaş alacaksınız. Yani bugün üç ay süre ile aldığınız ücretler –aksi bir karar alınmazsa- gelecekte alacağınız ücretlerden mahsup edilecek. Ezcümle, KÇÖ uygulaması da karşılıksız verilmiş bir değil. İşçilerin ve elbette işverenlerin ödedikleri primlerle analarının ak sütü gibi helal hak ettikleri ödemelerin, üç aylık bu özel dönemde gelecekte alacakları ödemelere mahsup edilerek verilmesi, o kadar… Yani kimsenin işçinin parasıyla işçiye hava atmasına gerek yok… Hükümetimizin -sevmese de- merhum Süleyman Demirel’in başlıktaki tespitine kulak kabartmasında fayda var. Gidiş, iyiye doğru bir gidiş değil.

ONURLARI İÇİN SAVAŞANLAR ASLA UNUTULMAZLAR!

Yeni dünyanın kâşifi Kristof Kolomb, yerli isyanlarını bastıramadığı için İspanya Kralı’nın emriyle tutuklanmış ve zincire vurularak geriye gönderilmişti. Kendisini tutuklayan valiye, “Hayat, düşlerimizde yaşattığımızdan çok daha zengin hayal gücüne sahiptir. Düşlerine güvenemeyenler geleceği karanlık görürler. Şükür ki, 500 yıl sonra insanlar aydınlık tarihin talihlileri olacaktır” diyordu. Kolomb'un sözlerinin üzerinden 500 yıl geçerken, o yıllarda Osmanlı, kuruluşunun 200’üncü yılındaydı. Güçlü bir devlettik. İstanbul’u fethetmiştik. Avrupa içlerine girmeyi kafamıza koymuş, Bosna'yı almıştık... Akdeniz’de cirit atıyorduk. 625 yıl sonra Osmanlı tarihe karıştı. Bugün yüz yılına merdiven dayayan Cumhuriyetimizle gurur duyuyoruz. Büyük imparatorlukların tarihi bize gösterdi ki, iktidarı ustaca kullanmasını bilmeyenler, kullanmasını bilenler tarafından kolayca alt edilebilirler. Ve artık anlaşıldı ki insanlar, gücü elinde bulunduranlara tartışmasız boyun eğerek yaşamıyorlar. // ÇAĞIN IŞIĞI CUMHURİYET Bireyin her şeyden önemli olduğu, korunması gereken kutsal ve dokunulmaz değerler taşıdığı artık felsefi değil, gerçekçi iddiaların içeriğini oluşturuyor. Cumhuriyet, ülkemizi çağın ışıklarıyla aydınlattı. Bu ışıkla geriye dönüp baktık ve iyisiyle kötüsüyle bizim olan bir imparatorluğun değerlerini gördük. Geçmiş yedi yüz yılı, yeni bir tarih anlayışı ve yorumuyla değerlendiriyoruz. Yarın, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs iradesini ve emperyalizme karşı kanlı bir kapışmaya girişmemizin tohumunu attığı günün 101’inci yıldönümü… Milli mücadeleye başladığımızın kararının verildiği, iradesinin tüm insanlığa haykırıldığı gün… O nedenle, Türk İstiklal Savaşı, üzerinde bir asır geçmesine rağmen hâlâ dünya tarihinin en onurlu savaşlarından biri olmayı sürdürüyor. // BİR TARİH İNŞASI O nedenle, anti emperyalist ve tam bağımsızlıkçı fikir ve ideallerin ateşli kaynağını oluşturuyor. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün yazdığı tarih inşasının doruğudur. Cumhuriyetin sağladığı uygar ve âdil düşünceyle bu doruğun eteklerinden kendi tarihimize bakarak; yapılan hataları, hainlikleri çok daha net görebiliyoruz. Kurtuluş Savaşı’mızın ilk ve son kurşununa tanıklık eden bir şehrin sakinleri olarak, bir medeniyet idealinin peşinde koşmaya, aklı ve bilimi rehber edinmeye devam edeceğiz. Cumhuriyet aydınlığından, akıl ve bilimden uzaklaştıkça başımıza neler geleceğini gördük. Bizler… Her yaştan Türk Gençleri… İnsanlık idealimizin aşık yüzü, ulu önderimizi anıyoruz… Vefatının ardından 82 yıl geçmesine rağmen kalplerdeki sımsıcak sevgisi yok olmayan, fikirleri bugünkü gibi güncel ve öğretici bir lidere sahip olmaktan, gurur duyuyoruz… Onu çok seviyoruz. Bu aşkla, cehennemler de kudursa, sonsuza kadar yaşayacak bu Cumhuriyetin ölmez nigâhbanları olmaya devam edeceğimizi haykırıyoruz. Kendi onurları ve ülkesinin onuru için savaşanların önünde saygıyla eğiliyorum… 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu Olsun...

ÖCAL VE KEMAL AĞABEYLERİME TEŞEKKÜRLERİMLE…

27 Nisan tarihli köşe haberlerimin biri “Ali Koç’a bu hatayı kimler yaptırdı?” başlığı ile sütunlarda yer almıştı. Yazıyı kaleme almaktaki amacımız Fenerbahçe gibi bir camiayı incitmek değildi kuşkusuz. Saygı duyduğumuz ve yakasından Atatürk rozetini çıkarmaması ile dikkatimizi çeken Fenerbahçe Başkanı Sn. Ali Y. Koç’a iyi niyetli bir uyarıda bulunmaktı… Dünyanın her yerindeki milyonlarca Fenerbahçeli’nin izlediği bir filmde yapılan bu fahiş hata, hemen dikkatimizi çekmişti. Sayın Koç’un elbette her şeyi bilebilmesi mümkün değildi. Ama bilenleri bilmesi gerekirdi. Çok güzel bir amaç için düşünülmüş bir projenin senaryosunda, koskoca bir camianın seçilmiş Başkanına hata yaptırmak bence affedilemezdi. Meslek ustam ve çok kıymetli ağabeyim Öcal Uluç, Türkiye Gazetesi’ndeki Başyazısında yazıma atıfta bulunma nezaketini gösterdi. Yine gıyaben tanıdığım, Türk spor basının usta kalemlerinden Kemal Belgin de kendi köşesinde bu konuyu işleyerek üzüntülerini ve eleştirilerini ifade etti. İki büyük meslek ustasına duyarlılıkları için çok teşekkür ediyorum. Atatürk’ümüz hiç kuşkusuz, hepimizin ortak paydası ve sevdası... Fenerbahçe taraftarlarının da bu yönde dikkat çeken bir hassasiyetleri olduğunu mutlulukla izliyoruz. Büyük önderi anarken, tarihi vesikalara sadık kalınması ve hata yapılmaması ise en büyük dileğimiz…

KIYMETLİ BAŞKANLAR! OLDU MU ŞİMDİ BU?

Hava 35 derece. 52 gündür evlere tıkılı kalan çocuklar ilk kez dışarı çıkacaklar. Parklarda oynayacaklar, dört saatliğine de olsa keyifli zaman geçirecekler. Çocukların sevincini paylaşmak için parklara giden belediye başkanları, onlara küçük hediyeler vermeyi de ihmal etmiyor. Bornova ve Çeşme Belediye Başkanlarımızın çocuklara verdikleri ikramlar ise çikolatalı gofret oluyor. Sayın Başkanlar bir de bu etkinliklerini basına servis yapıyorlar. O yaştaki çocukların bırakın tüketmesini, tadını bile bilmemesi gerek yiyecekler bunlar. Trans ve doymamış yağ oranı yüksek gofretlerin, 35 derece sıcaklıkta çocuklara verilebilecek en son ikram olması gerekmez miydi? İş dünyasından gelen, kültür ve farkındalık seviyeleri yüksek her iki başkanımıza da doğrusu yakıştıramadım bu durumu. Keşke çocuklara, kuru üzüm, papaz erik, kuru meyve türünden sağlıklı ikramlarda bulunsalardı. Belediye başkanlarımızın, halkın, özellikle de çocukların sağlığından da sorumlu olduklarını unutmamaları gerekiyor.