Okulların açılmasıyla birlikte yaz günlerini geride bırakmaya başladık. Yaz aylarında meydana gelen ses kirliliğinin de azalacağını sanıyorum. Ses kirliliği, özellikle yaşamın mekânlar dışına kaydığı yaz aylarında zirve ulaşıyor. Ülkemizde, tüm çevre rezilliklerinin içinde, yaşamaya alışmışız mı, yoksa bu çevreyi kirletmeyi yeni nesillere öğretmeye mi çalışıyoruz?
Şehirlerde egzoz gazlarının gittikçe yoğunlaştırdığı ölümcül hava kirliliğine diğer yandan patlak veya özel yapılan eksozlarla çıkarılan “cırtlak” ses kirliliği de ölümcül boyutlara ulaştı.
Hava kirliliğiyle kol kola gitmekte olan ses kirliliğine çareler üretilmesi gerekir ama bu konunun pek de dikkate alındığını göremiyoruz. Bu konuda gelen şikâyetleri bile kulak ardı yapan belediyeler geçiştirmeye çalışıyor. Bu bağlamda yasalar olmasına rağmen ortaya çıkan gerçek, bu yasaların caydırıcı olmadığını görüyoruz.
Gerçi ses kirliliğinin psikolojik etkileri asla göz ardı edilemez. Psikolojisi bozulan toplum da herhalde sağlıklı bir toplum sayılmaz. Ses kirliliği üretmekten keyif alan ve bunu kendine özel bir ayrıcalık ve hatta eğlence sanan kitleler oluştu şu saygısız düzenimizde.
Onlara nerelerde mi rastlanır? Hemen her yerde…
Trafikte, sokaklarda, meskûn alanlarda, mahalle aralarında, apartmanlarda, iş yerlerinde, yazın plajlarda, havuzlarda, piknikte ve özellikle de inşat şantiyelerinde saygıdan nasibini almayanlar onca gürültüyü güya eğlence ya da iş adına üretirken, sanki oralarda kendilerinden başkaları yaşamadığını sanıyorlar.
“Şantiye bölgelerinde” son zamanlarda mantar gibi yükselen inşaatla ve gökdelenler. Birinci dere deprem bölgesi sayılan şehirlerimizde 25 -30 katlar bulan inşaatlar, çakılan kazık seslerini bırakınız inşaatlardaki çalışmaların erken saatlerde başlayıp gecenin ilerleyen saatlerine dek sürmesi sırasında çıkarılan olağan gürültüleri… İşçilerin kimisi bağıra çağıra ve çeşitli dilde şarkı söylemekte oldukları, yüksek perdeden habire konuşmaları. Tüm bunları yapan inşaat işçileri, aldıkları yetersiz eğitim dolayısıyla, ola ki çevreye ve çevrede yaşayanlara karşı duyarsız kalıyorlar. Ürettikleri gürültü ve yaptıkları çevre sorunlarını olağan sayabiliyorlar.
Peki, onların başında, onları yöneten müteahhitler ve mühendisler, mimarlar da mı aynı kültür düzeyindedirler? İşçilerini neden denetlemezler? Onlara neden çevre ve iş terbiyesi vermezler? Neden uyarıcı telkinlerde bulunmazlar?
Yoksa bir proje tamamlanana dek her türlü çevre sorununu üretmek ve bu sorunlara çevre sakinlerinin ille de katlanmasını beklemek onlar için meşru mu?
Bir de seyyar satıcıların araçlarına taktıkları hoparlörle sokak sokak dolaşıp son ses bağırarak kulakları inleten satıcıların çevreye verdiği ses kirlilikleri eklenince şehirlerin yaşanmaz hale geldiğini görüyoruz. Gittiğimiz piknik alanlarına olanca çöplerimizi bırakıyoruz. Ormanlarımızı ve piknik alanlarımızı adeta çöplük haline getiriyoruz. Ormanlarımızı yakıyoruz. Denizlerimizi kirletiyoruz. Bize bırakılan bu güzel dünya ve çevremizi geleceğimiz dediklerimiz çocuklarımıza ise yaşanmaz bir cehheneme çevirip bırakıyoruz. Ne diyelim!
Bunun için kanunlar çıkarılmasına rağmen bir türlü uygulanmıyor. Uygulamaya kalksanız da çıkarılan kanunların yetersiz kaldığını görüyoruz. Tıpkı her olayda yetersiz kalan kanunların ve yetersiz adaletin olduğu gibi bu ses kirliliğinde yetersiz kalan kanunlar. Bunun için de ceza kanunlarının ivedi olarak değişmesi ve günün şartlarına uyan ve ağır cezaların uygulanacağı kanunların çıkarılması gerekmektedir.
Bazen de kanunlar değil insanlar olarak da çevremizi temiz tutup hiçbir kirliliği meydana getirmememiz gereklidir.