Kentsel Dönüşüm Yasası, yaklaşan yerel seçimlerin hayhuyu içinde TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe girdi. Yasanın, deprem gerçeği ile sürekli yüzleşen Türk halkı için hangi olumlu sonuçları verecek bilinmiyor.
Ancak bilinen gerçek şu:
Yasanın Resmi Gazete’de yayınlanmasının hemen ardından, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) büyük kentlerin en kıymetli yerlerinde bulunan binlerce dönüm büyüklüğündeki arsaları furya halinde satışa çıkarıyor. Bu araziler arasında 6 Şubat depreminde büyük hasar gören Hatay’ın –bugün olmayan- kent merkezinde rezerv alan ilan edilen arsalar olduğu gibi İzmir’in Karaburun ilçesinde “Özel Çevre Koruma Bölgesi” statüsünde olan çok sayıda taşınmaz da bulunuyor.
// BAŞKA BİR HESAP MI?
Hâl böyle olunca yasanın çıkış noktası olan “afet riski olan bölgelerin dönüştürülmesi” iddiasının arkasında bambaşka hesapların olabileceği kuşkusu uç veriyor.
6306 Sayılı Afet Riski Bulunan Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’da yapılan değişikliğin yürürlüğe girmesi izleyen iki gün içinde 421 parça arsanın ihale ile satışı kararı alındı.
Ankara, Mersin, Adana, İzmir ve Antalya’nın başı çektiği bu satışlar arasında en dikkat çekici olanlar ise İzmir’in imar rantında ara önde olan turistik ilçesi Karaburun’dan…
2019 yılı Mart ayında, yerel seçimlerden iki hafta önce Cumhurbaşkanlığı kararı ile Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) ilen edilen Karaburun’da 2021 yılına kadar neredeyse hiçbir imar ruhsatı verilmemiş, ÖÇKB ilan tarihinden önce ruhsatlarını alan yapıların tamamlanmasına izin verilmişti.
// 32 PARSEL HEMEN SATIŞTA!
2021 sonrasında ilçenin belirli bölgelerinde son derece sınırlı ve disiplinli yapılaşmaya izin verilmişti. Bu sürecin karar vereni de bizzat Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğü olmuştu.
İşte bu ilçemizin en kıymetli bölgelerinde bulunan toplam 32 adet parsel yeni kanunun yürürlüğe girmesinin hemen ardından satışa çıkarıldı. Bu parsellerin 7’sinin imar durumu planlarda ‘turizm tercihli konut alanı’ olarak geçiyor.
İskele Mahallesi sınırlarında kalan 25 parselin tamamı ise yerleşim yerlerinin ortalarında kalan yeşil alanlardan oluşuyor. Basit bir ada/parsel sorgulamasında bile bu durum apaçık görülürken, ihale dokümanlarında imar durumu ise açıkça şu şekilde izah ediliyor:
// M2 BEDELİ 15 BİN TL’YE ULAŞACAK
“1/100.000 Çevre Düzeni Planında kentsel gelişme alanında kalsa da plan iptal edilmesi ile güncel imar durumu verilememektedir. Parseller Karaburun-Ildır Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgesi içerisinde kalmaktadır.”
Yani bu parselleri alan vatandaş (ya da şirketler), herhangi bir tasarrufta bulunmalarının mümkün olmadığını biliyorlar. Bunu bile bile metrekare bedeli 10 bin TL’den 12 bin TL’ye kadar ulaşan başlangıç bedellerini ödemeye razı oluyorlar. Bu bedellerin açık ihale sonucunda 15 bin TL/m2 seviyesine ulaşması ise kimse için şaşırtıcı olmamalı.
Şimdi sormak gerekmiyor mu:
Bu satışların afet planı ya da deprem önlemi ile ne ilgisi var?
Ha şunu ekleyelim…
Karaburun’da şayet depreme ilişkin yapılması gereken bir iş varsa üç yılı aşkın süredir ilgililerini bekliyor.
30 Ekim 2020 günü İzmir’i vuran depremde (pek çok kişi bilmese de) Karaburun’da 44 ev ağır hasar görerek yıkılmıştı.
// DEPREMZEDELER 3 SENE BEKLEDİ
Kösedere Köyü’nde 31, Bozköy Köyü’nde 5, Anbarseki Köyü’nde 5, Hasseki Köyü’nde 1, Yayla Köyü’nde 1 olmak üzere toplam 43 ev, AFAD tarafından ağır hasarlı olarak tespit edilmiş ve Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından yıkımı gerçekleştirilmişti.
Bu konutların sahiplerinin birçoğu 70 yaş üzeri vatandaşlarımızdan oluşuyordu. Yıkımın en fazla olduğu Kösedere’de mağdur vatandaşlarımızın yeni konutları için belirlenen alan, Kösedere Köyü ile İnecik Köyü arasında yer alan; tarım arazisi vasfında olan; su, elektrik, kanalizasyon, yol gibi hiçbir altyapısı olmayan bir arazi olarak seçilmişti. Aynı şekilde Anbarseki’de yıkılan evler için komşu köy Saip’te yeni konut alanı belirlenmişti.
// TOKİ NE YAPMIŞTI?
Pekâlâ TOKİ bu durumda ne yapmıştı?
Depremzedelere yıkılan evleri ile aynı yerde konut üretmek yerine, ilçenin en güzide yerinde bulunan Hazine arazisine –ilçenin dokusu ile uyuşmayan- toplu konut yapma girişiminde bulunmuştu!
Şimdi…
Deprem tehlikesi ile ilgisi olmayan binlerce dönüm kamu taşınmazını satmak ile “kentsel dönüşüm” arasında nasıl bir bağ kuruluyor merak ediyoruz. Yasanın adında kimsenin itiraz edemeyeceği bir başlığı koyarak, arka planda Hazine’ye daha fazla gelir sağlayacak bir sistem üretiliyor kuşkusu giderek artıyor.
YENİ YASA İLE VATANDAŞIN MÜLKÜNE
SORGUSUZ SUALSİZ EL KONULUR MU?
2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı ‘Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’daki değişiklik yapan Kanun, pek çok bilinmezi ve potansiyel tehlikeyi de içeriyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren İstanbul Planlama Ajansı (İPA) son derece detaylı bir analiz ile yasanın içindeki tehlikelere dikkat çekiyor.
Raporda 11 yıllık kentsel dönüşüm uygulamalarına yer verilirken, 6306 sayılı yasa kapsamında 20,8 milyon metrekare riskli alan, 418 milyon metrekare rezerv alan ilan edildi. 69 adet riskli alan ve 157 adet rezerv yapı alanı ilan edildi. İstanbul’daki toplam 1,2 milyon bina bulunuyor ve bunların yaklaşık 800 bini 2000 yılı öncesine ait. Son 11 yılda ise sadece 84 bin yapı dönüştü.
İmar planlarında yol, yeşil alan gibi kamunun değil, “herkesin mülkü olarak” kabul edilen alanlarda kadastral parselasyon yapılamayacağını vurgulayan İPA; geçen ay yürürlüğe giren kanuna eklenen madde ile tescil dışı alanlar önce Hazine mülkiyetine geçiriliyor sonra da süreç içinde oluşacak imar hakları Cumhurbaşkanlığı’na veriliyor. Bu alanlar genellikle imar uygulaması sonucu vatandaşlardan bedelsiz olarak sağlanmış yerler olduğu için dolayısıyla bedelsiz olarak vatandaşların mülküne karşılıksız el konulması yolu açılıyor.
İmar planlarının ilan edilme süresinin 1 aydan 15 güne düşmesi de bir başka dikkat çekici girişim.
Planların askıya çıkarılarak ilan edilmesi, planlamaya katılımın en önemli aracı oluyor. Dolayısıyla bu durum itiraz değil, katılım süreci olarak yürürken yapılan bu değişiklikler sürenin yarı yarıya azaltarak katılım sürecinin kısıtlanması sonucunu doğuruyor. Bu düzenlemenin, bir başka kanun olan İmar Kanunu’na aykırı olması ise iki yasa arasında izaha muhtaç bir çelişki doğruyor.
ATATÜRK BOŞU BOŞUNA
“SPORCUNUN ZEKİSİNİ
SEVERİM” DEMEMİŞTİ
Türkiye günlerdir DenizBank’ın şube müdiresi Seçil Erzan tarafından dolandırılan topçuların hikâyelerini izliyor.
Kamuoyunda “Fatih Terim Fonu” olarak bilinen bir finansal yapıya, sorgusuz sualsiz şekilde, pastane köşelerinde poşet çantalarda milyon dolarları teslim eden yarım akıllı futbolcuların hangi motivasyonla bu duruma düştükleri sorgulanıyor.
Özel yaşamlarında sözüm ona muhafazakâr görünüp, faiz düşmanlığı yapan bu uyanık topçular; tatlı ve kılçıksız (vergisiz) yüksek kazancı görünce dini, imanı, nassı vs unutuveriyor.
Muhafazakâr topçuların neyi “muhafaza” ettikleri pek anlaşılmasa da yüksek faizle “kâr” elde etme konusundaki heveslerine şapka (!) çıkarılıyor.
// YÜZDE 253 GETİRİYE İNANAN ZEKA!
Zaten DenizBank’ın konuyla ilgili teftiş raporunda da “Seçil Erzan'ın 46 gün vadede dolar bazında yüzde 253 getiri vaadine inanılmış olsa bile bu dokümanlardan şüphelenilmemesi, elden ve üçüncü kişi üzerinden para verilmesi, ortalama zekâya sahip herhangi bir kişiden beklenmeyecek bir davranıştır” ifadeleri yer alıyor.
Yıllardır sahalarda görmeye alışkın olduğumuz ve “ortalama zekâ seviyesinin altında” oldukları anlaşılan topçulardan ikisi, durumlarını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a aktaracak kadar ileri gidebiliyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten bir kişinin, böylesine zırva bir dolandırıcılık hikâyesi ile mesai tüketmesini isteyebiliyorlar.
Son tahlilde, batan para milletin parası değil.
Ortada zarar gören ya da görecek birileri varsa, peçeteye benzer kağıtlara aldım-verdim imzaları atan topçular, aileleri ve her şartta bu işten sıyırması mümkün olmayan DenizBank yönetimi olacak.
// 3 SAATTE 33 MİLYON TL KREDİ
Banka yönetimi, sözgelimi Arda Turan’a sadece üç saat içinde 33 milyon TL’lik krediyi nasıl onaylandığını izahını verecek en azından. Bu sütunların gedikli okurları, dolandırıcılık komedisinde en fazla para kaybeden bu arkadaş hakkındaki düşüncelerimi anımsayacaktır.
Galatasaray kulübünün kültürüne, seviyesine, çelebiliğine asla yakışmayan bu topçunun kulüpte el üstünde tutulmasına geçmiş yıllarda hep karşı çıktım. Hele ki futbol hayatının son döneminde kulübümüze “kurtarıcı” olarak çağırılmasının aptalca bir hata olacağını savundum. Ve maalesef haklı çıktım.
Babası yaşındaki gazeteciye uçakta kafa atmasını, kendi karısı hamile iken bir sanatçının eşine sarkıntılık yapmasını, silahla hastane basmasını, daha pek çok rezilliğini bugün gibi anımsıyoruz.
Ne acıdır ki Galatasaray Spor Kulübü’nün sokağından bile geçmemesi gereken bu şahsı o şanlı forma ile izlemek zorunda kaldık.
// FATİH TERİM KORUNUYOR MU?
Ve Fatih Terim…
Kendisinin yanı sıra kızının, damadının, avukatının da adının geçtiği bu kirli oyunda “dolandırıldığını” belirtiyor ve 3 milyon dolarının kayıp olduğunu söylüyor.
Ama nedense bugüne kadar Savcılık makamına ifade vermediği gibi herhangi bir kurum kendisinin bilgisine başvurma ihtiyacı duymuyor, her konuda beyanat vermekte mahir olan Fatih Hoca’nın bizatihi kendisi de suskunluğunu koruyor.
Ezcümle…
Türk adliyesi, bu dolandırıcılık vakasının altında kimlerin hangi derecede sorumluluğu varsa ortaya çıkarılmalı. Türkiye’nin en büyük özel bankalarından biri olan DenizBank’ın itibarına zarar veren ne kadar yönetici ve çalışan varsa kamuoyu önünde cezalandırılmalı.
Ve necip milletimiz, kendi cebi ile hiçbir ilgisi olmayan 44 milyon dolarlık bu magazine kafa yoracağına; bizatihi kendisinin soyulduğu kamu ihalelerine kafa yormalı.
Uçmadığı havalimanına, kullanmadığı otoyola, geçmediği köprüye, yatmadığı hastaneye neden milyarlarca dolar para ödediğini düşünmeli.
“YENİ TÜRKİYE”NİN
YÜKSELEN İNSAN PROFİLİ:
ABDULLAH KAYA!
Yer Sinop’un Boyabat ilçesi.
Tarih 3 Ocak 2020.
İlçe girişinde Jandarma ekipleri tarafından durdurulan Abdullah Kaya, kendisine trafik cezası yazılmasına tepki gösteriyor, atarlanıyor…
Ekiplere küfür, hakaret ve tehdit dolu cümleler kuruyor.
Henüz 20’li yaşların başında ve cehalet abidesi olduğu besbelli olan Kaya'nın sözleri, olaydan neredeyse dört sene sonra sosyal medyada hızla yayılarak gündem oluyor.
Atarlı Abdullah, amcasının MHP Vezirköprü İlçe Başkanı olduğunu söyleyerek, cezayı geri aldıracağını da belirtiyor yüksek sesle…
Yetmiyor…
// “ATARLI” ABDULLAH!
Atarlı Abdullah’ın görüntüleri, İngilizce dublajlı olarak da yayınlanıyor ve “ülkemizin yeni insan profili” olarak tüm dünyada yüz milyonlarca kişi tarafından izleniyor, ülkemizin tanıtımına katkıda (!) bulunuyor.
Neyse ki olay sosyal medyaya düşünce, Kaya hakkında dava açılmış ve Samsun 1. Asliye Ceza Mahkemesi, “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” ve “tehdit” suçlarından 1 yıl 8 ay hapis cezası vermiş.
Bu arada “amcam” dediği siyasetçinin gerçekte amcası olmadığı da anlaşılmış.
Memleketimizin yükselen yıldızı olan bu insan profilini doğrusu can sıkacak kadar yakından tanıyoruz.
Bir siyasi parti aidiyetinin, toplumda adam yerine konmak için fazlasıyla yeterli olduğu gibi gerzekçe bir düşüncenin esiri olan zavallı insanların sayısı korkutucu bir hızla çoğalıyor.
Bu işin toplumsal gerçeklik yönü.
// ADAMINA GÖRE MUAMELE Mİ?
Bir de kamera önünde hakarete uğrayan, tehdit edilen jandarma astsubayına ne demeli?
On puanlık sınav sorusu:
Tehdide konu olan amcanın hangi partiye mensup olduğu, jandarmanın tepkisinde belirleyici mi oluyor?
En barışçıl ve yasal gösterilere bile orantısız güç kullanarak cevap veren Türk jandarması, “devletin jandarması” olmadıkça işimiz gerçekten zor.
Kendisine hakaret edenin hangi partiye / ittifaka mensup olduğuna göre tepkisini belirleyen; şayet hakaret eden iktidara mensup ise sesini çıkarmayan, muhalefete mensup ise kafasına jop indiren bir güvenlik anlayışı toplumsal barışımıza en büyük zararı veriyor.
HAFTANIN SÖZÜ
Kral iyi ise kanuna gerek yoktur; kral kötü ise kanunun yapacağı bir şey yoktur.
Çin Atasözü