İzmir, özellikle Osmanlı döneminde ticaretin ve ihracatın başkenti olmuş bir şehirdi. Mübadeleye kadar nüfus yapısında Rumlar ve Ermeniler’in çoğunlukta olduğu kentte, 1888 yılı verilerine göre, en bü...

İzmir, özellikle Osmanlı döneminde ticaretin ve ihracatın başkenti olmuş bir şehirdi. Mübadeleye kadar nüfus yapısında Rumlar ve Ermeniler’in çoğunlukta olduğu kentte, 1888 yılı verilerine göre, en büyük 268 tüccardan 208'i, 78 ticari mümessilinden 71'i, 65 avukattan 37'si, 44 bankerden 30’u, 40 kuyumcudan 27’si, 31 alkol üreticisinden 27’si Rum’du. İzmir bu özellikleri ile doğal bir liman ve ticaret kenti olmuştu. 1950’li yılların ortalarında inşasına başlanan bugünkü İzmir Limanı ise uzun yıllar kentin bu özelliğinin simgesi işlevini gördü. Bugün itibarıyla TCDD yönetimindeki liman, 2017 yılı başında Varlık Fonu’na, yani “Satılacak Mallar İdaresi”ne devredildi. Fon yönetiminin; limanı kiralamaya, devretmeye ve satmaya yetkisi bulunuyor.

İZMİR’İN DEĞİŞMEYEN GÜNDEMİ

Limanın özelleştirme macerası, İzmir ekonomisinin değişmez gündem maddeleri arasında yer alıyor. Bu yöndeki en ciddi girişim 2007 yılında yaşanmış, özelleştirme ihalesini dünya limancılık devi Hutchison Grubu ve yerel ortakları Global Yatırım Holding ile Ege İhracatçı Birlikleri’nden (EİB) oluşan konsorsiyum, 1 milyar 275 milyon dolarlık teklifle kazanmıştı. Ancak Liman İş Sendikası’nın ihalenin iptali için açtığı dava 2009 yılında kazanılınca, ihale iptal olmuş, liman yine kaderi ile baş başa kalmıştı. 2015 yılında yeniden özelleştirme sürecine alınan İzmir Limanı’nın 2007-2009 yılları arasında yaşanan ve başarısızlıkla sonuçlanan özelleştirme macerasını yeniden yaşayıp yaşamayacağı tartışma konusu olmuştu. Aradan sekiz yıl geçti…

20 YILDIR SAHİPSİZ BİR LİMAN…

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu’nun geçen hafta başında yaptığı açıklama Alsancak Limanı özelleştirmesinin yeniden gündemde olduğunu ve Arap sermayesi ile görüşmelerde bulunulduğunu gösteriyor. Limanın 20 yıla yakın süredir adeta sahipsiz ve belirsizlik içinde olması, vaat edilen yatırımların yapılmaması ile daha da derinleşiyor. Binali Yıldırım’ın görev döneminde Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın 2010 yılı Haziran ayında kamuoyuna açıkladığı 650 Milyon Dolar’lık yatırım planına göre, 2015 yılına kadar limanın konteyner elleçleme kapasitesi 900 bin TEU’dan 3 Milyon TEU’ya çıkarılacak; İzmir Limanı Avrupa'nın ilk 5 limanı arasına girecek; sıvı ve dökme yük elleçlemesine son verilecekti. Vinçler yenilenecek, konteyner sahası ıslah edilecek, liman giriş çıkış kapıları düzenlenecekti. İki adet konteyner vinci daha alınarak yükleme boşaltma kapasitesi artırılacak, işlemlerin bilgisayar ortamında otomasyona geçilmek suretiyle yapılması sağlanacaktı. Liman, konteyner ve kruvaziyer olmak üzere birbirinden bağımsız iki limana bölünecek; kruvaziyer limana aynı anda 5-6 gemi yanaşabilecek, yeni bir parmak iskele inşa edilecekti.

VERİLEN SÖZLER TUTULMADI

Ancak bu sözlerin hemen hiçbiri tutulmadı. 2015 yılına kadar 650 Milyon Dolar’lık yatırım vaadinin ancak 100 Milyon Dolar’ı gerçekleştirildi. Bugün, 20 yılın sonunda yeniden özelleştirme sürecine alınan İzmir Limanı, kapasite artırıcı yatırımların yapılmaması nedeniyle her geçen yıl kan kaybediyor. Başta muhalefet milletvekilleri olmak üzere, konuyla ilgili olan olmayan herkes “İzmir Limanı’nın stratejik bir liman” olduğu görüşünü dile getiriyor. 20 yıl önce bu cümlelerin anlam tutarlılığı vardı ama bugün maalesef yok. Limanda yaşanan kan kaybı o kadar büyük ki, 2023 yılının ilk 5 ayında yapılan konteyner elleçlemesi sadece 125 bin TEU seviyesinde kaldı. Basit bir hesapla, 1 milyon 100 bin TEU kapasiteye sahip olan limanın yıllık konteyner elleçlemesinin 300 bin seviyesinde olacağı anlaşılıyor. Bu veriler, limanın kabaca yüzde 30 kapasite ile çalıştığını gösteriyor.

BU LİMAN MI STRATEJİK?

Bu durumun sebebi, zaten Alsancak Limanı’nın uzun süredir “stratejik” özellikte olmamasında yatıyor. Deniz Ticaret Odası (DTO) İzmir Şubesi’nin rakamları bu iddiamızın kanıtını ortaya koyuyor… Buna göre 1999 yılında Türkiye limanlarındaki konteyner yüklerinin %30’u tek başına İzmir Limanı’nda elleçlenirken, 2022 yılına gelindiğinde bu pay %3.1 seviyesine, yani 400 bin TEU’nun altına düşüyor. 2012 yılında Türkiye’nin 3. büyük konteyner limanı olan İzmir Limanı, 10 yıl içinde 8. sıraya gerileyerek, ülke konteyner elleçlemesinden sadece %15 pay alabiliyor. Buna rağmen 2022 yılında Aliağa limanlarında 80 milyon ton toplam yük, 1,5 milyon TEU toplam konteyner elleçlendi. Kuzey Ege Otoyolu’nun 2019 yılında açılması ve Nemrut limanlarına direkt bağlantı verilmesi, bölgedeki limancılık faaliyetlerinin artışında önemli bir etken. Bugün itibarıyla Aliağa Nemrut Limanlar Bölgesi’ndeki en büyük liman olan SOCAR Terminal 1 milyon 500 TEU, Ege Gübre Limanı 1 milyon TEU ve Nemport 750 bin TEU konteyner elleçleme kapasitesine sahip.

ALİAĞA ALDI BAŞINI GİDİYOR

3 milyon 250 bin TEU elleçleme kapasitesine sahip bu üç limanın dışında aynı körfezde bulunan İDÇ, HABAŞ ve Batı Liman limanlarından da sınırlı ölçüde konteyner ve dökme yük elleçlemesi yapılıyor. Temel atmasından itibaren tüm süreçlerinin bizzat içinde olduğum SOCAR Terminal, her ne kadar 1,5 milyon TEU kapasiteye sahip görünse de, talep olması halinde çok kısa sürede 3 milyon TEU elleçleme yapabilecek şekilde projelendirildi. Tüm bu veriler, Alsancak Limanı’nın “stratejik liman” olma özelliğinin mazide kalan bir cümle olduğunu ve liman operasyonlarını bilenler tarafından sadece gülümseme ile karşılandığını bilmeliler. Uzun yıllar Türkiye’nin dış ticaretinde çok önemli paya sahip olan İzmir Limanı; yenileme, derinleştirme ve genişletme çalışmalarının yapılmaması yüzünden rekabetçi yapısını büyük oranda kaybetti. Bu manzara, devletin de İzmir Limanı’nı adeta gözden çıkardığını gösteriyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Aziz Kocaoğlu’nun başkanlık döneminde gündemine aldığı ve “Büyük Körfez Projesi” olarak isimlendirdiği, dip tarama ve sirkülasyon kanalları açma projesinin hâlâ yapılamaması bu terk edilmişliği doğruluyor. Bugün İzmir Gümrük Müdürlüğü’nden 9,2 milyar dolarlık ihracat olurken, Aliağa Gümrük Müdürlüğü 22,5 milyar dolar ihracatı kayda alabiliyor.

YAT VE CRUISE TURİZMİNE ODAKLANIRSA İZMİR’DE DAHA YÜKSEK DEĞER YARATACAK

Ezcümle… Yazımın başlığında belirttiğim, “İzmir Limanı’nı bu haliyle alanlar, aklını peynir ekmekle yemiş demektir!” cümlemin sebebini, tüm bu olan bitenler ışığında değerlendirmek gerekiyor. Ölesiye kan kaybetmiş, genişleme olanağı olmayan, hem liman sahasında hem de İzmir Körfezi’nde yaşanan draft (derinlik) sorununun nasıl çözüleceği belirsiz, sürekli iptal davalarına muhatap olan, ciddi bir makine ekipman yatırımı isteyen bir limandan söz ediyoruz. Bu limanı; “ölü eşek” fiyatına bile olsa satın alan şirketin, kendi kontrolünde ve yetkisinde olmayan sorunları çözebilme imkânı bana göre sıfıra yakın. Gazetelerin kulis haberlerinde İzmir Limanı’nın, 2021 yılında Varlık Fonu ile liman ve lojistik yatırımları yapma amacı ile stratejik ortaklık anlaşması imzalayan Abu Dhabi Port şirketine satılacağı yazıyor. 2006 yılında kurulan AD Ports Group'un bir parçası olan Abu Dhabi Ports yaklaşık 2 bin 500 çalışanı ile BAE'de 10 liman ve terminalin sahibi ve işletmecisi. Grup, birinci sınıf limanlar, sanayi bölgesi ve lojistik tedarik zincirlerinden oluşan entegre bir portföy aracılığıyla küresel ticareti yönlendirmeyi hedefliyor. Bana göre çözüm, İzmir Limanı’nın konteyner ve dökme yük elleçlemesinden tamamen çıkarak; yat ve cruise turizmine odaklanacak bir liman olmasında yatıyor. Her gün binlerce tırın girip çıkarak trafiğini adeta katlettiği bir şehrin, limanın bugünkü halinden kazandığı gelir nedir bilmiyorum. Ancak turizme odaklanan bir konsept ile İzmir ve Türk ekonomisine çok daha fazla katma değer sağlayacağını düşünüyorum. ++++++++++++++

BAKKAL DÜKKÂNI AÇAR GİBİ AR-GE MERKEZLERİ AÇMAK, KATMA DEĞER YARATMIYORMUŞ!

Türkiye’de Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından onay verilen Ar-Ge Merkezlerinin hikayesi 15 yıl kadar önceye dayanıyor. Şirketlere çok önemli destek sağlayan uygulama, ilk yıllarda Ar-Ge çalışanı sayısı 100 ve üzerinde olan şirketleri kapsadığı için o son derece zorlu bir süreç gerektiriyordu. Ar-Ge Merkezi onayı almak, şirketler için son derece prestijli bir durumdu. Benzer bir durum 2000’li yılların başında uygulamaya konulan markalaşma programı Turquality için de geçerliydi. Aradan geçen zamanda, özellikle de 2014 yılı sonrasında şirketlerin Ar-Ge Merkezi onayı alma koşulları esnetildi. Orta ölçekli şirketlere bile bu onay verilir oldu. Yanlış anlaşılmasın, kimsenin emeğini ve çabasını küçümsüyor değilim. Ancak… “Verilen bunca destek ne işe yaradı, Türkiye’nin ihracatında en önemli sorun olan katma değere hangi olumlu katkıyı sağladı?” sorusunu sormak hakkımız olsa gerek… Geçen hafta bir toplantıda bir araya geldiğimiz Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Başkanı İbrahim Gökçüoğlu’nun verdiği rakamlar, hiç de iç açıcı değil. Türkiye’de an itibarıyla 1260 Ar-Ge Merkezi bulunuyor. 2014 yılında bu sayı 168 idi. Çok sayıda Ar-Ge Merkezi açılmasına rağmen, 2014 yılında Türkiye’in ihracatının kilogram fiyatı 1,63 Dolar seviyesindeyken, 2022 yılı sonu itibarıyla 1,44 Dolar seviyesinde. Bu değerin 2014 yılındaki tepe noktasından 2020 yılına kadar dikkat çekici bir hızla düştüğünü, 2020’den itibaren kurlardaki sıçramaların etkisi ile 1,44 Dolar seviyesine yükseldiğini kaydedelim. Aynı zamanda Makine İhracatçıları Birliği (MAİB) Yönetim Kurulu Üyesi olan İbrahim Gökçüoğlu, Türkiye’nin küresel ticaretten aldığı payın 1970’li yıllarda binde 2 seviyesinde iken, son 12 yıldır yüzde 1 bandında seyrettiğini belirtiyor. 1970 yılında Türkiye’nin kişi başına milli geliri 490 Dolar seviyesinde iken, 279 Dolar kişi başına gelire sahip Güney Kore küresel ticaretten binde 38 seviyesinde pay alıyordu. Ya bugün… Türkiye yüzde 1 seviyesinde kolan vururken, Güney Kore küresel ticaretten yüzde 3 seviyesinde pay alıyor. Kişi başına milli gelirde ise Türkiye’nin üç katından fazla bir seviyeye ulaşmış durumda. Tüm bu veriler, adeta bakkal dükkanı gibi Ar-Ge Merkezi açmakla, katma değerli üretim ve ihracata ulaşılamayacağını gösteriyor. ++++++++ HAFTANIN SÖZÜ “Cehalet aklın gecesidir. Aysız yıldızsız bir gece…” Konfüçyüs