“İnsan, var olduğu günden bu yana sürekli olarak, içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.” der Engin Geçtan, ‘İnsan Olmak’ kitabının önsözünde. Bir şeyleri anlamak ve anlamlandırmak, insan yaşamı boyunca süregelen vazgeçilmez bir çabaya dönüşmüş durumda. Bu anlamlı çabaya bilimsel açıdan göz atalım:
Psikolojinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı, hiç şüphesiz ki türümüzün anlam arayışı ve merak duygusundan kaynaklı olarak birtakım deney düzenekleriyle insan davranışını tüm yönleriyle anlamak, yordamak ve değiştirmek üzerine bir çabadan doğmuştur. Günümüz psikoloji bilimi, “ruh bilimi” tanımlamalarından uzaklaşarak fizyolojik sistemlerin işleyişine odaklı bir bilimsel anlayışına kavuşmuştur. Psikoloji dediğimizde birçoğumuzun diline yerleşmiş bir tanımlamayla karşılaşırız: Psikolojim bozuldu.
Psikoloji bilimi, sadece semptomatik durumlarla ilerleyen psikopatolojik durumları kapsamaz elbette. Her şeyin işlendiği ve psikolojik süreçlere konu olan beynimiz, kullandığımız dil ile düşüncelerimizi biçimlendirerek kendisine yeni bir uyaran yaratır. Kusursuz olduğu kadar, bir o kadar da kusurlu bir organdır, beyin. Yani “psikolojim bozuldu” ifadesinin birey ve toplum için yarattığı alt anlamlar, psikolojinin tıpkı üzerinde son kullanma tarihi olan ürünler için kullandığımız ifade ile “bozulabilecek standart bir materyal” olduğu izlenimini yansıtır. Oysa psikoloji bilimi, sağlıklı bireyin bilişsel süreçlerini (duygu, düşünce, davranış) inceleyen bir sosyal bilim dalı olarak karşımıza çıkar.
Standart bir psikolojik iyi oluş hali, sadece bir yanılsamadır; psikolojik iyi oluş hali bireye özgü olmakla birlikte işlevsel mekanizmaların uyum içerisinde çalışması ile karakterizedir. Eğer daha önce duymadıysanız sizi son yıllarda oldukça popüler bir alan olan Sinirbilim (neuroscience) ile tanıştırayım. Sinir sistemini inceleyen disiplinler arası bir bilim dalı olan sinirbilim, sağlıklı bilişsel işleyişin sağlıksız olandan ayırt edilmesini sağlayan, merkezi sinir sisteminin fizyolojik işleyişi ile psikolojik mekanizmalar arasındaki bağlantıları inceleyen bir anlayışla psikoloji bilimini baştan aşağı değiştirmiş bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Birçok alanda yapılan deneysel çalışmalar, insan davranışını anlamaya ve yordamaya her geçen gün bizi daha da yaklaştırıyor.
Her ne kadar insandan söz ediyor olsak da, insanı tek başına düşünmek mümkün değildir. Biyo-psiko-sosyal bir canlı olan insan, işlevsel ve sağlıklı bir yaşam döngüsü içinde varlığını tek başına sürdüremez. İnsan türünün bir diğerine duyduğu ihtiyaç, toplumsal yaşamı başlatmış ve insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Toplumsal yaşamın başlaması, hayatta kalma ve üreme şansını arttırırken; kaynakları daha verimli kullanmamızı da sağlamıştır. Birlikte yaşamak, günlük hayatımızı bir yandan kolaylaştırırken; diğer yandan birçok problemi beraberinde getirmiştir. Kendi varlığımızı anlamlandırma çabasının yanı sıra; diğerinin duygu, düşünce ve davranışını anlama, yorumlama ve cevap verme gibi karmaşık bilişsel bir sürecin gelişmesine sebep olmuştur.
Günlük hayatta kimi zaman, hepimiz biraz psikolog rolüne bürünürüz; sorunu olan bir arkadaşımızı dinlerken, çevremizdeki insanların duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını anlamlandırmaya çabalarken. Toplum içerisinde süren yaşantımızda insanı anlamak, mesaisi hiç bitmeyen bilişsel bir iş yüküdür her birimiz için. O nedenledir ki, insanı anlamak için psikolojik mekanizmaların işleyişini özümsemek bize farklı pencereler aralayacaktır. Çıktığımız bu anlama ve anlamlandırma yolculuğunda insana özgü, psikolojiye özgü birçok pencereden birlikte bakıyor olacağız.
Kendinize bugünden itibaren not düşebileceğiniz en önemli şey: Psikolojik iyi oluşun doğrusu yanlışı yoktur; işlevsel olan psikolojik iyi oluş bizi kendimize ve başkalarına yaklaştırır. Kendinizin en işlevsel versiyonuna ulaşmanız dileğiyle…
Uzm. Psk.Tuğba ADSIZ
Spor Psikoloğu