Neye kulak vermeli? Hiç dikkat etmediğiniz, her geçen gün ensenizde nefesini daha çok hissedeceğiniz, ‘Geliyorum’ diyen felakete… Bugünkü yazımda iki metne yer verdim; biri 14.12.2019 tarih 30978 sayı...
Neye kulak vermeli? Hiç dikkat etmediğiniz, her geçen gün ensenizde nefesini daha çok hissedeceğiniz, ‘Geliyorum’ diyen felakete… Bugünkü yazımda iki metne yer verdim; biri 14.12.2019 tarih 30978 sayılı Resmi Gazete’nin 42’nci sahifesi, diğeri de Cumhuriyet gazetesinden bir köşe yazısı.
Resmi Gazete’de ‘Faizsiz finans kurumlarının denetçilerinin etik kuralları anlatılmakta, normal, mesleki, etik kurallara ilave olarak İslami açıdan herhangi bir eylemin etik olarak kabul edilebilir bir davranış olarak görülüp görülmediğini belirtmeye ve mesleki uygulamalara dahil olan etik konulara dikkati çekerek denetçilerin bu farkındalığını geliştirmeye yardımcı olmak’ diyor. Özetle, konu devam ederek birçok İslami konuyu denetçilerin etik konusu içine alıyor ve son derece kafa karışıyor.
Nedir, neden bu hükümler oluşturuldu? Birilerinin anlatması gerekirken sessizce olması, ayrıca ne gerek niye gerek meslek erbabını niye ürkütüyor, önemli. Çünkü insanların karşısına bir biri üzerine emrivakiler ve hiç de gerekmeyen dayatmalar gibi olunca toplum geriliyor. Gerilsin mi? Hayır! Şayet evetse Cumhuriyet gazetesindeki ‘Hala umut var’ köşe yazısı okumalı. Yazı özetle İstanbul’da araba vapurunda geçer. Üç dört genç müzik yapmaya kalkışınca gemi görevlisi müdahale eder. Gençler caz havasında ‘Ankara’nın bağları’nı çalmaktadır. Bu sırada ansızın bir yolcu fırlar yerinden, kendinden iki kat iri görevliye ‘Buda mı yasak!’ der. Derken iki kişi daha katılır bu çıkışa ve enstrümansız üçü bir, şarkıya kalınan yerden yüksek sesle devam ederler. O anda alkışlar ile şarkıya bütün yolcular katılmaz mı… Gemi görevlisi bulunduğu yeri terk eder ama şarkı bitince yolcular Che Guavera’nın ağıtına döner. Ortada öyle bir öfke bulutu vardır ki herkes konuşmadan birlikte hareket etmektedir. Gemi rıhtıma yanaşmaktadır. Çocuklar yolculardan yardım ister. Çünkü rıhtımda görevlilerin beklediği görülmektedir. Bu defa gemi yolcularından biri gitarı diğeri saksafonu boynuna asar, gençleri ortalarına alarak sert bir eda ile gemiden topluca inerler. Rıhtımdaki görevliler yolcuların tavrından konunun ciddiyetini sezerek hiç bir harekette bulunmadan oradan ayrılırlar. Yazar diyor ki; bu ülkede azgın bir azınlığın sürekli tekmelediği mutsuz çoğunluğun öfkesi artıyor. Türkiye fokur fokur kaynıyor. Henüz kapak atmadı çünkü itici bir güce ulaşmadı. Çoğunluğa yön verecek muhalefet ise ne kaynayan öfkenin ne de kendilerinden kesilen umudun farkında. Mine Gökçe Kırıkkanat muhteşem bir sonuçla bitiriyor yazısını. Özetle şöyle diyor: Sabır tenceresi ne zaman taşar, kapak nerede, nasıl bir gerekçe ile atar bilemem ancak iktidarın da muhalefetin de boyunu aşacak atıllaşan siyasi arenayı basacak öfke selinin boğuk uğultusu gittikçe büyüyor. Bence de…
Şimdi herkes aklını başına almalı, sırtı kurumlara dayalı olanlar bu ülkenin birliğine dayalı bir toplum olduğunu hiç bir zaman unutmamalı. 1960 İhtilali’nde bir albay aileyi içeri attırırken akraba bir albay da ertesi gün aileyi içeriden çıkarmıştı. Sayın Mine Gökçe Kırıkkanat’ın yazısını muhteşem buluyorum kutluyorum üstadı.