Mutahhar Şerif’in İmralı mucizesi dünya vitrininde

Büyük bir düşünsel emek ve özverili bir süreç sonucu başarılan İmralı Sosyal Sanatoryumu, daha kurulduğu ilk günlerde bile haklı ve gözalıcı bir ışıltıyla dünyanın dikkatini çekmeyi başardığı için çok da şaşırmamalıyız bizce. Çünkü Mutahhar Şerif’in gencecik yaşlarında kaleme aldığı yazılarındaki derinliğe bakınca başımız dönüyor. 
Bu gözle görülür başarının basına yansıması da gecikmez. Birçok yerli ve yabancı basın kaynağı defalarca İmralı mucizesini haber yapar. Bunlardan biri de, 1936 yılının Aralık ayında yayınlanan ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi propaganda aracı rolündeki “La Turquie Kamâliste” dergisinde yer alan “The Spirit of İmralı” (İmralı’nın Ruhu) adlı yazıdır. Bu yazı her ne kadar cezaevi gibi sevimsiz bir konuya sayfalarca yer vermiş olsa da; taşıdığı görev, batılı olmak ve dünya kamuoyuna Osmanlı’nın köhnemiş dünyasından uzak, modern bir Türkiye izlenimi vermek amacını taşır. Birçok fotoğrafla desteklenen yazının altında imza olmasa da, dönemin Matbuat Umum Müdürü (Basın Yayın Genel Direktörü) olan Vedat Nedim Tör tarafından yazıldığı neredeyse kesindir. İngilizce olarak yayınlanan yazının propaganda amacıyla yazıldığının tam olarak anlaşılması için, çevirisini sevgili eşim Esra İlkkurşun Filiz’in yaptığı metnin tamamını sizlerle paylaşmak istiyoruz.
İmralı’nın Ruhu (1936)
8 Kasım 1935, Türk modernleşmesinde hatırlanması gereken bir tarih. O tarihte Mutahhar Şerif Başoğlu önderliğinde elli mahkûmun İmralı Adası'na gelmesiyle ilk Türk Ceza Kolonisi kuruldu. Mahkûmların hepsi ciddi suçlardan dolayı hapis cezasına çarptırılmış ve Türkiye'nin batı kesimindeki eski cezaevlerinde bulunmuşlardı.  Kısmen kişilikleri ve cezaevindeki sicilleri, kısmen de topluluk oluşturma ve tarım yapma konusunda çeşitli becerilere sahip oldukları için Başoğlu tarafından seçilmişlerdi. İmralı Adası on beş yıldır ıssızdı. Yaklaşık yirmi dört kilometrekare büyüklüğündeydi ve Mudanya'ya uzak değildi. Ilıman iklimi ve verimli bir toprağı vardı.  Mutahhar Şerif Başoğlu, yakın zamanda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden sınıf birincisi olarak mezun olmuştu. Bir süredir Türkiye'deki hapishane sorunuyla yakından ilgileniyordu. Türk cezaevleri hakkındaki derin bilgisini ülkenin her yerindeki özenli çalışmalarıyla elde etmişti. Bu bilgisini İsviçre, Belçika ve bazı Balkan ülkelerindeki hapishane yöntemlerine ilişkin dikkatli bir araştırmayla desteklemişti. Başoğlu bugün Adalet Bakanlığı Cezaevleri Genel Müdürü (*Genel Müdür Yardımcısı olmalıdır-HF) olarak görev yapmaktadır. Türk cezaevi sistemini bilimsel olarak inceleme ve bir reform programı hazırlama çabalarının başlangıcından itibaren, mevcut Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun sürekli teşviki ve anlayışlı desteğini almıştır. Teşvik ve destek olmasaydı İmralı olmazdı.
Mahkûmlar, onların müdürleri ve beş jandarma on bir ay önce İmralı’ya çıktıklarında kurdukları tek barınak, eğer barınak denilebilirse, dört duvardan oluşanbir binaydı. Çadırlar ve çatısız duvarlardan oluşan ilkel konaklama yerleri kuruldu ve ciddi bir şekilde çalışmalara başlandı. Bugün ilk kamp ve ilk yemek pişirme yeri ziyaretçilere, adanın ilk kâşiflerinin zorlukların üstesinden nasıl geldiklerini anlatan bir gururla sunuluyor. Adadaki her taşa sinen, hem müdüre hem de mahkûmlara ait anılar ilk günlerin zorluklarını sonuna kadar yansıtıyor. 
Bugün tablo büyük ölçüde değişti. Dört duvar, mahkûmların uyku alanları, yemek ve toplantı odası, küçük bir revir, mutfak ve banyoyu içeren iki katlı bir binaya dönüştü; topluluğun diğer üyelerini barındıracak yeni binanın temelleri ve ilk katı tamamlandı; ziyaretçiler için küçük ama iyi düzenlenmiş bir köşk, ayrıca jandarma karakolu ve idari bina inşa edildi; yolları, dalgakıranı ve iskeleyi de unutmamak gerekiyor ve en önemlisi yüz on metrekarelik bir alan tarıma açıldı. Nitekim İmralı, başta soğan, kavun ve karpuz olmak üzere tarım ürünleri sayesinde kendi kendine yetebilecek bir hale geldi.
Bu iyi bir başarı rekorudur ve mahkûmlar yaptıklarıyla gurur duyma hakkına sahiptir. Ama İmralı’daki arkadaşlarımın en büyük, en etkileyici başarısının İmralı ruhu olduğunu söylersem, umarım hiçbir arkadaşım bunu reddetmez. Bu ruhu en iyi, İmralı’nın bir hapishane değil, bir topluluk olduğunu söylemekle anlatabiliriz. 
Eski usul hapishanelere giden sıradan bir ziyaretçi bile, çok geçmeden rahatsız edici bir şekilde, ortamdaki çatışma atmosferinin farkına varır. Gardiyanlardan oluşan cezaevi idaresi  ve onların karşısında sürekli çatışma halinde olan mahkûmlar vardır. Cezaevi idaresi, açıkça görülen bir zor kullanarak mahkûmları yönetmektedir. İmralı'da herhangi bir çatışma ortamı ve güç gösterisi yok. Elbette çok kesin ve sıkı sıkıya bağlı kalınan bir program ve mükemmel bir disiplin var ama bu, düzenli ve çalışkan topluluğun programı ve disiplinidir. Tulum giyen mahkûmlar, adanın çeşitli yerlerinde yaptıkları işin doğası gereği gelip giderler. Bazen yalnız bazen de grup halinde çalışırlar. Şu anda görevde olan üç jandarma özgürce mahkûmların arasına karışır ve silahlı olsalar bile kimsenin bundan haberi yoktur.
Pek çok hapishaneyi ziyaret ettim ve tesadüfen fark ettiğim bazı mahkûmların yüzlerini hatırlıyorum. Kural olarak boş, ifadesiz ya da somurtkan yüzler vardı. Onları bir an önce unutmak istiyordum.
Belki İmralı’nın ruhu bir başka açıdan, hatırlamak istediğim mahkûm yüzleri olarak anlatılabilir.  Burada mahkûmlar hızlı hareket ederler, insanın gözlerinin içine bakarlar, doğal bir şekilde ve kısıtlama olmadan konuşurlar ve tokalaşırlar.  Ve bunların hepsi aslında dış dünyada alışık olduğumuz şekilde, geleneksel hapishanenin doğal olmayan atmosferinde yokluğuyla dikkat çeken bir şekilde yapılıyor.
Krimonoloji ve ceza bilimi, son yıllarda kaydettikleri ilerlemelerle övünen bilim dallarıdır ve ben, titizlikle bir araya getirilen verilerin değeri ya da bu çalışmaları yapan çalışanların sabrı ve yüksek bilimsel idealleri açısından bunu küçümseyecek son kişi olmalıym.  Ancak İmralı ziyaretimi düşünürken, tek başına bir liderin özverisi ve fedakârlığının mahkûmlar üzerinde yaratabileceği belirleyici etkiyi bugünlerde unutma tehlikesiyle karşı karşıya olup olmadığımızı merak ettim. Bu bağlamda, hayatının uzun yıllarını hapishane sorunlarıyla uğraşarak geçiren ve şu anda Amerikan hapishane idaresinde yüksek bir konuma sahip olan bir dostumun mektubundaki bazı sözleri hatırladım.
Kendisine İmralı'nın ilk aylarıyla ilgili yazmıştım ve bana şöyle cevap vermişti:
“Ancak benim düşünceme göre, onun (Başoğlu) tüm zorlukları onlarla (Mahkûmlarla) paylaştığını ve çalıştığını vurguladığınızda mektubunuz onun (Başoğlu) başarısının gerçek sırrını ortaya çıkarıyor”
Erkeklerin antisosyal eğilimlerini ortadan kaldırmak ve onları yeniden eğitmek için onlarla çalışmak… Bugün İmralı'da yapılan da budur ve bireyi cezalandırmaya çalışan geleneksel cezalandırma yöntemleriyle çarpıcı bir tezat oluşturan şey budur; toplumu cezalandırmaya son verirler. Sonuçta hapis cezasının amacı, kanunları çiğneyen kişiyi faydalı bir vatandaşa dönüştürerek toplumu korumaktır ve bu amaç unutulduğunda veya göz ardı edildiğinde, cezaevinde geçirilen süre sonucunda birey, cezaevine girdiğinden daha kötü, daha kırgın bir şekilde topluma geri döner. Daha antisosyal olduğundan, acı çeken ve cezalandırılan açıkça toplumdur. İmralı, kanunları çiğneyenlerin insan olduğunu tanımamız gerektiğini ve ancak bu tanıma temelinde toplumun korunmasının sağlanabileceğini bir kez daha kanıtlıyor.”
(La Turquie Kamâliste, (Revue Paraissant Tous le Deux Mois et Publiée par la Direction Générale de la Presse au Ministere de l’İnterieur), Decembre (*Aralık) 1936, No: 16, ss. 14-18)
Sadece ‘İmralı’nın Ruhu’ değildir vitrine çıkan… 1949 yılında yayınlandığını tahmin ettiğimiz ve bugün bulunması neredeyse imkân dışı olan bir İmralı kitap/ broşüründen de söz etmek istiyoruz. Tam adı “İmralı Cezaevi / La Colonie Penitentıaıre d’İmralı” olan ve Türkçe-Fransızca basılan tanıtım kitapçığının kapağını ünlü grafiker İhap Hulusi çizmiştir. 
“İmralı Cezaevi / La Colonie Penitentıaıre d’İmralı” (1949)
Ankara Yeni Cezaevi Matbaası’nda basılan, sayfa numaraları ve baskı yılı belirtilmemiş olan bu enfes kitap / broşürün -en erken- 1949 yılında piyasaya çıktığını tahmin ediyoruz; çünkü, 31 sayfalık bu kitapçığın son bölümünde yer verilen, İmralı’yı ziyaret edenlerin el yazısı notlarından bir tanesi 19 Mayıs 1949 tarihlidir.
İmralı Sosyal Sanatoryumu’nun kuruluş tarihçesinin görsel kimliğini taşıyan, ilk kafileyle oraya varan 50 mahkûmun çadırları kurup, inşaatları yapmaya başlaması ve sonrasındaki şimşek hızıyla gelişiminin 48 fotoğrafla bir çeşit albüm olarak sunulduğu kitapçık, “Türkiye’de Ceza İnfaz Sistemi” başlıklı kısacık bir önbildirimle başlar:
“Türkiye’de Ceza İnfaz Sistemi / Şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalar üç nevidir:
1-    Ağır hapis
2-    Hapis
3-    Hafif hapis
Türk Ceza Kanunu’nun 13. ve müteakip maddeleri bu cezaların infaz şeklini tayin ve infazda kabul edilen sistemi tesbit etmiş bulunmaktadır.
Türk Ceza Kanunu ağır hapis ve hapis cezalarının infazında “Systéme Progressif”i kabul etmiş ve ağır hapis cezasının infazını dört devreye ayırmıştır:
A – Birinci devrede cezanın yirmide birine müsavi müddet, geceli gündüzlü yalnız olarak hücrede çektirilir. Bu müddet bir aydan aşağı ve altı aydan yukarı olamaz.
B – İkinci devrede yalnız geceleri tecrit edilip gündüzleri müçtemi hapis usulüne tabi tutulması lazımdır.
C – Üçüncü devreye geçen mahkûm iş esası üzerine kurulu cezaevlerine gönderilir. Bu devrede geçen her üç gün dört mahkûmiyet gününe karşı tutulur. 
D – Üçüncü devreyi de iyi hal ile geçiren ve salâha doğru gittiğine kanaat getirilen hükümlü cezaevi komisyonu kararıyla dördüncü devreye geçirilir. Bu devrede geçen her bir gün iki mahkûmiyet gününe karşılık olarak hesap edilir. 
Dördüncü devrede mütebaki cezasının yarısını iyi hal ile çeken hükümlü meşruten tahliyesini isteyebilir. Müebbet ağır hapis cezaları 36 sene üzerinden hesap edilerek muvakkat ağır hapsin tabi olduğu şartlar altında infaz olunur. Ancak, ikinci ve üçüncü devrelerdeki müddetler mutlak olarak 36 senenin altında ve üçte biridir. 
İş esası üzerine kurulu cezaevleri:
Cezanın üçüncü ve dördüncü devrelerinin infaz edildiği bu müesseselerde hükümlü muayyen bir sanat veya bilgiye sahip edilmek maksadıyla çalıştırılır. Hükümlü esasen bir sanat bilgisine sahip ise meşgalesi ona göre tayin olunur. 
Bu müesseselerin iş hacmine göre muayyen bir mütedavil sermayesi mevcuttur. Bu sermayeyi işleterek hükümlü devlet bütçesine yük olmadan kendi kazancı ile geçindirilir. 
Her hükümlü yevmiyesinin muayyen kısmı ile kendisine yapılan masrafı müesseseye öder; mütebakisi tasarruf hesabına kaydolunur. Bu para kanuna dayanan sebeplerle salıverildiği gün kendisine , vefatı halinde mirasçılarına ödenir.
İş esası üzerine kurulu müesseselerden İmralı Cezaevi:
İmralı adası ikinci Osmanlı imparatoru “Orhan Gazi” zamanında Türklerin Rumeli’ye akınları sırasında Türk filosuna kumanda eden “Emir Ali” tarafından zaptolunmuş. (1330) Bu isim sonraları halk dilinde “İmralı” olarak değişmiştir.”
Kitapçığın içinde yer alan 48 fotoğraftan ilkinin altında Fransızca-Türkçe olarak şöyle yazmaktadır: “İmralı adası Marmara Denizi’nde ve İstanbul’a otuz üç mil mesafede büyük bir adadır.” Kitapçığın son fotoğrafıysa, ceza süresini tamamlayıp adadan ayrılan bir mahkûmun teknede çekilmiş bir fotoğrafıdır ve altında şöyle yazmaktadır: “Hürriyetine tekrar kavuşan mahkûm, “İmralı-3”ün küpeştesinden nemli gözlerle İmralı’yı son defa selamlamaktadır.” 
Albümü andıran kitapçığın son bölümü, yıllar içinde İmralı’yı ziyaret edenlerin, İmralı anı defterine yazdıkları yazılardan seçilmiş notlara ayrılmıştır. Bu ziyaretçilerden biri de ünlü cezaevi uzmanı G. Howland Shaw’dur. İşte o yazılardan birkaç örnek:
“Burada büyük bir eser meydana getirilmiş bulunuyor. Bir defa kötü yola sapmış olan kimseler, cemiyet saflarına yeniden karışmak imkânını bulmaktadırlar. Terbiye ideali burada intikam hırsı ile örnek teşkil edebilecek bir tarzda yer değiştirmiş bulunmaktadır. Bu yalnız diğerkâmlıktan ileri gelen muhteşem bir eser olmayıp, aynı zamanda aklın zaferidir de…” (Alfred Kantroviç - 19 Mayıs 1949)
“Bu müesseseyi şimdiye kadar şahit olduğum denemelerin en alâka çekeni addediyorum. Bir İngiliz tebaası olarak bu büyük eseri örnek tutuğumuz taktirde, iyi bir şey yapmış olacağımız kanaatindeyim. Bunu başarmak hususunda Allahın lütuf ve inayeti bizimle olsun.” (S. R. G. - 2 Ağustos 1945) (*Adının sadece başharflerini okuyabildiğimiz bu kişi, dönemin Karabük Demir Çelik Fabrikaları Teknik Emniyet Müşaviridir.)
“Bu müessese Türkiye için paha biçilmez bir değere hazi olduğu sabit bulunan mavaffakiyetli bir deneme olup, benimki de dahil olmak üzere diğer memleketler tarafından etüd edilmeye layıktır.” (Charles Lammer - 4 Mart 1948)

9 Temmuz 2024 / Devamı Var