Türkiye’nin ürettiği enerji, büyük oranda ithâl kaynaklara dayalı. İhtiyacımızın yüzde 99’unu ithâl ettiğimiz doğalgazın elektrik üretimindeki payı yüzde 30, termik santrallerde kullanılan ithal kömü...

Türkiye’nin ürettiği enerji, büyük oranda ithâl kaynaklara dayalı. İhtiyacımızın yüzde 99’unu ithâl ettiğimiz doğalgazın elektrik üretimindeki payı yüzde 30, termik santrallerde kullanılan ithal kömürün payı yüzde 10’lar seviyesinde. Ve elbette petrol… Petroldeki dışa bağımlılık oranımız yüzde 95 gibi astronomik bir seviyede… Topraklarımızdan doğalgaz ve petrol çıkmadığına –ya da en azından bu yönde bir bilgimiz olmadığına- göre yerli ve yenilenebilir kaynakların payını hızla artırmak zorundayız. 2018 yılında enerji için ithalatına 43 milyar dolar harcanmıştı. Bu rakam geçen yıl görece azalışla 41 milyar dolara geriledi. Ekonomideki büyümenin sıfır noktasına gerilemesi ile azalan dış ticaret açığında hâlâ en büyük payı enerji ithalatı oluşturuyor. “AL YA DA ÖDE SİSTEMİ” Pek çok okurumuz hatırlayacaktır. Türkiye, 90’lı yıllarda kontratlarını imzaladığı doğalgaz boru hatları ile ihtiyacının çok üzerinde ithalat yapmış, tüketmediği doğalgazın parasını satın aldığı ülkelere ödemek zorunda kalmıştı. Kamuoyunda “al ya da öde” olarak bilinen ve yıllarca ekonomiye büyük zarar veren bu çıkmaza bugün yeniden girme riskimizin olduğu görülüyor. Gelmek istediğim nokta şu: Rusya ile enerji alanındaki işbirliğimiz, şüphesiz stratejik özellik taşıyan ve geleceğe yönelik hamleler... Ancak bu işbirlikleri nedense hep Rusya’nın çıkarlarına uygun işliyor. İki ülke arasında asimetrik bir ilişkiden söz etmek mümkün. Bu ilişkinin, iki tarafın da ortak çıkarına hizmet eder noktaya taşınması gerekiyor. Aksi halde sürdürülebilir olması ve 2015 yılında yaşanan uçak düşürme olayında olduğu gibi, aşkın bir anda nefrete dönüşme olasılığı bulunuyor. Geçen hafta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in katıldığı görkemli bir törenle açılışı yapılan Türk Akım Doğalgaz Boru Hattı ile birlikte Türkiye’ye sadece boru hatları ile giren gaz miktarı 71 milyar metreküpü (bcm) aşmış durumda. Pekâlâ ne kadar doğalgaz tüketiyoruz? TÜKETİM 50 MİLYAR M3 Evlerimizde, sanayide ve çevrim santrallerinde elektrik üretimi için tükettiğimiz doğalgaz miktarı 2017 yılında 53,8 milyar metreküp iken, 2018 yılında yüzde 6 azalarak 50 milyar metreküpe geriledi. Birkaç gün içinde 2019 yılı tüketim rakamları da açıklanacak. Ekonomideki soğumaya, elektrik tüketimine ve sanayi üretimindeki düşüşe bakarak, 2019’da da tüketimde azalma olacağını söylemek güç değil. Ezcümle 45 ilâ 50 milyar metreküp arasında bir tüketimle 2019’u kapatmış olacağız. Şimdi boru hattı projelerini tek tek analiz ederek, Türkiye’ye ne kadar doğalgaz girdiğine bakalım… TÜRKİYE- RUSYA BATI DOĞALGAZ BORU HATTI: Türkiye’nin ilk doğalgaz boru hattı olan ve 1987’de devreye alınan Batı Hattı; Rusya’nın gazını Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye ulaştırıyor. Hattın başlangıçta 6 milyar metreküp olan kapasitesi bugün 14 milyar metreküp seviyesinde. Geçmişte güzergâh üzerindeki ülkelerdeki siyasi gelişmelerden çokça etkilenen Batı Hattı’nın, Türk Akım’ın devreye girmesinin ardından 2021 yılından itibaren devreden çıkarılacağı konuşuluyor. Ancak enerji uzmanları, en az 20 yıl daha kullanım ömrü bulunan bu hattın devreden çıkarılmasının düşük bir olasılık olduğuna vurgu yapıyorlar. Hattın Türkiye bacağı; Trakya, İstanbul, İzmit, Bursa, Eskişehir güzergâhını izleyerek Ankara’ya ulaşıyor. TÜRKİYE- RUSYA MAVİ AKIM DOĞALGAZ BORU HATTI: 2003 yılında devreye alınan ve 16 milyar metreküp kapasiteye sahip Mavi Akım, Rusya’nın doğalgazını Karadeniz’in altından 400 kilometrelik yolculukla doğrudan Samsun’a taşıyor. Samsun’dan Ankara’ya ulaşan kara hattı bulunan Mavi Akım’ın kapasitesi 2014 yılında 3 milyar metreküp artırılarak 19 milyar metreküpe çıkarıldı. TÜRKİYE- İRAN DOĞALGAZ BORU HATTI: 2001 yılında devreye alınan Türkiye- İran Doğalgaz Boru Hattı, 1491 kilometre uzunluğunda. Türkiye-İran sınırındaki Doğubayazıt’ta topraklarımıza giren boru hattı, Erzurum, Sivas, Kayseri rotasını izleyerek Ankara’ya ulaşıyor. Ek bir branşman ile Kayseri ve Konya üzerinden Seydişehir’e uzanan bu hattın kapasitesi yıllık 10 milyar metreküp seviyesinde. Türkiye’ye geçmişte pek çok arz güvenliği tehlikesi yaratan bu hat, İran’ın gaz akışını azaltması veya tamamen durdurması gibi durumlarla sık sık kamuoyu gündemine gelmişti. BAKÜ-TİFLİS-ERZURUM DOĞAL GAZ BORU HATTI (BTE): Azerbaycan ile Türkiye arasında ilk doğalgaz boru hattı olan BTE 6,6 milyar metreküp taşıma kapasitesine sahip. 2007 yılında devreye alınan ve 980 kilometre uzunluğa sahip BTE, Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 1 kaynağından çıkan gazı Türkiye’ye taşıyor. BTE’nin bir başka özelliği ise en düşük kapasiteli hat olmasına rağmen, Türkiye’nin en ucuz maliyetle gaz satın aldığı hat olması… BOTAŞ, BTE’den gelen gazın her 1000 metreküpüne 230 dolar ödüyor. TRANS ANADOLU DOĞALGAZ BORU HATTI (TANAP): 2018 yılı Haziran ayında devreye alınan ve “Enerjinin İpek Yolu” olarak adlandırılan TANAP, 16 milyar metreküp başlangıç kapasitesine sahip. Bu kapasitenin 6 milyar metreküpü Türkiye'nin kullanımına verilirken, 10 milyar metreküpü TANAP’ın devamı olan TAP (Trans Adriyatik Boru Hattı) ile Avrupa'ya taşınıyor. TANAP'ın kapasitesi önce 24 milyar metreküpe, sonrasında ise 31 milyar metreküpe yükselecek. Nihai kapasitenin 16 milyar metreküpü Türkiye’ye, kalan kısmı ise yine TAP üzerinden Avrupa’nın kullanımına sunulacak. Ardahan’dan başlayarak Türkiye topraklarında bin 850 kilometre yol kat eden ve Edirne-İpsala’ya kadar uzanan TANAP, Türkiye-Yunanistan sınırında TAP ile birleşiyor. TANAP, tıpkı BTE gibi Türkiye için en verimli doğalgaz projeleri arasında başı çekiyor. Türk devlet petrol şirketi TPAO, 2014 yılında çok akıllıca bir işe imza atarak TANAP ile gelen Şahdeniz 2 kaynaklarındaki işletme payını yüzde 9’dan 19’a çıkarmıştı. Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (SOCAR) ile yapılan anlaşma ile Türkiye, tükettiği malın üretimine ortak olmuştu. Bir başka devlet şirketi olan BOTAŞ ise TANAP’ta yüzde 30 paya sahip. TÜRK AKIM DOĞALGAZ BORU HATTI PROJESİ: 8 Ocak 2020’de devreye alınan Türk Akım Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Rus gazını tıpkı Mavi Akım gibi Karadeniz’in altından 935 kilometre yol kat ederek Trakya’daki Kıyıköy terminaline taşıyor. Her biri yıllık 15,75 Milyar metreküp kapasiteye sahip iki hattan oluşan Türk Akım’ın bir hattı Türkiye’nin ihtiyacına arz edilirken, diğer hat Bulgaristan üzerinden Avrupa’daki tüketicilere ulaşacak. Türk Akım’ın devreye alınması ile Batı Hattı’ndan alınan yıllık 14 milyar metreküp gazın, aynı koşullarda Türk Akım üzerinden Türkiye’ye sağlanması planlanıyor. Türk Akımı’nın, 2015 yılında yaşanan uçak düşürme krizi sonrasında “Rusya’nın gönlünü kazanma” araçlarından biri olduğuna da kuşku yok… TOPLAM GAZ ARZI 71,3 MİLYAR M3 Bu hatlara bakarak Türkiye’ye giren doğalgaz kapasitesi bugün itibarıyla 71,3 milyar metreküp seviyesinde olduğunu görüyoruz. TANAP’ta yeni fazın devreye girmesi ile Türkiye’ye ek 10 milyar metreküp gaz arzı daha sağlanacak ve toplam doğalgaz arz kapasitesi 81,3 milyar metreküpe ulaşacak. 2021 yılında Batı Hattı’nın tamamıyla devreden çıktığı düşünülse bile (14 milyar metreküp) boru hattı ile gelen gaz miktarı 67,3 milyar metreküpe ulaşacak. Bu kadar mı? Acele etmeyin… Bu veriler, ülkemize boru hatları ile giren doğalgaza ait. Bir de LNG olarak bilinen sıvılaştırılmış doğalgaz satın alıyoruz. Birkaç yıl öncesine kadar çok pahalı olması sebebiyle acil durumlar dışında tercih edilmeyen LNG’nin maliyetleri, boru hatları ile taşınan gaza yaklaşmış durumda. Türkiye; Nijerya ve Cezayir ile yaptığı uzun vadeli kontratlar başta olmak üzere, aralarından ABD’nin de bulunduğu pek çok ülkeden yılda yaklaşık 14 milyar metreküp LNG ithal ediyor. LNG'nin toplam gaz ithalatındaki payı geçen yıl ilk kez yüzde 30'un üzerine çıkmıştı. TÜKETİM YÜZDE 50 ARTAR MI? Türkiye’de 5,9 milyon ton kapasiteli Marmara Ereğlisi LNG Terminali ve 4,4 milyon ton kapasiteli Egegaz LNG terminali olmak üzere iki adet LNG terminali bulunuyor. Ayrıca İzmir-Aliağa ve Hatay Dörtyol’da birer yüzer LNG depolama ve yeniden gazlaştırma terminali (FSRU) aktif olarak kullanılıyor. Saros Körfezi’nde açılması planlanan üçüncü FSRU için de çalışmalar devam ediyor. Dev gemilerle sıvı olarak taşınan LNG bu terminallerde tekrar doğalgaza çevrilerek ülke içi sisteme veriliyor. Şimdi… Bu kadar yüksek miktarlarda doğalgaz satın alan, bu ithalatı da katma değeri düşük mallar ihraç ederek yapan Türkiye’de doğalgaz tüketimi için nasıl bir projeksiyon var? BOTAŞ’ın artık tutmamasına alıştığımız öngörülerine göre Türkiye’nin gaz talebi 2030’da 70 milyar metreküpe yükselecek. Bu öngörü, bugünkü tüketimin yüzde 50’ye yakın artması anlamına geliyor. Türkiye’de tüm 81 il ve nüfusu fazla yüzlerce ilçe doğalgaz kullanıyor. Bundan sonra yeni tüketim noktalarının devreye alınması zor görünüyor. Ayrıca doğalgaza sadece son bir buçuk yılda gelen yüzde 53’lük zamla birlikte vatandaşın doğalgaz kullanımı ise artmak bir yana azalıyor. Doğalgazdan elektrik üreten çevrim santralleri son yıllarda çok düşük kapasitelerle çalışıyor. Çünkü doğalgazla elektrik üretmenin maliyeti, EÜAŞ’ın paçal üretim maliyeti ile yarışamıyor. Pekâlâ Türk ekonomisinin gelecek 10 yılda doğalgazda yüzde 50’lik bir talep artışına karşılayacak büyüme potansiyeli sizce var mı? Soru imi havada asılı kalıyor… NASRETTİN HOCA FIKRASI GİBİ Türk ekonomisi beklentilerin çok üzerinde bir büyüme dönemine girerse… Sanayi üretiminde ciddi bir artış yaşanırsa.., Dünyada petrol fiyatları nisbi olarak düşer ve bu düşüşün doğalgaza yansıması ile elektrik üretimi cazip hale gelirse… Yüzde 50 talep artışı yaşanabilir. Okurlarımın Nasrettin Hoca’nın meşhur hikâyesini hatırlayıp gülümsediklerini görür gibiyim… Günün sonunda, boru hatları ya da LNG ile topraklarımıza soktuğumuz bu doğalgazı tüketmek, tüketemiyorsak parasını ödemek zorundayız. Milyarlarca dolara mal olan bu yatırımlar, en az 20 yıllık kontratlara göre inşa ediliyor. Türkiye bu gazı almayı taahhüt etmese, tek bir boru hattının yapılması bile söz konusu olmayacak. Türkiye cephesindeki durum bu. Pekâlâ doğalgazın tüketimi dünyada artıyor mu? Hayır… Dünyada doğalgaz arzı artıyor ama talep beklendiği hızda artmıyor. Fiyatlar hızla düşüyor ve yatırımlar yavaşlıyor. Kilogram değeri 1,12 dolar olan harcıalem malları üreterek kazandığımız dövizi bu şekilde heba etmek, bana pek akıllıca gelmiyor. ÇÖZÜM TEMİZ ENERJİDE Sebebi ise çok basit: Yenilenebilir ve temiz enerji kaynakları… Başta güneş ve rüzgâr olmak üzere temiz enerji kaynaklarına yatırım her geçen yıl artıyor. Gelişmiş ülkeler bir yana, Suudi Arabistan gibi doğal kaynak zengini ülkeler bile dev güneş santralleri inşa ediyor. Türkiye’de de durum farklı değil. 90 bin megavata ulaşan kurulu güç içinde rüzgâr, güneş, jeotermal ve biyokütle gibi temiz enerji kaynaklarının payı 14 bin megavata yaklaşıyor. Bu kurulu güç, Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyelinin henüz yüzde 15’ine karşılık geliyor. Sözün özü, Türkiye’nin doğalgaz gibi tamamına yakınını ithal ettiği kaynaklara enerji üretimini süratle azaltması gerekiyor. Doğalgaz arzının yaklaşık yüzde 70’inin tek başına Rusya’ya ait olması ise hepimizin uykularını kaçırması gerekiyor… 24 Kasım 2015’te yaşanan uçak düşürme krizi benzeri bir krizin yaşanmayacağını, Rusya’nın pek çok bahaneye sarılarak Türkiye’nin doğalgazını kesme ya da azaltma yoluna gitmeyeceğini garanti edebilir misiniz? Ben edemem…

Kaliforniya’da her yeni bina için çatı tipi güneş paneli kurulumu zorunlu oldu

Türkiye ilginç bir ülke… Tükettiğimiz enerjinin yaklaşık dörtte üçünü ithal kaynaklardan üretiyoruz. Buna karşılık yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından yeterince yararlandığımızı söylememiz mümkün değil. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan, Güneş Enerjisi Potansiyeli Atlası’na (GEPA) göre Türkiye’nin yıllık toplam güneşlenme süresi 2 bin 737 saat. Yani günlük ortalama 7,5 saat seviyesinde. Coğrafi konumumuz gereği güneş enerjisinde en şanslı ülkelerden biriyiz. Ülkemiz bu güneşlenme süresi karşılığında güneşten sadece 5 bin Megavat’ın biraz üzerinde enerji elde ederken; Almanya yıllık bin 600 saat güneşlenme süresi karşılığında 46 bin megavat enerji üretebiliyor. Yani Türkiye’ye göre yüzde 60 daha az güneş alırken, bizden 9 kat daha fazla güneş enerjisi elde edebiliyor. 1 OCAK’TAN İTİBAREN ZORUNLU Ve Amerika… Dünya ekonomisinin beşte birini temsil eden bu dev ekonomi, Başkan Trump’ın açıklamasına göre son iki yıldır enerjide dışa bağımlılık oranını sıfır noktasına indirmeyi başardı. Ve aynı ABD’nin Kaliforniya Eyaleti’nde 1 Ocak 2020’den itibaren yeni yapılan tüm evlere güneş enerjisi sistemi kurma zorunluluğu getirildi. ABD’nin en kalabalık eyaleti olan ve geçen yıl elektriğin yüzde 16’sını güneş enerjisinden karşılayan Kaliforniya’da yürürlüğe giren yasa ile müstakil ev ve apartmanlar çatılarına güneş enerjisi panelleri kurmak zorunda kalacaklar. Yasada sadece ağaçlar ve yüksek binalar gibi engellenen ya da panellere yer olmayan evlere muafiyet tanınıyor. Kaliforniya Enerji Komisyonu, eyalette yeni kurulacak olan binalar için getirilen diğer zorunluluklarla birlikte her bir hanenin enerji tüketiminin yüzde 53 oranında düşebileceğini ve bunun da çevreye son derece olumlu katkılar sunacağını açıklıyor… ENERJİ BAĞIMSIZLIĞI… Şu “Özgürlükler Ülkesi”ne bakın hele… Devlet zoruyla vatandaşa güneş paneli kurma zorunluluğu getiriyor. Türkiye’de böyle bir yasanın çıktığını düşünebiliyor musunuz? “Vay efendim, devlet ne karışır benim çatıma?”, “Ben istersem kurarım, devlet zorunlu tutamaz!”, “Demokrasinin neresinde var bu?” gibi cümleler kulaklarınızda çınlıyor mu? Okurlarımla ABD aşığı olmadığımı bilebilecek kadar iyi tanışıyoruz. Ancak gelişmiş ülkeler, enerji bağımsızlıkları ve çocuklarının gelecekleri söz konusu olduğu zaman, bize saçma ya da anlamsız gelen uygulamaları devlet eliyle zorunlu tutabiliyorlar. ABD buna en somut örnek…

Türk siyasi tarihi yazılırken adı en çok anılacak siyasetçi

Melih Gökçek… 23 yıldan fazla süre Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı. Bu görevinden önce kısa süren bir kamu görevi, bir dönem Keçiören Belediye Başkanlığı, bir dönem milletvekilliği bulunuyordu. AKP’nin kurulduğu ve iktidara geldiği yıllarda, Demokrat Parti’nin Genel Başkanlığı’na soyunan ve Belediye Başkanlığı görevinin yanı sıra il il gezerek siyaset yapan Gökçek, AKP’ye ağır cümlelerle verip veriştiriyor, ham hayaller kuruyordu. “Meclis’e iki buçuk parti girecek” diyordu. “Buçuk”tan kastettiği, on binde bir oy olan Demokrat Parti idi. 2002 yılında İzmir’de Balçova Termal tesislerindeki toplantıda yaptığı ateşli konuşma, AKP’ye etmedik laf bırakmaması hâlâ kulaklarımda. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı, Gökçek yanlış ata oynamıştı. 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP tek başına iktidara geldi. Hemen birkaç ay sonra, Demokrat Partilileri yüz üstü bırakarak hooop AKP’ye geçti Gökçek…

“PARSEL PARSEL SATTI”

2017 yılında ise nedeni hâlâ bilinmeyen bir gerekçe ile Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından görevinden alındı. Kendisi de neden istifa ettiğinin nedenini açıklamadı. Kendi kendisine sordu mu, ondan bile emin değilim. 2015 yılında AKP’nin ağır toplarından, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile büyük bir kavgaya girişti. Arınç’ın hakaret içeren konuşmaları sonrasında söylediği, “Bu kişi FETÖ’ye Ankara’yı parsel parsel satmıştır” iddiası yenilir yutulur gibi değildi. Canlı yayında söylenen bu sözlerin üzerine tek bir savcı bile gitmedi. Ne Arınç’a soruldu ne de Gökçek bu topa girdi… Oysa normal koşullarda, kavgada bile söylenmeyecek bu cümle, FETÖ ile ilgili pek çok düğümün çözüleceği bir dava konusu olabilirdi. Herkes sütre gerisine yattı…

DEVLETİN ARACINI KULLANIYOR

Gökçek’i size daha fazla anlatacak değilim. Kamuoyu kendisini “ziyadesiyle” tanıyor… Meselem şu: İleride Türk siyasi tarihinin 2000 sonrası dönemi yazılırken, Gökçek’e özel bir bölüm ayrılması gerekecek. Düşünsenize, 23 Ekim 2017’de Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan kovulan Gökçek, o tarihren beri belediyenin kendisine tahsis ettiği üç lüks cipi kullanmaya devam ediyor. Araçların yakıtı, vergisi, bakımı vs hepsi biz vergi mükelleflerinin cebinden çıkıyor. Ve bu durum taa Mansur Yavaş’ın seçimleri kazanması sonrası ortaya çıkıyor. Basında konu işlenince ciplerden ikisini lütuf gösterip iade ediyor. Birini ise hâlâ kullanmaya devam ediyor. Hatta aynı araçla işlenen trafik suçuna kesilen cezayı bile ödemiyor. Bir de sosyal medya üzerinden Mansur Yavaş ila ağız dalaşına giriyor. Meseleyi unutturmak için Ankara’da yağan karda kayan araçları paylaşıyor. Kendince espri yapıyor. “Mansur Yavaş’a para yollayacağını, yolladığı paradan cezayı ödemesini, kalanı ile de kendisine harçlık yapmasını” söylüyor.

ESPRİ KABİLİYETİ MÜTHİŞ!

Seviyeye, akıl yürütmeye, espri (!) kabiliyetine bakar mısınız? Hiçbir kamu görevi olmadığı halde, devletin aracına yapışmış, “vermem oğlu vermem” diyor. Devletin aracını iki yılı aşkın süredir neden, nasıl ve hangi hakla kullandığını, kimden cesaret aldığını, işlediği suçun hesabını vermek ve kanunları nasıl hiçe saydığını açıklamak yerine; lise ergenleri gibi soğuk espriler yaparak “ört ki ölem” diyor. Onu izlerken adeta yüreğiniz sıkışıyor. “Mustafa Kemal’in başkentini bu adam mı yönetmiş 23 sene?” diye sorasınız geliyor… Yanıt alamayacağınızı, klavye silahşörü Gökçek’in gülünç zırvalarına hedef olacağınızı bile bile…