Ülkemizin en büyük şehirlerinden biri İzmir, şüphesiz. Aynı zamanda en aktif yer hareketlerinin de yaşandığı coğrafyaya sahip. Diğer açıdan volkanik yapı nedeniyle termal kaynakların da en fazla olduğ...
Ülkemizin en büyük şehirlerinden biri İzmir, şüphesiz. Aynı zamanda en aktif yer hareketlerinin de yaşandığı coğrafyaya sahip. Diğer açıdan volkanik yapı nedeniyle termal kaynakların da en fazla olduğu alanlar şehrimizde bulunuyor. Balçova, Narlıdere, Seferihisar, Çeşme termal su kaynaklarının yüzeye en yakın olduğu, hatta birçok noktada kendiliğinden yüzeye çıktığı alanlardır. Bu durumun aktif fay kırıklarından kaynaklandığı biliniyor. Yine de tüm İzmir coğrafyası makul derinliklerde sıcak su rezervlerine ulaşıldığı, birinci derece termal alan tanımlı coğrafyaya sahip. Hiçbir noktada, termal kaynaklar kullanılacağı alanlara göre şehir planlamasında öncelik kazanmamış.
Termal sular, ister sağlık ister turizm amaçla, ya da tarımsal amaçla kullanılması önceliğine sahip değil. Termal alanlar bütünüyle yapılaşmaya, şehirleşmeye feda edilmiş. Fakat yine birinci dereceden deprem bölgeleri oldukları gerçeği de hiçe sayılmış. Termal kaynakların bir diğer kullanım sahası, ısınma. Dünyanın her yerinde termal kaynaklar, şehirlerin ısınmasında kullanılıyor. Böylesi bir varlık, en doğal en ekonomik mekânsal ısınma kaynağı olarak bulunduğu bölgelerde milli servet kabul ediliyor.
Ege kıyılarının kuzey güney yönünde açılma eğilimi ve doğudan batıya doğru Ege Denizine doğru itildiği tektonik hareketler de dikkate alınmamış. Ege kıyılarının coğrafi bilgilerinden bir diğeri, Gediz ve Menderes nehirlerinin yüzlerce kolları ile doğudan batıya, Ege Denizine aktığı havza alanlar olduğudur. Gediz nehri, 1886 yılında mansaplanarak körfez dışına yönlendirilmeseydi, bugün Karşıyaka’dan Alsancak’a yürüyerek geçilebilirdi. 9000 yıldır çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış bu topraklar, elbet ki aynı zamanda çok sayıdaki medeniyetin yeryüzünden silinmesine vesile olmuş çok sayıda afet yaşamıştı. Bu nedenle, Osmanlı’nın son dönemlerine kadar yerleşkeler, kıyıdan içeride, dağ tepelerinde ve kayaç yamaçlarda oluşmuştur. Son 150 yıllık devirde, kıyılardan, dolgu alanlardan uzak durma eğilimi unutulmuş, şehir hızla kıyılara yayılmıştır.
Hiç şüphesiz şehir planlaması ve imar kanunu ile ilgili büyük bir sıkıntımız olduğu açıktır. Gerekiyorsa 3194 sayılı İmar Kanununun Meclise taşınıp radikal değişime sokulması gereği kaçınılmazdır. İzmir gibi İstanbul’u da Bursa’yı da topyekun yeniden kurgulamamız lazım. Bir zamanların tamamıyla şeftali, kestane bahçeleri olan Bursa ovasının bugün geldiği durum içler acısıdır. Değerli Hocamız Celal Şengör’ün, çöküntü ile oluşmuş Bursa Ovasına dikkat çektiği, yetkili makamlarca dikkate alınmış mıdır? Daha düne kadar, Kanal İstanbul planlamasını eleştiren toplum, İstanbul’un riski alanlarının şehir dışında planlanması hususunu belki yeniden incelemelidir. 15 milyona yaklaşan mega şehirde, 6 Şubat depremi gibi bir felaket meydana gelecek olsa, birçok noktaya aylarca ulaşılamayacağı açık. Daracık sokaklar etrafında yükselmiş binalardan 65 bin kadarının, dayanıksız bina olarak bilindiği ve acilen dönüşmesi gerektiği ortadayken, böylesi bir felaketin boyutları tezahür edilemez.
İstanbul’da olası böylesi bir depreme mevcut durumda önlem dahi alınamaz. Coğrafyamızda onun bilgilerini inkar ederek yaşayamayız. Coğrafyamızda olması gereken imarı, olması gereken şehir planlamalarını derhal hayata geçirmek zorundayız. Şu an çok büyük bir felaket yaşamış isek, çok daha büyük olanlarına gebe olan bu topraklara, çok daha saygılı, çok daha uyumlu olmak mecburiyetindeyiz. İmarı ve Şehir Planlama ilkelerini tümden güncellemek üzere, odaları, akademisyenleri, İnşaat-emlak sektörünü, sermayedar, bürokrat ve siyasetçileri, acil ve radikal çözümler üretmek üzere göreve davet ediyoruz.