Bir odaya giriyorsunuz. Kapının üzerinde adınız yazıyor. Ortasında bir yükselti. Üzerinde bir şişe su duruyor. Hayatlarımız pet şişelerdeki sulara benziyor. Buymuş sizin hayatınız, bir şişe su gibi yaşamışsınız. Biriktirdiklerimiz ancak bir şişeyi dolduruyormuş.

 Şişe metaforuna geçenlerde fikirlerine çok değer verdiğim bir arkadaşımla ulaştık. Birikimlerden, yaşamdan, ulaşabilecek potansiyellerimizden bahsediyorduk. Suya ulaşmaktı amacımız. Bazen bir şişenin yetmediğini düşündüğünüzde, onu büyütmek istersiniz. Daha büyük birikimler elde edip kendiniz olabilmek için şekil değiştirirsiniz. Ama evren aynı anda size nehirleri, denizleri, adaları ve dağları verebilir. Önünüzde bir deniz varken, bitmez tükenmez bir sistemin parçası iken, elinizdeki bir şişe su gözünüze çok küçük görünebilir.

Soul’ animasyon filminden bir hikâye geliyor aklıma. Genç balık yaşlı balığa gider ve der ki: “O okyanus denilen yeri bulmaya çalışıyorum.” “Okyanus mu?” der yaşlı balık; “Şu an bulunduğun yerdir.” ''Burası”, der genç balık, “ama burası su. Benim istediğim okyanus.”

Meselenin denize kavuşmak olduğunu düşünmüştük bizde. Ama ne zaman? Ne olunca kavuşacağız denizlere? Ne zaman ‘işte şimdi okyanusta yüzüyorum ve bu çok keyifli’ diyeceğiz? Yeterince hayat tecrübemiz olduğunda mı? Yeterince birikime ulaştığımızda mı? Her şeyi öğrendiğimizde mi? Yoksa buralardan ayrıldıktan sonra mı? Soruların arkası kesilmiyor, cevapları yok çünkü.

NASIL OLURDU?

Peki mesele okyanusa ulaşmak, kabı sürekli genişletmeye çalışmak olmasaydı, bir ekosistemin içinde, zaten denizlerin bir parçası olduğumuzu bilseydik ve o sakinlikle karşılasaydık yaşamı nasıl olurdu? Suyun üzerinde yüzen bir şişeyle büyük su kitlesinin arasındaki tek çizgi şişenin hatlarıdır. Onu ortadan kaldırdığınızda suyun zaten bulunduğu yere kavuştuğunu görürsünüz. Kimse bize doldurmak için belirli boyutlarda bir kap vermedi ki, biz onları kendi kendimize yarattık. Benim hayatım burada geçer dedik ve bir şehir yarattık. Benim ahlaki çizgilerim bunlardır dedik ve bir koşul başlattık. Benim yargılarım bunlardır diyerek insanları eledik. Bu toprak bizimdir dedik ve savaştık. Bu iyidir dediğimiz şeyler iyi, bu kötüdür dediğimiz şeyler kötü olmaya başladı. Benim hayatta hiç şansım yoktur diyen insanların hiç şansı var mıdır sizce? Varsa da göremez ki, pet şişenin içinden görünen deniz, ulaşamadığınız bir denizdir. Şişenin dışında, her parçasıyla bütünleşebildiğiniz bir okyanus sizi bekliyor.

Bu yüzden başta girdiğimiz odayı şu hale çevirmeliyiz. Odanın ortasında bir pet şişe. Ağzı açık ve yan yatmış, su halen aşağıda deniz olarak tasvir edilen bir yere akıyor, sürekli akıyor..

Refik Anadol’un yapay zeka ile üretilen tasarımları gibi, hareketli, dalgalı bir deniz. Dalgalara karışan tecrübeleriniz. İyiyle kötünün iç içe geçmesi. Sınırların belirsizleşmesi. Ve hayatınıza bakan siz. Ne güzel bir oda olurdu..

Bu haftalık yerimiz bu kadar. Herkese keyifli haftalar dilerim!