Yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğunu, seçilmiş insanların i...

Yerel yönetimlerin demokrasinin beşiği olduğunu, seçilmiş insanların ise -oy verelim ya da vermeyelim – görev yaptıkları kentlerin sahibi olduklarını söylerim hep…

Herhangi bir siyasi partiye aidiyetim ve sempatim olmasa da, seçilmiş insanların azami ölçüde saygıyı hak ettiklerini düşünürüm.

Hele ki bu yerel yönetim temsilcileri siyasal aidiyetlerini “sosyal demokrat” olarak tanımlıyorlar ise…

450 binlik yerleşik nüfusu ile İzmir’in en büyük ilçelerinden Bornova, uzun yıllardır sosyal demokrat belediye başkanları tarafından yönetiliyor.

// İŞ İNSANI BAŞKAN İDUĞ

2019 seçimlerinde yüzde 57,5 oyla göreve gelen Belediye Başkanı Sayın Mustafa İduğ, bu görevi öncesinde iş dünyası örgütlerinde aktif görevler alan, Ege Otomotiv Derneği (EGOD) Başkanlığı yapmış bir iş insanıydı.

İş dünyasının sıkıntılarını ve ayakta kalma mücadelesini bire bir yaşamış, akademik kariyere de sahip biri olarak sorunların ve çözümlerin muhatabıydı.

Ancak İduğ’un yönettiği Bornova Belediyesi, kendi ilçesindeki esnafın ve iş insanlarının adeta boğazını sıkan icraatları yapmakta beis görmüyor.

İşte somut bir örnek:

Bornova ilçesi sınırları içinde bulunan ve sayıları her geçen gün artan iş merkezlerinden alınan katı atık bedelini, bir meclis kararı ile 187 kat (evet yanlış okumadınız tam yüz seksen yedi kat) artırıyor.

// FAHİŞ ARTIŞIN MANTIĞI NE?

Bornova Belediyesi’nin 8 Ekim 2021 tarihli 262 sayılı Meclis kararına dayanarak yapılan uygulama ile iş merkezlerinin tükettiği suyun karşılığı olan faturada, Bornova Belediyesi’nin tahsil ettiği pay 72 TL’den 13 bin 500 TL’ye çıkarılıyor.

Ve hiç vakit kaybedilmeden Meclis kararından hemen sonraki faturalara yansıtılıyor…

Yaşanan rezalet bununla da kalmıyor.

Alınan bu karar, ilçe genelindeki her iş merkezine aynı şekilde uygulanmıyor.

Adında “plaza” olan binalardan bu tutar alınırken, “iş merkezi” olarak geçen binalardan daha düşük tutarda belediye payı kesiliyor.

Yani, “Sen plazada oturuyorsun, al bakalım sana fahiş fiyat” mı denmek isteniyor?

Bornova ile birlikte tüm ilçelerde su dağıtımı ve kanal hizmetlerini Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İZSU verirken, aynı İZSU’nun su faturalarından aldığı pay ilçe belediyesinin altında kalıyor.

Tam bir kara mizah örneği bu.

// FİKRÎ TAKİBİMİZDE KALACAK

Sadece katı atıkların toplanması ve bertarafından sorumlu olan Bornova Belediyesi, elbette bu iş için bir katkı payı alacak, almalı.

Bu pay, vatandaşların ve iş dünyasının yaşadıkları zorlukları gözeterek elbette artırılmalı.

Pekâlâ bu artış 187 kat mı olmalı?

Bir iş insanının yönettiği belediyede, bunların yaşanıyor olması ise üzüntümüzü katlıyor.

Sayın Başkan Mustafa İduğ’a sütunlarımız açık.

Yanıt hakkını kullanana kadar fikrî takibimizde bu tuhaf haksızlığı işlemeye ve gündemde tutmaya devam edeceğiz…

+++++++++++++++++++++++

SEN NASIL BİR RUH HASTASISIN MAHMUT!

Geçen ay, yurdumuzun cennet köşelerinden Batı Karadeniz Bölgemizi başta sona gezme imkânım oldu.

Duraklarımızdan biri bölgenin en turistik noktalarından Sümela Manastırı’ydı. 10 yıldan fazla süre görmediğim bu kadim coğrafyada, adeta vandalizme uğramış yerlerin başında Sümela Manastırı geliyor.

Restorasyon çalışmaları nedeniyle dört seneden fazla süredir kapalı olan Sümela’da, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği çalışma son derece başarılı sonuçlar verse de, Sümela’nın pek çok yerinde günümüze kadar kalmayı başaran freskleri tarumar edenlerin izleri silinememiş.

Böylesine önemli bir dünya mirasına zarar veren akıl, nasıl bir akıldır diye merak etmeden duramıyor insan.

Bu nasıl bir cehalettir!

Bu nasıl bir ruh hastalığıdır!

Bu nasıl bir vandalizmdir!

// MAHMUT, NEYİN KAFASI BU?

Sümela’da ilk olarak bin 600 yıl önce inşa edilen mağara kilisenin girişinde ve iç kısmındaki freskler, çakı ya da bıçak gibi kesici aletlerle yazılan isimler ve şekillerle dolu.

En belirgin olanlarından biri, adını bu tarihi yapıya kazıyan Mahmut Kolukısa.

Benzeri bir manastır Avrupa’nın herhangi bir kentinde olsa, ziyaretçilerin bırakın fresklere dokunmalarını, yaklaşmalarına dahi izin verilmezdi.

Sümela’da görevli olan güvenlikçi arkadaşlar ise cep telefonları ile oynama dışındaki mesailerini, çevreye bakınmakla ve fresklere dokunulmaması yönünde uzaktan uyarı yapmakla geçiriyorlar.

Tam bir dostlar alışverişte görsün örneği…

// AYASOFYA DA AYNI!...

Benzer bir rezalet, Trabzon’da 2013 yılından bugüne cami olarak kullanılan Ayasofya’da yaşanıyor.

Ayasofya’nın kuzey ve güney giriş kapılarındaki duvar ve tavan süslemelerinde yer alan freskler, tıpkı Sümela’da olduğu günü vandalların saldırılarıyla mahvedilmiş. Bazılarına kesici aletlerle zarar verilmekle kalınmamış, parça parça sökülerek ortadan kaldırılmış. İbadete açık olan camiye her gün giren binlerce insan, bu tarihi değerleri rahatlıkla katledebilir. Ayasofya’da bunu engelleyecek kamera sistemi bile bulunmuyor.

Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mehmet Nuri Ersoy’un dikkatine, bu iki rezaleti sunmayı görev sayıyorum.

Sayın Bakanım, Sümela ve benzeri dünya miraslarını gezen ziyaretçiler, fresk ve benzeri sembollere yaklaşmamalılar. Ya ziyaretçilerin erişemeyeceği bir güzergâh düzenlemesi yapılmalı ya da örnekleri Avrupa’nın pek çok ülkesindeki müzelerde görülen özel camlar ile korumaya alınmalı.

Bir sonraki Sümela ve Ayasofya ziyaretimde bu dünya miraslarını daha fazla tahrip edilmiş olarak görmemeyi diliyorum.

+++++++++++++++++++++++

HAMDİ AĞABEYİN ARDINDAN…

İzmir basını, geçen hafta sonu “doğuştan gazeteci” bir mensubunu kaybetti.

Henüz 70 yaşında olmasına rağmen, uzun süredir kanserin pençesinde kıvranan Hamdi Türkmen, bugün sonsuz yolculuğuna uğurlanacak.

Övgüsünü de yergisini de açık yüreklilikle paylaşan Hamdi ağabey ile son yıllarda Yayın Kurulu Üyesi olduğumuz Gözlem’in toplantılarında karşılaşır, laflardık.

Bu sohbetlerde, yazımın başında kullandığım “doğuştan gazeteci” deyimini haklı çıkaran çok örnekle karşılaşırdım.

Yerel yönetimler muhabirliğinin İzmir’deki öncülerinden olan Hamdi Türkmen, kendisini biraz iyi hissettiğinde Salı toplantılarına katılmayı ihmal etmezdi. Bir yıl kadar önce Hamdi ağabey ile Çetin ağabey (Gürel) arasında geçen tatlı sert atışma, onun mesleğine nasıl aşkla bağlı bir adam olduğunun bariz göstergesi idi.

Yeni Asır gazetesinin gücünün zirvesinde olduğu 1980’li yılların başlarında gazetenin Genel Müdürü olan Çetin Gürel, Haber Müdürlüğü görevine Hamdi Türkmen’in yerine başka birini getirmişti.

Bu olayın üzerinden 40 sene geçmesine rağmen, çok sevdiği ve saygı duyduğu Çetin ağabey ile tartışmakta beis görmemiş, “Orada bana haksızlık yaptın ağabey, Haber Müdürlüğü benim hakkımdı” diyerek ısrarla ve inatla tepkisini koymuştu.

Gazeteci olmaktan daha da zoru gazete yöneticiliğidir.

Hamdi Türkmen, Yeni Asır’da 1970’lerin başında muhabirlik ile başlayan meslek yaşamını, 1990’lı yılların sonunda Yayın Grubu Başkanı olarak sürdürüyordu. Pek çok idari görevi olmasına rağmen, yazılarını da aksatmadan sürdürüyordu.

Benim de bir dönem görev yaptığım dönemde Yeni Asır, Göztepe Spor Kulübü’nü satın almış ve bu yatırım tüm Türkiye çapında olay yaratmıştı. Satın almanın ardından Hamdi ağabey gazetedeki görevlerinin yanı sıra Göztepe Başkanlığı’nı da eş zamanlı yürütmüştü.

En verimli çağında aramızdan ayrılan Hamdi Türkmen’e Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum.

+++++++++++++++++++++++

ATATÜRK’TEN MUHTEŞEM BİR TANIMLAMA: “NAMUS CEPHESİ”

Biliyorum, gündemin hayhuyu içerisinde Atatürk’ün muhteşem zekâsına ve asaletine ilişkin anektodları ihmal ettik bir süre.

Kısa bir özrün ardından, Mustafa Kemal’in ne zaman anımsasam sırtımı ürperten bir tanımlamasına getireyim sözü: Namus Cephesi…

Tarih 30 Ekim 1923.

Cumhuriyet ilan edileli henüz bir gün olmuş.

Mustafa Kemal Atatürk, kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olduğu ülkesinin geleceğine yönelik hangi duygu ve düşünceleri taşıyor acaba?

Bu sorunun yanıtını, en yakın silah ve kader arkadaşı İsmet İnönü’ye yazdığı müthiş dokunaklı bir mektupta dile getiriyor.

Bakın neler düşünüyor Cumhuriyetin ilk gününde Atatürk:

// MUHTEŞEM MEKTUP…

Sevgili Paşam!..

Cumhuriyet'in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.

Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun.

Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.

Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.

Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı.

Yoksul bir köylü devletiyiz.

Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.

Denizciliğimiz acınacak durumda.

Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.

Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor.

Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor.

Üç milyon insanımız trahomlu. (Gözleri kör eden bulaşıcı bir hastalık.)

Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı yüzde 60'ı geçiyor. Nüfusun yüzde 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.

Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114 bin 408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.

Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız çok az.

Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitim sorunu hiç çözülmemiş.

Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var.

Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.

Hedefimiz Milli İktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.

Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.

Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.

Allah yardımcımız olsun!

Gazi Mustafa Kemal.”

// BU MANZARAYI ÖZLEYENLER…

Aradan 99 yıl geçtikten sonra bile hâlâ Osmanlıcılığa özenen, hâlâ padişah sultasında kalmak isteyen; özgür birey olmak yerine sultanın kulu, vatandaş olmak yerine tebaa olmayı tercih eden aklı evvellere bu mektubu defalarca okutmak gerek.

İşte bu duygu selinde geçiyor “namus cephesi” tanımlaması.

Cumhuriyetimizi yüceltecek insan kaynağını “namus cephesi” olarak tanımlıyor Atatürk.

Ve bugün…

Adeta varlık içinde yokluk çeken, nüfusunun kabaca yarısı açlık sınırının altında gelire sahip Türkiye’de, yoksulluk kara bir yazgı olmaya devam ediyor.

Zenginlik ve refah içinde yüzmesi gereken Türk milleti, derinleşen gelir dağılımı ve servet-sefalet uçurumunda geleceğini arıyor.

Ancak hatırda tutulması gereken gerçek, hiç kimsenin, hiç birimizin Mustafa Kemal’den daha zor durumda olmadığı…

Cumhuriyetin NAMUS CEPHESİNDE buluşanlar, kaderlerine sahip çıkmaya hazırlanıyorlar.

Az kaldı…

+++++++++++++++++++++++

HAFTANIN SÖZÜ

Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafaları ile döner.

Victor Hugo

++++++++++++++++

[email protected]