Yenilenebilir enerji…
Bu iki kelime son on beş senedir hayatımızın odağında yer alıyor.
Bizim gibi birincil enerji kaynaklarında yüzde 70’in üzerinde dışa bağımlı olan bir ülkede, enerjiyi yerli ve...
Yenilenebilir enerji…
Bu iki kelime son on beş senedir hayatımızın odağında yer alıyor.
Bizim gibi birincil enerji kaynaklarında yüzde 70’in üzerinde dışa bağımlı olan bir ülkede, enerjiyi yerli ve yenilenebilir kaynaklardan üretmek yaşamsal önemde.
Ancak yerli kaynaklarla yapılan üretimin; insana, çevreye ve doğaya en asgari ölçüde olumsuz etkide olması, yarattığı katma değerin ise bunun kat be kat üzerinde gerçekleşmesi gerekiyor.
Çözülmesi gereken denklem de bu…
Geçen yaz aylarında Karadeniz sahillerini bir baştan diğer başa dolaşırken, gürül gürül akan derelerin pek çok yerde bir anda suskunluğa büründüğünü gözlemlemiştim.
5-6 MW İÇİN DEĞER Mİ?
Dere boyunca yükseldikçe bu durumun nedenini anlamak güç olmamıştı.
Üzerlerine kurulan hidroelektrik santrallerin, hem sevimsiz yapılarıyla cennet coğrafyayı hem de derelerin doğal akışlarını bozduğu görülüyordu.
Bu durum Karadeniz’deki balık popülasyonunu bile olumsuz etkiliyordu.
Ben ise HES’leri her gördüğümde derhal Google amcaya yazıyor, “Bu proje acaba ne kadar elektrik üretiyor” sorusunun cevabını arıyordum.
Karşıma çıkan santrallerin en babacanı 5-6 Megavat (MW) kurulu güce sahipti.
Bu kadar az enerji üretebilmek adına cennet coğrafyalar tarumar ediliyor, binlerce ağaç kesiliyor, iklim ve nem dengesi bozguna uğruyordu.
Bugün tek bir rüzgâr santralinin 7-8 MW enerji ürettiği, son olarak dünya devi Vestas’ın 15 MW’lık tek bir türbinin testlerini başarıyla tamamladığı düşünüldüğünde, “Acaba değer mi?” sorusu anlamsızca askıda kalıyordu.
BATIK ŞEHİR: YUSUFELİ
Girizgâhı yapmamın sebebi şu:
Haber kanallarında gezinirken, Artvin’in Yusufeli ilçesinin yavaş yavaş sular altında kaldığına dikkat kesildim.
Yusufeli, Çoruh Nehri üzerinde de inşa edilen ve ilçenin adını taşıyan dev barajın havzasında kalmıştı. Kasım ayında devreye alınan baraj, 200 yılı aşkın süredir yerleşimin olduğu bu ilçeyi hızla “batık şehir” haline dönüştürüyordu.
Yusufeli halkı, anılarındaki sokaklarda kanolar ile dolaşır olmuşlardı.
Birkaç hafta sonra 5 bin konut, 270 iş yeri ve 10 bin dönüm tarım arazisi tamamen sulara gömülecekti.
Devlet, 20 bin nüfusa sahip Yusufeli ilçe merkezini ve mezarlıkları başka bir yere taşımıştı.
Türkiye’nin en yüksek düşüşlü akarsuları arasında yer alan Çoruh nehrinin enerjisinden yararlanmak üzere yapılan Yusufeli Barajı’nın inşaatı tam 9 yıl sürdü ve toplamda 35 milyar TL’ye mal oldu.
MALİYET EN AZ 1,5 MİLYAR DOLAR
Bugünkü döviz kuru düzeyi ile kabaca 1,5 milyar dolara karşılık gelen maliyet kalemleri arasında proje, inşaat, elektro mekanik, kamulaştırma, yeniden yerleşim ve diğer faaliyetler de bulunuyor.
Erzurum’dan doğup yüzlerce kilometre kat ettikten sonra Gürcistan’da denize dökülen Çoruh üzerindeki barajların en büyüğü Yusufeli, 275 metre gövde yüksekliğine sahip.
Bu özelliği ile dünyanın en yüksek 4’üncü barajı olma özelliği taşıyor.
Tam doluluğa ulaştığında 2,2 milyar metreküp su tutacak barajın, çok geniş bir coğrafyanın iklim dengesine nasıl bir etkisi olacağı ilerleyen yıllarda daha net anlaşılacak.
Ve enerji…
Yusufeli Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin kurulu gücü 550 Megavat seviyesinde.
Bunca inşaat faaliyetine, bozulan doğal dengeye ve yüksek kaynak maliyetine rağmen üretilecek enerji seviyesi 550 MW.
AYNI MALİYETLE 2300 MW GES
Pekâlâ…
Sorum şu:
Yusufeli Barajı’nın 1,5 milyar dolarlık maliyeti ile rüzgar ve güneş enerjisinde ne kadarlık yatırım yapabilirdik?
Merakları gidereyim.
Aynı maliyetle rüzgâr enerjisi santrallerinden yaklaşık bin 500 MW, Güneş enerjisi santrallerinden ise 2 bin 300 MW enerji üretmemiz mümkündü.
Yani mesele enerji üretmek ise çok daha uygun kaynak maliyeti ve çevreye çok daha az etkide bulunarak, kat be kat fazla enerji üretebilmek mümkündü.
Bugünün dünyasında enerji politikaları, “Tükettiğin yerde üret” cümlesi ile özetlenen bir paradigmaya dayanıyor. Türkiye’nin nüfusunun en az olduğu Kuzeydoğu bölgesinde enerji üretip, yüzde 30’a yakın iletim kayıpları ile nüfusun en yoğun olduğu batı bölgelerine elektriği taşımak “eski Türkiye’de” kalması gereken bir alışkanlık olsa gerek…
“EYY İSTEMEZÜKÇÜ GAZETECİ”
“Eyyy istemezükçü gazeteci!
Barajlar yapmayalım mı?
Memleketi kalkındırmayalım mı?
Elektrik üretmeyelim mi” bağırışlarını işitir gibiyim…
Elbette elektrik üreteceğiz.
Elbette kalkınmış bir ülke hayalimiz için enerji üretmek zorundayız.
Soru şu:
Hangi kaynaklarla ve hangi maliyetle?
“Maliyet”in içinde sadece para değil, çevresel ve sosyal etkiler de var elbette.
İçme ve sulama suyu amaçlı barajların inşaatlarına elbette diyeceğimiz yok.
Ancak 3-5 MW elektrik üretmek için yeryüzü cenneti doğayı geri dönülemez şekilde tahrip etmeye de hakkımız yok.
İşte bu nedenlerle Avrupa Birliği hidroelektrik santralleri “yenilenebilir” enerji kapsamından çıkardı.
Bu santraller, evet, temiz bir kaynakla enerji üretiyor; ancak çevreye yaptığı olumsuz etki ile “yenilenemez” kaynak oluyor.
Ezcümle…
“En büyük baraj bizde olsun, el alem yatırım görsün” demekle iş bitmiyor…
+++++++++
2053’TE “NET SIFIR” HEDEFLEYEN
TÜRKİYE, 2022’DE 1380 MW KÖMÜR
SANTRALİNİ NASIL DEVREYE ALDI?
Türkiye’nin gündemini belirleyen tek bir kelime var: Siyaset.
“En azından 14 Mayıs’a kadar gündemi siyaset belirleyecek, sonrasında işimize gücümüze bakacağız” da diyemiyoruz.
Dünya üzerinde bu kadar yüksek seviyede politize olmuş, karşılığında ise siyesetten bu kadar umutsuz başka bir toplum var mı bilmiyorum.
Ancak bildiğim şu:
Gelin hamamına kubbe, gazoz şişesine habbe olmayacak kadar içi boş işlerle uğraşırken, üzerinde kafa yormamız gereken sorunları ıskalıyoruz.
İşte basının tek satır bile yazmadığı bir veri.
Hem de TÜİK’ten, devletin resmi istatistik kurumundan.
EMİSYONLARDA KORKUTUCU ARTIŞ
Önceki hafta yayınlanan sera gazı emisyon verilerine göre Türkiye, 2021 yılında bir önceki yıla göre emisyon değerini yüzde 7,7 artarak, 564,4 milyon ton CO2 seviyesine çıkarmış.
“Çıkarmış, yükseltmiş” kelimeleri ile biten cümlelerde genellikle “hobaraaa” diyerek alkış tufanı kopartan yalnız ve güzel ülkemizin emisyonlarundan aslan payını (yüzde 71,3) enerji üretimi alıyor.
Kişi başına emisyon değerimiz ise 6,7 ton CO2 eşdeğeri ile rekor seviyeye ulaşıyor.
Bizim gibi “net sıfır” hedefi koyan ülkeler, hedef yıllarındaki emisyon değerlerini 1990’daki değerlerine eşitlemeyi amaçlıyorlar.
Türkiye ise 2053 yılı için “net sıfır” hedefi koymuşken ve önümüzdeki 30 yılda emisyon değerlerini azaltması gerekirken, an itibarıyla 1990 yılı değerinin 2,5 kat üstünde!
Sera gazı salınımlarımız artmaya devam ediyor ve uzmanlara göre bu artış hızlanıyor.
Yine TÜİK’in verilerine göre 1990-2021 arası Türkiye'nin sera gazı salımlarında yüzde 157,1’lik artış kaydediliyor. Uzmanlara göre bu 20 yıldaki artış, Türkiye'nin ekonomik büyüme ile sera gazı salınımları arasındaki bağı koparamadığının en açık göstergesi.
EMİSYONUN YÜZDE 85’İ ENERJİ KAYNAKLI
Bu karne notu, Türkiye’nin temiz üretim teknikleri, enerjide dönüşüm ve elektrifikasyona yönelik çok daha iddialı adımlar atması gerektiğini gösteriyor.
Türkiye'de 2021 yılında 452,7 milyon tona ulaşan karbondioksit salımlarının yüzde 85'i enerji sektöründen, bunun yüzde 41'i ise elektrik üretiminden kaynaklanıyor.
2020-21 arasında ise karbondioksit salımındaki artış yüzde 10 gibi aşırı yüksek bir oran.
Bu durumun sebepleri arasında 2020 yılında başlayan pandemiden sonra enerji, ulaştırma ve sanayide yaşanan hızlı büyümenin etkisinin büyük olduğu söylenebilir. Aynı zamanda 2021'in son dönemin en sıcak ve kurak yıllardan biri olarak kayda geçmesiyle, hidroelektrik santrallerin çalışamadığı ve bu yüzden fosil yakıt kullanımında artış olduğu da gerekçe olarak öne sürülebilir.
Ancak iş bahanelere sığınılacak kadar basit değil.
AZALTACAKSAN BU KÖMÜR NE?
Shura Enerji Dönüşümü Merkezi'nin raporuna göre, Türkiye’de brüt elektrik talebi 2020-2021 döneminde Covid-19 pandemisinin ekonomi üzerindeki yarattığı etkilerin azalmasıyla yüzde 7,5 seviyesinde yükselmiş.
Rapora göre son 5 yıllık dönemde ise toplam elektrik talebi yüzde 18 oranında artış kaydetmiş.
Bir de devletin tüm dünyaya açıkladığı hedeflere bakalım mı?
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın strateji dokümanları, Türkiye’nin “2053’te Net Sıfır” hedefine giden yolda 2038'de pik (en yüksek) noktaya ulaşacağını, sonraki yıllarda ise emisyonların düşeceğini söylüyor.
Ancak bu taahhütler henüz sözden öteye gitmiyor.
Enerji üretiminde fosil yakıtları hâlâ yoğun şekilde kullanan Türkiye’nin, an itibarıyla kömürden çıkış stratejisi olmaması ise önemli bir eksiklik.
Hele ki, yenilenebilir ve temiz enerjiye yönelik farkındalık giderek yükselirken, 2022 yılında 1380 Megavat kömür santralinin devreye alınmasının mantıklı bir izahı yok.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyesi geliyor insanın.
KÖMÜR İTHALATI RUSYA’DAN
Hal böyle olunca, 2022 yılında “elektrik üretimi için yapılan kömür ithalatının” 5,3 milyar dolara çıkması, bu ithalatın tamamına yakınının Rusya’dan yapılması, enerji politikalarına ilgi duyan bizim gibi gazetecilerin gözünden kaçmıyor.
Ekonomik ambargo altındaki Rusya’dan gelecek birkaç milyar dolarlık döviz ve BOTAŞ’ın milyarlarca dolarlık doğalgaz borcunu erteleme karşılığında, “Elindeki kömürü bana sat, yakayım enerji üreteyim” mi dedik Rusya’ya?
Askıda kalan soru bu galiba…
Sonra da milletçe düşünüyoruz, Nisan ayında Çeşme’ye kar nasıl yağar diye.
Temmuz ortasında yağmamasına şükretmek gerekiyor.
+++++++++
HAFTANIN SÖZÜ
Bazı insanlarla biraz daha erken, bazılarıyla biraz daha geç tanışmak; bazılarıyla hiç tanışmamak isterdim…
Cemal Süreya
+++++++++
Serkan Aksüyek
E-posta: [email protected]