(İzmir’imin siyaset erbabına saygıyla açık mektuptur!)
Bu kadar şaşırdığımı hatırlamıyorum.
Bu kadar üzüldüğümü, açmaza düştüğümü de hatırlamıyorum. Kendimi öyle “çaresiz” hissettim ki...
(İzmir’imin siyaset erbabına saygıyla açık mektuptur!)
Bu kadar şaşırdığımı hatırlamıyorum.
Bu kadar üzüldüğümü, açmaza düştüğümü de hatırlamıyorum. Kendimi öyle “çaresiz” hissettim ki…
Anılarımla, öz toprağımda bir garip yalnız hissettim kendimi…
En kutsallarımızın, en çok “bir” olacağımız günlerin dahi, artık bizi birbirimize bağlayamadığını hissettim…
Çanakkale’nin, Yemen’in, Sakarya Ovası’nın, Dumlupınar’ın, Afyon’un ve de Halkapınar’ın o kutsal şehitlerinin, o gözleri İzmir’e bakarak can veren “yavrucakların” semadan bizlere kahırla, sükutu hayalle baktıklarını hissettim…
Bugünü tek başlıkla yazıyorum: “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu, kahrolası emperyalistler Anadolu size kalır mı?” diye söylenip durdum. O “emperyalizm” sözü bazen “Amerika” bazen “Rusya” çokça “Londra” olsa da ağzımda, haykırıyorum kentimin ayrımsız tüm politikacılarına:
Ne yapıyorsunuz siz? Ne zaman titreyerek döneceksiniz kendinize?
Okumanız bittiğinde beni taşlayabilirsiniz sayın İzmir politikacıları. Hatta alışkın olduğum üzere, işimden ekmeğimden de edebilirsiniz, hatta geçmişte kıyısından döndüğüm başka kötülüklerinizi de uygulayabilirsiniz. Lakin tek bir isteğim var sizden:
Bir dakikalığına sıyrılın şu siyaset esvabınızdan ve samimi olun! Sadece bir dakika.
Ne mutlu bana ki bugün 26 Ağustos.
Tam bir asır önce bugün, milletimizin şanlı ordusu, 1838’de İngiliz “patron” aklıyla başlayan, Anadolu’yu, İzmir’i ve Ege’yi önce kolonileriyle sonra halkları birbirine düşürerek ve en sonra da tetikçi olarak seçtiği Yunanların işgaline, sömürgeleştirme, kimliksizleştirme hedefine karşı, Ya İstiklal Ya Ölüm parolasıyla “Büyük Taarruzu” başlattı.
Her ne kadar AKP, 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferine öncelik veriyorsa da hala anlamadı 100 yıl önce bugün başlayan Taarruz “zaferle” bitmeseydi, kendileri şimdi nerede olurdu?
26 Ağustos’ta başlayan taarruz 9 Eylül’de İzmir’de noktalandı.
9 Eylül 1922 sonrası savaş yoktur Anadolu’da 100 yıldır. Ama aynı emperyalist güçler 100 yıldır vazgeçmedi o mağlubiyet davasından, ilk sinyalini de Lozan’da vermişlerdi.
9 Eylül “zaferdir” “kurtuluştur” ama barışın da başlangıcıdır. Belediyenin afişlerinden birine “takılan” kafaların samimiyeti de burada şaşkınlığa düşürüyor beni. 9 Eylül fotoğraflarında Gazi Mustafa Kemal “Paşa’dır”, başı “kalpaklıdır”. Barış kelimesi yerine “zafer” de denir “kurtuluş da” ama bir yıl sonra Cumhuriyet’in 100. Yılı. 9 Eylül 1922, 29 Ekim 1923’ün kapısını açmıştır. 10 Eylül’de İzmir’e giren şanlı ordunun muzaffer komutanı, ayağının altına serilen “düşman” bayrağını neden çiğnemedi acaba?
Ne düşündü o an?
Ya da Venizelos, Lozan’da mübadele istemeseydi, Mustafa Kemal İzmir’deki İzmirli Rum ve Ermenileri ne yapacaktı?
Büyük Taarruz gerçeğini “barış” kelimesiyle anlatamayız. Çünkü bir kahpe düşmanın tüm insanlık dışı davranışlarına karşı, cezalandırıcı atak vardır. 30 Ağustos’ta “barış kuşları” ancak “ikinci cumhuriyetçi kiralık beyinlerin” düşüncesidir. Ama 9 Eylül bir “kurtuluş zaferi” ve “yurtta ve cihanda barışın” anahtarıdır. Bugüne kadar 9 Eylül ve barış sözcükleri yanyana getirilmemişse, bunun da açıklaması gayet mümkündür tarihsel süreçte. Ama bunu anlaybilmek için objektif tarih metodolojisi bigisi gerekir.
AKP’li İzmir siyasetçilerine bir çift kelam edeyim şimdi.
Madem bu kadar hassaslar “9 Eylül” konusunda, İzmir’de işgal yıllarında istiklal inancının mekânı Emir Sultan’ı bugün ne hale getirdiklerine ne diyecekler? Ya da kamulaştırdıkları “Kuvvacı Müftü” Rahmetullah Çelebi’nin konutunu ne yaptılar? 100. Yıla yetiştirdiler mi?
AKP önce, İngiliz maşası Arap zenginlerine toprak satışını sorgulasın, havaalanını Malezya bilmem nesine satış olasılığını sorgulasın, ne olduğu belirsiz binlerce mülteciye vatandaşlık verilmesini sorgulasın.
AKP İzmir vekilleri afişteki “barış” kelimesine kafayı yoracaklarına, 9 Eylül 1922’nin mukaddes şehitlerinin yattığı Halkapınar Şehitliği’ne düşürdükleri “rant gölgesini” sorgulasın.
9 Eylül’ün muzaffer başkomutanı, değişmez liderim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık hassasiyetini öğrensin AKP. Sınırlarımız yol geçen hanı oldu, kendi vatandaşları kışın ne yapacaklarını düşünürken, ela alemin yurttaşları vizesiz gelip çarşılarımızdan yararlanıyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı’nı eleştirmek “haktır”. Asla tartışmam. Benim de eleştiriyorum gereğinde. Ama bu yıl özellikle isterdim ki İzmir’in valiliği, kaymakamlıklar, müdürlükler, tüm belediyeler, oda ve dernekler, üniversiteler, siyasi partiler, şirketler, askeriye, müftülük bir yıl önce planlama yapıp, 1 Ocak 2022’den itibaren “100. Yıl Coşkusunu” yaşatsalardı İzmir’e.
100. yıl genelleşemedi…
Mahalleleri dolaşıyorum, radyo yayınımda soruyorum, burada, sosyal medyada yazıyorum. Özür dilerim ama İzmir’in muhteremleri, 100. Yıl coşkusunu yayamadınız kent geneline. 1924’ün, 1930’ların, 1960’ların hatta 1990’ların bile “9 Eylül’ü” yok bugün. Merak eden eski fotoğraflara, filmlere baksın! Eskiden, Halkapınar çok uzakken, metro, otobüs, özel otomobil, taksi, minibüs yokken, her 9 Eylül’de sabahın 8’inde, “Vali, Kumandan ve Reis” İzmir’in her yerinden çoluk çocuk gelen İzmirlilerle Halkapınar’da yatan “yavrucaklara” koşardı! Valiler bile unuttu Halkapınar’ı! Oysa 9 Eylül’ün zafer, özgürlük, barış kodları Halkapınar’dadır.
Bu tartışmadan inanın üzüntü duyuyorum.
Geçen 15 Mayıs’ı “tatil” diye “16 Mayıs’ta” idrak ederek zaten tarihe olan samimiyetsizlik tescil oldu. Keşke ama keşke, siyaset erbaplarımız “15 Mayıs 1919” anı ve mekânlarının da farkında olabilselerdi. Ama 100 yıldır azar azar metruklaşan Basmane ve İkiçeşmelik bu haldeyken, Gazi’nin film izlediği sinemanın “spotçu” oluşuna suskunluğa şahit olunca boşa demiyorum İzmir aidiyeti önemlidir diye.
1922 yangınından sonra her ne olduysa, bugün biz bu ayrılıkları dibine kadar yaşıyoruz.
Tamamen şahsi duygularımı yazdım. Yazılarımda defalarca bazı bilgiler verdim. Mesela “İzmirlilerin bayrak takıntısını anlamıyorum” diyen kimdi? Fuar’dan yol geçirmek, inşaat yapmayı kim istedi, Fuar içinde tarihi sözlerin yazılı olduğu taş kitabeleri “eski püskü şeyler” diye atmaya kalkan kimdi? Ben bunları yazdığımda bir tek siyasi parti aramadı, merak etmedi. Basmane’deki talanlara kimse karşı çıkmadı, Emir Sultan Dergâhının berbat edilişini kimse merak etmedi. Ama ne hikmetse, “vali konağı” büyük olay yarattı. Oysa o konağın tepesindeki mahsun ve yırtık bayrağımızın durumunu ben bildirdim Vali Beye bir hanımefendi yurttaşın ihbarıyla.
Yazım bu kadar…
Ben öyle dünya görmüş, kolej mezunu bir “kıyılı” değilim. “Arka sırada” doğdum öyle öleceğim. Egemen düşüncenin yok saydığı Çimentepe ve Ballıkuyu Kireçlikaya çocuğuyum. Yani her zaman “harcanmam” kolaydır.
Lakin “rızkı veren Hüda’dır, kula minnet eylemem” inancımdır!
Umarım okur kentimin siyasetçi muhteremleri dostlarım. Onlara son bir dostluk yapacağım şimdi. Samimilerse 29 Ağustos’ta Kokluca Mezarlığı’na uğrasınlar, Rahmetullah Efendi sevinir. Ben gideceğim. Ha bir de 9 Eylül günü tam 8’de Halkapınar şehitliğine gitsinler, kara rantın gölgesinde yatan yavrucaklar “Fatiha” bekler.
Göreceğiz şimdi bakalım kim “dost” kim “düşman”?