(Geçen haftadan devam)
Kişiselleştirme: Kendimizle ilgili olmayan ya da çok az ilgili olan olumsuzlukların sadece kendimizden kaynaklandığını düşünür, başkalarının da payı oldu...
(Geçen haftadan devam)
Kişiselleştirme: Kendimizle ilgili olmayan ya da çok az ilgili olan olumsuzlukların sadece kendimizden kaynaklandığını düşünür, başkalarının da payı olduğunu hesaba katmayız. Örneğin; çocuğunda bir sorun olan annenin “ben kötü bir anneyim” demesi, bir ekip çalışmasında başarısız olunması durumunda “bütün hata bende” ya da arabasını ödünç verdiği yakınının kaza yapması durumunda “ben sebep oldum” düşüncesi gibi.
Ya hep ya hiç tarzı düşünme: Ortası yoktur. Ya siyah ya beyaz düşünürüz. Eğer performansımız çok iyi değilse kendimizi başarısız görürüz. Örneğin; bir öğrencinin “matematiği yapamıyorum, ben başarısız biriyim” ya da bir şeyleri fark ettirmeye çalışan kişinin sevgilisi/eşi için “beni eleştiriyorsa hiç sevmiyor demektir” şeklinde düşünülmesi gibi.
Suçlama: Yaşadığımız sıkıntıların bir başkasından kaynaklandığını düşünür, yaptıklarımızın sorumluluğunu almaktan, kendimizi değiştirmekten kaçınırız. Örneğin; kendini mutsuz, başarısız ve kötü hisseden birinin “sorunlarımın nedeni annem ve babam” demesi, terk edilen birinin eski sevgilisinden dolayı “onun yüzünden mutsuzum” diye düşünmesi gibi.
Haksız mukayese: Kendimize adil davranmaz, gerçekçi olmayan ölçütlerle değerlendiririz. Farklı şartlardan kaynaklandığını göremeyiz. Örneğin; başarılı bir akademisyenin, ticarette çok para kazanan kuzeni için “o benden daha başarılı” şeklinde düşünmesi gibi.
Pişmanlık: Şu an daha iyi neyi yapabileceğimize odaklanmak yerine, geçmişte neyi daha iyi yapabilirdik diye düşünme. Oysa geçmiş için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Bugünün şartlarında elimizden geleni yapabilir, mevcut koşulları değiştirebiliriz. Örneğin; Kendisini başarısız hisseden birinin “keşke 10 yıl öncesinde olsam” demesi ya da mutsuz olan evliliğinden dolayı “keşke bununla evlenmeseydim” diye düşünülmesi gibi.
Ya şöyle olursa?: Kendimize sürekli sorduğumuz “Ya şöyle olursa?” sorusu ve hiçbir zaman tatmin olmamamız. Adeta olumlu durumları reddeder, olumsuzluk ararız. Örneğin; yaşanan olumsuz bir durumda teselli veren birine karşı “evet ama ya daha kötüsü olursa?” denmesi. Kapalı alan korkusu olan birinin “ya nefes alamazsam” demesi gibi.
Duygusal yargılama (kehanette bulunma): Elimizde bir kanıt olmamasına rağmen duygularımıza göre mantık yürütürüz. Duygularımızın etkisiyle gerçekliği yorumlarız. Örneğin; mutsuz olan birinin “sıkılıyorum, demek ki evliliğim iyi gitmiyor” ya da bir ortamda konuşulan konuyla ilgili bilgisi olmayan kişinin “bu konuda hiç fikrim yok, aptalın tekiyim” şeklinde düşünmesi gibi.
Kurtulma yetersizliği: Olumsuz düşüncelere karşı olabilecek her türlü kanıtı reddederiz. Olumsuzluğu o kadar benimsemişizdir ki olumlu hiçbir şey bizi ikna etmez. Örneğin; kendisine uygun olmayan ilişkisinde sorun yaşayan birinin “asıl sorun o değil” diyerek gerçeklerden kaçınması, madde bağımlısı birine kötü alışkanlıklara sahip bir arkadaşından uzak durması gerektiği söylendiğinde “onunla alakası yok” şeklinde düşünmesi gibi.
Yargı odaklanması: Kişileri veya olayları basitçe kabul etmek, anlamak yerine iyi-kötü veya üstün-aşağı gibi değerlendirmelerde bulunuruz. Örneğin; ders çalışmayan bir öğrencinin “çalışsam da başarılı olamam” düşüncesi ya da işlerini tamamladığı halde “işteki performansım kötüydü” şeklindeki düşünce biçimi gibi.
Etiketleme: Kendimizi veya başkalarına olumsuz yüklemeler yaparız. Hatalarımızın neler olduğunu anlamak yerine kendimizi direk etiketleriz. Örneğin; bir işte başarısız olan birinin “bu işi başaramadım” demek yerine “başarısız biriyim” demesi, çıkma teklif ettiği birinin reddetmesi üzerine “bu kız beni sevmiyor” yerine “ben sevilmeyen biriyim”, güven sorunu yaşanılan biriyle ilgili “bu konuda güvenemem” yerine “güvenilmez biri” demek etiketlemedir.
(Haftaya devam edecek)
* * *
Herkese mutlu bayramlar diliyorum…