Uzay mekiğinin içinde astronotlar, havada yüzer gibi ya da bir hayalet gibi dolaşırlar. Eşyalar, ağır çekimde dans eder.
Hava boşluğundaki kozmonotlar gibi yurdum insanı da belli belirsiz bulutların...
Uzay mekiğinin içinde astronotlar, havada yüzer gibi ya da bir hayalet gibi dolaşırlar. Eşyalar, ağır çekimde dans eder.
Hava boşluğundaki kozmonotlar gibi yurdum insanı da belli belirsiz bulutların arasında savruluyor.
Önümüz neresi, arkamızda ne var, nereye doğru evrileceğiz? Bir toz yığını gibiyiz.
Belirsizlik ensemize yapıştı kaldı. Gözlerimizin feri silindi.
Yağan ilk karda yollarımız kapanıyorken, nereden çıktı bu Trablusgarp da anlamış değilim?
Genç subay Mustafa Kemal'in ilk resmi savaşını gerçekleştirdiği yerdir Trablusgarp. Gözüne şarapnel parçasının isabet edip 'gazi'lik ünvanını aldığı yerdir. Hastaneye kaldırılınca Mustafa Kemal, Osmanlı'nın sahip çıkmaması üzerine yenik döndüğümüz yerdir Trablusgarp.
Yani sözün özü bugünkü Libya'dır…
Kuran-ı Kerim'de 'Senin dinin sana, benim dinim bana' diye yazar. Bu minvalde, Suriye'nin sorunu kendine, Libya’nınki kendine. Bizim sorunumuz da bizi ilgilendirsin.
Ne yazıyor Kuran'da; 'Bir kişinin öldürülmesi, bütün insanlığın öldürülmesidir.'
Yurtta barışı tesis ettik mi de dünyadaki barışa kollarımızı sıvıyoruz?
Kol kırık, yeni de içinde. Vatandaşın sırtındaki dert küfesine oturup çare arayacağımıza, sadece dişleri beyaz olan Araplara, bu kışta kıyamette bahar getirmeye kalkışıyoruz... Çölün ortasına vaha mı götüreceğiz?
Ancak ve ancak serap olur bu da.
Bu nedenle, 'Ne Şam’ın şekeri, ne Arabın yüzü' arkadaş.
Arzuhalimiz nedir?
Ne yer, ne içeriz?
Kış baba tepemizde, yakacağımız var mı?
Barış elçiliğine koşalım
Çok bir beklentisi yok, yoksul halkın. Hak ettiği gibi insani şartlarda, insanca yaşamak. Temel hakları temin edilecek, hepi topu bu.
Bizim ülkemizi bir kör dövüşün içine çekmek isteyen emperyalist güçlere nereye kadar ‘tavuk karası’ gözlerle bakacağız?
Ortadoğu’yu benzin istasyonu gibi kullanan batılıların, sömürü savaşlarına neden adımızı yazdıralım?
Bizim yer altındaki petrolü, boru, uranyumu, altın gibi madenleri yer üstüne çıkartır, topraklarımızda tek bir çocuğun dahi üşümediği, yatağa aç girmediği gün, tam da o gün geldiğinde, sınır ötesi yardımlara barış elçiliğine koşalım.
Önce dönüp bir kendimize bakmalıyız.
Topal karınca misali, Mekke’ye gidiyoruz. Ey, Devlet-i aliyyem hemen ters bir 'u dönüşü' yapalım. 'Burası çok önemli' diyenlerin vizyonlarından kurtulup, sorumluluk sahibi çağdaş bir varoluş politikası sergilemeli. Sis perdelerinden sıyrılıp, son derece saydam ve yenilikçi sosyal devlet olma yolunda adımlar atılmalı.
'Musluklardan gayri, her yer akıyor'
İzmir'in Şair Eşref Bulvarı'nda yürürken, 'hiciv sanatı'yla meşhur olan Eşref Abimizin hicivleri geldi aklıma. Gülümsedim…
Şair Eşref, kaymakamlığı sırasında İstanbul'a, 'Hükümet konağının çatısı akıyor, tahsisat gönderin, tamir ettirelim' gibisinden bir istekte bulunur.
İstanbul oralı olmamış. Oyalama babında 'Nereler akıyor, Ayrıntılı yaz' diye bir cevap vermişler.
Şair Eşref de tek satırlık cevap ile ustalığını sergilemiştir.
'Musluklardan gayrı, her yer akıyor'
Akıllardadır Hicivci Şair Eşref'in 'Bir soğan soyuluyor, yaşarıyor gözler,
bir devlet soyuluyor, aldırmıyor öküzler' sözü..
'Görmek isteyenler için yeterince ışık, görmek istemeyenler için yeterince karanlık vardır'