Konuya geçmeden önce bu iki kelimenin ayrı ayrı anlamlarına bir göz atalım. Kültür en basit haliyle, insanoğlunun maddi ve manevi olarak ürettiği, gelenek, görenek, dil, din, mimari, giyim, yemek, üre...
Konuya geçmeden önce bu iki kelimenin ayrı ayrı anlamlarına bir göz atalım. Kültür en basit haliyle, insanoğlunun maddi ve manevi olarak ürettiği, gelenek, görenek, dil, din, mimari, giyim, yemek, üretimleri gibi birçok bileşenden oluşan varlığın tümüdür. Miras ise önceki nesillerce tarafımıza bırakılan olgudur. Öyleyse kültürel miras dediğimizde, insan var olduğundan günümüze, bizden önce yaşamış, toplulukların bir bütün olarak bize bıraktıkları her şey demiş oluruz.
Her ne kadar toplumların yaşayış biçimleri, konuştukları dil, inanışları, kullandıkları araç ve gereçler, sürekli olarak tekrar edilmek suretiyle gelenek haline gelmiş davranışları kültür denen yapının en önemli yapı taşları olsa da kültürel miras bu yaşayış biçimlerinden çok daha geniş bir kavramdır.
Kültürel miras denildiğinde akla insan yapımı eserler (tablo, mozaik, heykel, anıt, abide), tarihi anlatan bina ve yapıların yanı sıra arkeolojik alanlar gelir. Elbette tüm bu somut değerler, soyut olanlarla bir bütün olarak değerlendirilerek ele alınmalıdır. Günümüzde kültür mirasının önemi daha iyi anlaşılmış olup; korunup kollanması için daha fazla çaba sarf edilmeye başlanmıştır. Bu nedenle konuya sadece yaşadığımız ülke veya şehir şeklindeki yaklaşımdan sıyrılıp, dünya kültür mirasları şeklinde çok daha geniş ve bir bakış açısı kazandırılmıştır.
Bu sebeple tüm kültür mirasları, ulusal yasalar ve uluslararası antlaşmalarla koruma altına alınmaya çalışılmaktadır. Eser ve kültür varlıklarının yasa dışı yollarla kaçakçılığı, arkeolojik alanların yağma ve talan edilmek suretiyle tahrip edilmesi, her ülkenin kültürel mirasına geri dönüşü olmayan zararlar vermektedir. Korunması konusunda çok eskiden beri sorun yaşanan bu varlıklar ile alakalı olarak en çok dillendirilen birey ve toplum menfaatlerinin çakışmasından kaynaklanan zorlu ilişki ile özel ve kamusal haklar noktasındaki ilişkinin dengede tutulmasında yaşanan zorluklardır.
Çeşitli nedenlerle ait oldukları coğrafyadan başka bir yerde bulunan eserler nedeniyle ilgili eserin hangi kültüre ve hangi topluluğa ait olduğu da ayrıca bir sorun ihtiva etmektedir. Zaman zaman bu durumdaki tarihi eser ve varlıkların ülkeler tarafınca birbirine iade edildiğine tam da bu nedenle şahit oluruz. Kültürel verilerin ait oldukları alanda bulunmaları ve sergilenmeleri esastır.
Ancak tüm bu zorlukların ve sorunların üstesinden güçlü bir hukuk sistemiyle; sürdürülebilir, denetlenebilir ve caydırıcılığı olan yaptırımlarla gelinebilir. Bunun dışında diğer bir önemli konu, kültür varlıklarının ait oldukları alanlarda yaşatılması hususunda halkın bilinçlendirilmesidir. Gelişmiş ülkelerde bu konuda bireyin veya özel hukuk kişisinin menfaatlerinden çok kamunun, toplumun ve gelecek kuşakların menfaatleri daha üstün tutulmuştur. Bunun örneklerine çok eski çağ ve dönemlerden kalma yapı ve eserleri ne denli koruduklarına, sahip çıktıklarına bakarak anlayabiliyoruz.
Turistik bir seyahatte dahi ilk gitmek, görmek, öğrenmek istediğimiz yerler kültür miraslarıdır. Ülkemizde her yıl yüzlerce yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapan Pamukkale Travertenleri, Efes Antik Kenti, Kapadokya peri bacaları bunlardan sadece bir kaçıdır. Bizden önce yaşamış olan insan topluluklarına ait yapıların deprem, sel, heyelan gibi doğal afetler nedeniyle tahribe uğrayanlarını elverdiği ölçüde restore etmek ve gün yüzüne çıkarmak ve sonrasında da bizden sonraki nesiller için korumak zorundayız. Çünkü tarih eskide olan ve gelecekte yaşanacaklar ile bir bütündür.