Bir varmış bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…
Pireler berber iken, develer tellal iken…
Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Koskoca evrenin tam ortasında dünya adında...
Bir varmış bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…
Pireler berber iken, develer tellal iken…
Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken…
Koskoca evrenin tam ortasında dünya adında bir gezegen yaşarmış…
Daha önce herkesin gözünde bir toz bulutu olan bu gezegen, hayatı boyunca ezilmiş aşağılanmış…
Onunla dalga geçilmesine o kadar çok kızarmış ki…
Bir gün sıkıntıdan yoğunlaşıp patlamış!
Sonra bir şeyler değişmeye başlamış…
Dünya artık eskisine kıyasla çok daha çekiciymiş… İçine bir kez girenin artık ayakları yere daha sağlam basıyor, kendinden emin bir şekilde yürüyormuş…
Onu gören evrenin sıcaklığı bile kıskançlıktan saniyede 2 trilyon dereceye düşmüş…
Günler çok çabuk geçiyormuş… Mesela, daha dün gibi yaşanan o sinir harbinin üzerinden tam 100 milyon yıl geçmiş… Ama kutlamalar hala devam ediyormuş. Gece gündüz atomlar dans ediyor, elementler ‘Biz de varız’ nidalarıyla coşuyormuş… Tabii bu arada bizim dünya da gittikçe gelişiyor, genişliyor…
Önce yıldızlar süslemiş gözlerini…
Arada bir ‘yıldız’ görünümlü göktaşları çarpmış her yerine… Yılmamış dünya, gelişmiş, genişlemiş… Zamanla yaraları onu daha da güzelleştirmiş… Günler, aylar, yıllar geçmiş… Bizim başıboş gezen dünya ortamlara girmiş, çok renkli, kalpleri sımsıcak yapan da bir arkadaş edinmiş… Başlamışlar dönmeye… Ama ne dönmek!
Aradan yine yıllar yıllar geçmiş…
Yani kısacası bizim dünya az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş…
Sonra tam ‘Mükemmel oldum’ dediğinde, insanoğlu gelmiş…
İnsanoğlu önce çok saf, çok temiz… İnsanoğlu zamanla çok acımasız, çok uyanık, çıkarcı ve kavgacı…
Yaralanmış dünya, güzelliklerini bir bir kaybetmiş… Ağlamış, bağırmış, yaralanmış… Sesini duyan bile olmamış. Orasına burasına büyük metaller yerleştirmişler, güzelim yeşillerini bir bir sökmüşler, mavilerini çalmışlar kalbinden…
Havası değişmiş, huyunu suyunu artık kimse beğenmez olmuş…
Hasta olmuş dünya... Susmuş…
Dedik ya insanoğlu gelmiş…
Ardından felaketler, savaşlar, çığlıklar…
Ardından cinayetler, tecavüzler, ölü çocuklar…
Ardından hırsızlık, acımasızlık ve bolca gözyaşı…
Yalan, dolan, iftira, sahte…
Hepsi gelip otururken başköşeye… Bir tek umut gelememiş buraya… O da rivayete göre Pandora’nın kutusunda…
***
İşte böyle masallar masallar, hep mutlu sonla bitenler bizlere anlatılırlar… Bizimkine ne mi oldu, mutlu sonlu muydu? Bilemiyoruz… Hepimiz birlikte yazacağız bunu… Dünyamızın kıymetini bilelim… Tıpkı canımızın da kıymetini bilmemiz gerektiği gibi… Orman yangınları, çevre kirlilikleri, yıkamakla çıkmayan gönül lekeleri… İlkokulda öğreniyoruz neler yapıp yapmamız gerektiğini… En sevdiğim sözdür: Ben değişirsem bir gün herkes değişir!
Korkma! Sen de değiş… Kirlenmesin, iyileşsin dünya!
Şimdi sen, kendi masalının kahramanı olmaya var mısın?