İrem Kaya / EGE TELGRAF - Günlük hayatın içinde sıkıntıda olan ekonomi, teknolojinin hayatımıza aşırı girmesi, insanların gündelik hayatında yaşanan türlü sorunlar… Hepsi sosyolojiyi yani insan yaşamının büyük bir parçasını derinden etkiliyor. Gün içinde karşılaşılan zorluklarla baş etmek zorunda kalan insanlarda bu noktada türlü sorunlar da baş gösteriyor. Bu bazen depresyon bazen anksiyete bazen ise daha farklı sağlık sorunları olarak görünüyor. İşte, bu noktada hayatımızı derinden etkileyen bir kavram olarak ‘kaygı bozukluğu’ da karşımıza çıkıyor. Uzman psikolog Gülümser Demir, Ege Telgraf TV’nin canlı yayın konuğu İlkay Kıyak ile ‘Hayatın İçinden’ programının konuğu oldu. Uzman Psikolog Demir, kaygı bozukluğu ile ilgili bilinmeyenleri ve merak edilenleri anlattı.
“Kaygı bozukluğu, günlük rutinimizi devam ettirmemizi engelleyen ve kaygı ve endişe yaratan eylemlerin bütünüdür” sözleriyle açıklamalarına başlayan Demir, “Günlük hayatımızın bir sorunu olan kaygı bozukluğu hayatımızı ele geçirmiş durumda. ‘Nasıl olacak?’, ‘Olacak mı olmayacak mı?’ diye düşünerek kendimizi aslında depresyona sürüklüyoruz. Bu durumu yaşayan bireyler, en az 6 ay boyunca süren ve zamanla şiddetini artıran davranışların mağduru oluyor. Türkiye’de ve dünyada sık sık görülen kaygı bozukluğu hayatımızı zorlaştırıyor” dedi.
‘ENDİŞELER KORKUYA DÖNÜŞÜYOR’
“Kaygı bozukluğu ataklarında zaman zaman kendimizi güvende hissetmek isteriz” diye belirten uzman psikolog Demir, “Mutlu ve sağlıklı bir şekilde hayata devam edebilmek için günlük hayatımızda stres altında kalmamaya çalışırız. Ülke şartlarında ise ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerden etkilenerek de gün içinde kaygı bozukluğu yaşayabiliriz hatta bu durum depresyona kadar gidebilir. Düşünce yapısı olarak aklımızda dönen endişelerimiz somut bir tepki olarak korku haline dönüşüyor ve bu da gelecekte henüz yaşanmayan olayları olumsuz veya olumlu olarak düşünmemize yol açıyor. Yaşananlar, anı yaşamadığımız için bizi strese sokuyor. Gün içinde endişeye kapılınca da vücudun verdiği ani tepkiler ile kasılmalar meydana geliyor. Tüm bu durumların sonucunda kaygı bozukluğu hayatımıza giriyor” diye belirtti.
‘YA SAVAŞIRIZ YA DA KAÇARIZ’
Beklenmedik bir durumla karşı karşıya gelindiğinde vücudun şok haline girdiğini anlatan Demir, “Sempatik sinir sisteminiz devreye giriyor ve bizi endişelendiriyor. Ani bir şok etkisiyle omuzlarımız kasılıyor. Panik haline bürünüyoruz. Bu durumda kaygı bozukluğunun ortaya çıkarmış olduğu bir panik atak meydana geliyor. Kaygı bozukluğunun başlıca nedeni ise sürekli yaşanmamış olayları düşünmekten geçiyor. Zihinsel yorgunluğun kaygı bozukluğuyla paralel olarak ilerlediğini düşünebiliriz. Fiziksel olarak da sempatik sinir sistemi devreye girince vücut otomatik olarak savunma mekanizmasını açıyor. Bu da düşünce olarak ya savaşırım ya da kaçarım olarak zihnimizde yer buluyor. Savaşma ve kaçma durumunda vücut, mide ağrısı, mide kanaması ve bağırsak sistemi olarak tepkiler gösterir. Kaygı bozukluğunun vücutta gösterdiği bu tepkiler diğer hastalıkları da tetikliyor. Donma durumunda ise vücut uykuya teslim oluyor ve depresyon belirtileri meydana geliyor. Kaygı bozukluğu yaşadığımız dönemlerde nefes alışverişler hızlanır ve uyku sistemi bozulur” ifadelerini kullandı.
YETEMEME DUYGUSUNDAN KAYGI BOZUKLUĞUNA
Kaygı bozukluğunun çevresel bir faktör olduğunu ve genel olarak kadınlarda daha çok görüldüğünü belirten Demir, “Çevresel bir faktör haline gelen kaygı bozukluğu aslında aile içinde başlıyor. Hayat şartlarının elverişsizliği ile gelen yaşam mücadelesi kadınları kaygı bozukluğuna itiyor. Türkiye’de ve dünyada kadınların üstlendiği anaç roller sebebiyle stresli bir hayat onları kaygılandırıyor. Toplumsal olarak da gergin ortamlarda kaygı bozukluğunun tetiklendiğini ve zihinsel yorgunluğun getirdiği hastalıklar ortaya çıkıyor. Kaygı bozukluğunun çocuklarda görülmesi de kaçınılmaz bir son oluyor. Aile çevresi, eğitim hayatı, sosyal çevrenin getirdiği hayat şartlarıyla çocuklarda endişe ve kaygı içinde büyüyor. Eğitim hayatlarında başarısız olma korkusuyla mücadele eden çocuklar aile baskılarıyla kaygı bozukluğu yaşıyorlar. ‘Ailem kızar mı?’ ‘Aileme yetebilecek miyim?’ ‘Öğretmenim kızacak mı?’ duygusu çocuklarda endişeye yol açıyor. İlerleyen zamanda ise işte o endişeler, kaygı bozukluğu haline geliyor. Aile bireyleri de çocuklarına karşı sert bir tepki gösterdiği zaman aile ve çocuk arasındaki sağlıksız iletişim kaygı bozukluğunun başlıca nedenleri arasında yer alıyor” dedi.
NASIL KURTULACAĞIZ?
“Günlük hayatta kaygı bozukluğu ile baş etme yöntemi ilk önce problemi tanımaktan geçiyor” diyen Demir, “İlk önce ‘Kaygıyı bir kere mi yaşadım yoksa sıklıkla yaşıyor muyum?’ diyerek problemi anlamaya çalışıyoruz. Problemi anladığımız vakitte çözüme kavuşturmak daha kolay. Endişeye kapıldığımız zaman derin derin nefes alıp vererek anda kalmaya çalışmalıyız. Kaygı bozukluğunu şu örnekle tamamlayabiliriz. Kendinizi o an bir otobüs olarak düşünün… Ve içeride birden fazla yolcu var. Sosyal, ekonomik ya da sağlık sorunlarıyla mücadele eden bir grup. Ama sizin bir rotanız var ve sizin o rotada ilerlemeniz gerekiyor. Belli başlı duraklarda geçmişle karşılaşacak ve hemen endişeye kapılacaksınız. Hepsinin bir durağı olduğunu ve zamanı geldiğinde de hepsinin otobüsten ineceğini unutmamanız gerekiyor. Zihnimizde dolaşan problemlere de aynı bu örnekte olduğu gibi davranmalıyız. Evdeyken kaygı bozukluğu yaşadığımız sırada kendi başımıza meditasyon yaparak kendimizi sakinleştirebiliriz. Ve son olarak kaygı bozukluğu problemini aşamadığımız zamanda uzmanlardan yardım almalıyız” diye konuştu.