İstanbul'da 1800'lü yıllarda, Kapalı Çarşı'nın Nuri Osmaniye kapısı çıkışındaki köle pazarında, yoksul kadınlar okka ile zenginlere satılırdı. Kodamanlar, gözüne kestirdiği kadını, evirip çevirip paza...
İstanbul'da 1800'lü yıllarda, Kapalı Çarşı'nın Nuri Osmaniye kapısı çıkışındaki köle pazarında, yoksul kadınlar okka ile zenginlere satılırdı. Kodamanlar, gözüne kestirdiği kadını, evirip çevirip pazarlığını da yapar satın alırdı.
Bir müddet sonra canı isterse, yine aynı yerde satar yerine yenisini alırdı.
O yıllarda İstanbul'da bunlar yaşanırken, kafamızı Ege'ye doğru çevirdiğimizde de kadınların gücü efsaneleşmiştir.
Hikayemiz Smyrna'da gerçekleşmiştir, yani bugünkü İzmir. Bir tarafta Rumlar’ın çıkardığı isyanlar, bir tarafta da yokluk kol gezmektedir.
En temel gıda olan buğdaya zam yapılır. Kadifekale, Tilkilik, Namazgah ve Damlacık gibi Türk mahallesinde yaşayan erkekler, yapılan zamma karşı ayaklanır. Ayaklanma bastırılır. Erkekler, başarısız olunca, 'ellerini hamurlarından' çıkartıp, bebe beliklerini sırtlarına bağlayan Türk kadını, sokaklara dökülürler. Üç gün, üç gece mücadele ederler. "Et yok, süt yok, ekmek de mi yemeyelim? Zammı geri alın" diye ayaklanırlar. Dönemin İzmir Valisi Hasan Paşa, kadınların protestolarına yenik düşmüş, ekmeğe getirdiği zamdan tornistan yapıp beyaz bayrağı sallamıştır.
İzmir’in Amazon ruhlu kadınları, zaferle evlerine dönerler. Ulusumuz topraklarında yaşanılan bu mücadele, kadının pencerelerden burnunu dahi çıkaramadığı günlerde gerçekleşmiştir. Kadının, sadece damızlık olarak görüldüğü, temizlik ve yemek yapmaktan başka bir rol verilmediği günlerde yaşanmıştır.
Ulusumuzda ve hatta dünyadaki İLK KADIN HAREKETİ olarak da tarih sayfalarına kazınmıştır. Dolayısıyla 8 Mart Dünya Kadınlar Mücadelesi, Amerika'daki yaşanan vahim yangın hikâyesi ile başlamamıştır.
Yönümüzü Anadolu’ya çevirdiğimizde, kadınının başka bir çetrefilli yaşantısını görürüz. Evin körpecik genç kızına akrabalarından biri musallat olur, genç kız hamile kalınca da 'namusu kirlendi' deyip ağabeyi veyahut babası genç kızın cellatlığını yapardı.
Mezarlarını da çok derin kazarlardı ki; ölü seviciler öldürülen kızların mezarına musallat olmasınlar. Mezarlarında bile rahat yoktu yani.
Artık eşraflarının önünde namuslulardır. Kahvede oturup tembellik edebilirler, yalan söyleyebilirler, ağanın önünde utanmadan sıkılmadan eğilip bükülebilirler, her türlü yolsuzluğu haksızlığı yapabilirler.
Çünkü, onlar namuslulardır. Kızları topraktadır artık. Öldürdükleri kızlarının üzerinden elde ettikleri namus ile her türlü namussuzluğu yapamaya hak kazanmışlardır.
Günümüzde de kadınlarımıza kazılan mezarların haddi hesabı yoktur. Karısını, nişanlısını, sevdiği kadını öldüren erkekler, hakimin 'neden öldürdün?' sorusuna karşılık, ‘namus’ diyebilmektedir.
Namus artık medeni topraklarımızda gelenek halini almış, katillerin arkalarına saklandığı bir perde olmuştur. Kadının, erkeğin kemiğinden yaratıldığını zanneden çürük zihniyetlerin toplumdan ayıklanmadığı sürece, kadının namusu için ‘zilyetliği kadına, mülkiyeti erkeğe aittir’ düşüncelerinin son bulmadığı sürece kadınlarımızın canları toprak olmaya mahkum olacaktır maalesef.
Arapların dilinde, namusun kelime anlamı sivrisinektir. Sivrisineği var edemeyen, sivri kafalıların kanlı ellerini, kadınların üzerinden çekmelerini temenni ediyorum.
Ulu Önder Atatürk'ün biz kadınlara tanıdığı her türlü hak ve özgürlüğümüz doğrultusunda, yeryüzünün bütün işlevselliğinde var olacağımızı, her şartta, her koşulda, her daim zincirin bir halkası olmaya devam edeceğiz.
Gözünü kan bürümüş,bütün kadın düşmanlarına buradan ilan ediyorum. Biz kadınlar insanız, erkekler ise insanoğludur.
Hap bilgi:
Bir zamanlar, Ankara eski belediye başkanı ‘bütün bağyannnların kadınlar gününü kutluyorum’ demişti. Kadınların varlığını kabul edemeyenlerin, ‘kadınla erkek eşit olamaz. Fıtrata uygun değildir’, ‘Kadınlar çalıştığı için işsizlik var’, ‘Kadının tabiatında kölelik var’, ‘Kız mıdır, kadın mıdır? Bilemem’ diyenlerin kutlamaları da bu kadar olur işte.
Emeklerimiz zayi olmasın kadınlar günümüz kutlu olsun.