Geride bırakmaya hazırlandığımız Kasım ayı, Türk Lirası için tarihi gelişmelere sahne oldu. Merkez Bankası’nın faiz oranlarında 100 baz puan indirim yapması, Aralık ayında bir bu kadar daha faiz indi...

Geride bırakmaya hazırlandığımız Kasım ayı, Türk Lirası için tarihi gelişmelere sahne oldu. Merkez Bankası’nın faiz oranlarında 100 baz puan indirim yapması, Aralık ayında bir bu kadar daha faiz indirimi yapacağının işaretini vermesi ile TL adeta “çöp” noktasına sürüklendi. Bu hafta açıklanacak Kasım ayı enflasyonu ile birlikte yıllık enflasyonun yüzde 20’yi aşması kesinleşirken; Sayın Cumhurbaşkanı’nın bizzat talimatı ile uygulanan bu para politikası, dünya ve ekonomi bilimi ile uyum sorunu yaşadıkça işimiz zor görünüyor. Merkez Bankası, eksiye düşen rezervleri ile dövize müdahale edemiyor. Elindeki tek silahı olan faizi kullanmıyor. Kullanmadığı gibi bu silahı kendisine çevirip tetiğe basmakta duraksamıyor. Swap anlaşmaları ile artıyor gibi gözüken emanet rezervleri, “Merkez Bankası’nın rezervi” olarak gösterme çabalarına, Hükümet ve AKP cenahı dâhil kimse inanmıyor. // ŞAPKADA TAVŞAN YOK Şapkadan çıkacak bir tavşan kalmadı ezcümle… “Bindik bir alamete” sözünü doğrulayan bu süreç, felaket ile mi sonuçlanacak, göreceğiz… Meselenin kök sebepleri arasında “Güven” kelimesi, sihirli sözcük olarak öne çıkıyor. Merkez Bankası Başkanı, yılın son “Enflasyon Raporu”nda, asıl hedefleri olması gereken ve TCMB’nin internet sitesinde en görünen yerde ifadesini bulan “fiyat istikrarı” hedefini ertelediğini tüm dünyaya duyurmuştu. Hükümetin işi olması gereken büyüme odaklı bir politika uygulamasını tercih ettiklerini, asıl önemli olanın cari dengenin sağlanması olduğunu, bunun gerçekleşmesi halinde ise kurların ve enflasyonun istikrar kazanacağını öne sürüyor. Göreve gelmesinin üzerinden henüz 9 ay geçen bir Merkez Bankası Başkanı, söylemlerinde üç kez keskin dönüşler sergilerse, o ülkeye ve o ülkenin parasına güven duyulur mu? Enflasyon oranları kontrol edilemezken, Üretici Fiyat Endeksi ile Tüketici fiyatları arasında iki buçuk kata yakın fark oluşmuşken; faiz indirimlerine devam edilmesi halinde yoksulluğun hızla tabana yayıldığı ve korkarım toplumsal feryatları sokağa yansıtıcı bir döneme merhaba diyeceğiz. Ve hiç kuşkunuz olmasın, en geç 2022’nin ilk çeyreğinde 1000 baz puan gibi astronomik bir faiz artışı yapmak zorunda kalacağız. // BİR AYDA %4.3 REVİZYON! Tıpkı geçen senelerde olduğu gibi… Aynı Enflasyon Raporu, ekonomi yönetimindeki savrulmayı adeta itiraf eden açıklamalar ve hedeflerle dolu. Henüz Ekim ayında yüzde 14.1 olarak ilan edilen 2021 yıl sonu enflasyon hedefi, bir ay sonra tam 4.3 puan artırarak yüzde 18.4’e revize ediliyor. Aradaki bu fark, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler ligindeki pek çok ülkenin yıllık enflasyonundan fazla. Bankalarındaki mevduatın yüzde 60’ı döviz olan Türkiye’de bugün, hemen her sektörde fiyatlama yapmak imkânsız hale gelmiş durumda. İş dünyasında bu konuları konuştuğumuz dostlarımız, adeta sözleşmişçesine aynı şikâyetleri dile getiriyorlar. Siyasi iktidarın “İhracatı destekleyecek” dediği bu sürecin en fazla ihracatçı firmalara zarar vereceği nedense görülmek istenmiyor. TCMB tarafından açıklanan politika setinde, yatırımların finansmanının daha çok iç tasarruflarla sağlanacağı belirtilirken, düşük faiz ortamında bunu gerçekleştirmenin nasıl mümkün olacağı sorusu askıda kalmayı sürdürüyor. Elimizi vicdanımıza koyalım ve soralım: Böyle bir Merkez Bankası Başkanı ve yönetimine güven duyulması olası mı? Kulağımıza gelen bilgilere göre, daha İngilizce bile bilmediği için yabancı heyetlerle yapılan toplantılara girmeyen ya da sadece dinleyici pozisyonunda kalan Şahap Kavcıoğlu, Türkiye’yi felakete sürükleyen adam olarak tarih sayfalarında görünmeye hazırlanıyor.

ANKARA SOKAKLARINDA SEÇİM HAYALETİ DOLAŞIYOR

Karl Marx, Komünist Manifesto'sunda “Avrupa'nın sokaklarında bir hayalet dolaşıyor, o hayalet Komünizm’dir” demişti… Belirsiz siyasi durumları anlatmak için literatüre girmiş bu tanımlama, bugünlerde Ankara için de geçerli kanımca… Yaşanan ekonomik kriz ve üst üste yapılan akıl almaz hatalar, Türk siyasetinde taşların sert şekilde yerinden oynamasını sağlayacak gibi görünüyor. Karl Marx’ın kemikleri sızlar mı bilemiyorum ama Ankara sokaklarında 2022 ile birlikte seçim hayaletinin dolaşmaya başlayacağını söylemek güç değil. // İPLER MHP’DE Bugünün Meclis aritmetiğinde AKP’nin çoğunluğu olmadığını, MHP’nin desteği ile ayakta durduğunu hatırlamakta yarar var. Pek çok AKP yöneticisinin bu durumdan hoşnut olmadığını, zoraki nikâhın bir gün sona ereceğini herkesin bildiği anlaşılıyor. Son tahlilde yüzde 30 civarında oyu olan bir partinin, yüzde 10 barajını ite kaka aşan bir başka partinin oyuncağı gibi görünmesinin katlanılır tarafı olmasa gerek. “Seçim kesinlikle 2023 Haziran ayında” söylemlerinin, bir nefeslik açıklama ile çöpe atılabileceğini ve apar topar sandık başına gidebileceğimizi unutmayalım. Geçmişte buna benzer çok örnek yaşamıştık. Siyaset katı tahminleri kabul etmese de “5 yıl seçimsiz bir dönem geçireceğiz” açıklamalarının, bir sıkımlık canı olduğunu hatırda tutmakta fayda var.  

ALLAH AŞKINA ŞU “MAKET POLİS” SAÇMALIĞINI BİTİRELİM

Şehirler arası yollarda sıklıkla seyahat eden okurlarımın dikkatini çekmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün talimatıyla yerleşim merkezlerine uzak noktalarda yol kenarlarına konulan maket polis araçları, sözüm ona araçların hızını azaltmak ve sürücülerin daha dikkatli olmaları sağlamayı hedefleniyor. Geçenlerde sohbet ettiğim bir turizm rehberi dostum, bu maketlerin özellikle Avrupalı turistlerin çok ilgisini çektiğini, fotoğraflarını çektiklerini, sosyal medyalarında Türkiye ve Türk insanı üzerine alaycı paylaşımlar yaptıklarından söz ediyordu. Duyunca hiç şaşırmadım. Hatta “Az bile yapmışlar” dedim… Bir ülke, kamu otoritesi eliyle kendi vatandaşını ancak bu kadar küçümseyebilir ve aşağılayabilir. Geçen yaz başında Turizm Bakanlığı tarafından turistlere yönelik başlatılan ve büyük tepki çeken “Aşılıyım” kampanyasından bin beter bir aşağılama bu. “Türk insanı en belirgin uygarlık göstergelerinden biri olan hız sınırlarına ve trafik kurallarına uymaz. Onu kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde, ancak güneş paneli ile mavi-kırmızı tepe lambaları yanan maket polisler durdurabilir” demektir bu. Cumhuriyet Devrimi gibi bir medeniyet inşası üzerine kurulan Türkiye, kendi insanını bu kadar aşağılar mı? İçişleri Bakanlığı’na önerim, bu maketlerin yerine –şayet yapabiliyorsa- gerçek polis ekiplerini koymaları ve hem trafik akışını hem de asayişi daha sıkı kontrol etmeleri olacak… Görenlerin alaycı şekilde gülümsedikleri, yolları tanıyan insanların da gülüp geçtikleri bu hurda maketler; ancak eğitimsiz ve uygarlıktan nasibi almamış ülke halklarına reva görülebilir. Aklımıza, kişiliğimize ve medeniyetimize daha fazla hakaret etmeyin n’olur?  

“PROFESÖR” DİPLOMASININ DEĞERİ 65 TL Mİ?

Türkiye eğlenceli bir ülke… Hemen her gün sizi şaşırtan bir saçmalık ile karşılaşmanız mümkün… İşte onlardan biri: Yer İzmir’in en bilinen özel hastanelerinden biri... Yakın bir dostum nöroloji muayenesi için hastanenin kapısını çalıyor ve sıra numarası alıyor. SGK’ya bağlı olarak çalışan dostum, muayene olmak için katkı payı vereceğini elbette biliyor. İşte tam o sırada işlemleri yapan görevlinin ilginç bir teklifi ile karşılaşıyor: “65 TL daha fazla ödeme yaparak Profesör bir hekime muayene olabilirsiniz” İlk bakışta “Hastaların hekim seçme hakkı” olarak düşünülebilecek bu iç gıdıklayan teklif, acaba Profesör ünvanını henüz alamamış, buna karşılık hemen her gün ameliyat yaptıkları için en karmaşık vakalara bile alışkın hekimleri nasıl düşündürüyordur kim bilir? Teklife ilk bakışta anlam veremeyen, ancak o anki psikolojisi ile “Tamam madem, profesör muayenesi olsun” diyen dostumuz, muayenesini oluyor ve reçetesini alıyor. Ama düşünmeden de edemiyor: “Bir hekim, kendisine ait özel muayenehanede hastalarına takdir ettiği vizite ücreti uygulayabilir. Ancak özel bir hastanede poliklinik hizmeti veren bir profesör hekim, katkı payı ödeyeceğini bilerek gelen bir hastasından sadece 65 TL ek ödeme yapmasını istemesi, yakışık almıyor. Hekimliğin etik kurallarına uymadığı gibi, ‘Profesörlük diplomasının önemi 65 TL’ye mi karşılık geliyor’ sorusunu sorduruyor.” Bence de doğru bir soru bu… HAFTANIN SÖZÜ Beni ne zaman görmek isterseniz aynaya bakın… Siz Türk çocukları benim bir parçamsınız, ben de sizin… Mustafa Kemal Atatürk