Batıya karşı başlayan göç ve genişlemek için şehirlerin genişlemesi göçü karşılamak adına, ağaçları, tarla ve sebze bahçelerini, zeytin ve meyve bahçelerini yok edip imara açarak yerine binalar dikmey...
Batıya karşı başlayan göç ve genişlemek için şehirlerin genişlemesi göçü karşılamak adına, ağaçları, tarla ve sebze bahçelerini, zeytin ve meyve bahçelerini yok edip imara açarak yerine binalar dikmeye başladık. Yüz yıllık ağaçları kesip yerlerine beton yığını binalar dikiyoruz. Bu işlerin en büyük suçlusu ise şehrimizi güzelleştirsin diye seçtiğimiz belediye başkanlarıdır…
Belediye başkanları, tarla, meyve bahçelerini, özellikle de zeytin tarlalarını imara açmasalar, o ağaçların yerine beton yığını binaları dikmeseler, şehirler ağaçsız oksijensiz beton yığını haline gelmez. Rant peşinde koşanlarında iştahları kabarmayacaktır…
Emekli Öğretmen Bedrettin Kelştimur, haykırıyor; “Ağaçlar kesiliyor. Zeytin, meyve ağaçları, sebze bahçeleri yok oluyor şehirler betonlaşıyor” doğayı hoyratça kullanıyoruz. Gelecekte çocuklara, torunlarımıza ağaçsız beton yığını şehirler bırakacağız…
İnsanoğlunun yararlanması için yaratılan nimetlerden istifade etmesi, meyve verene ağaçları yok etmemesi ve doğayı yok edenlere karşı çıkmalıdır. Dışarıdan aldığı, ‘besinler’ vücutla bütünleşiyor!
Doğadaki, o mükemmelliği çok iyi gözlemlemeliyiz…
Kıyamet Suresi 36. Ayette de şöyle buyrulur; “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” Evet! İnsanı kuşatan dört element, ‘toprak, su, ateş, hava!’ Peygamberimiz (s.a.v.) “Kıyamet günü bile olsa elinizde bir fidan varsa toprakla buluşturun” buyurmuş…
Kimsenin doğayı kirletmeye, ormanlarımızı yakmaya, nehirlerimizi kirletmeye hakkı ve hukuku olamaz. Dağlar, nehirler, vadiler, ovalar, soluduğumuz hava, kirlenmesine izin vermemeliyiz?
Ormanlar, ‘akciğerlerimiz’ “Küresel Kirlenme” dünya da devam ederken siyasetçiler ise bu olaylara engel olmamakla ve insanları tehdit eden olayları körüklemekle büyük suç işliyorlar…
Rusya da, Çernobil Faciası, Hindistan’da, ‘Bopal trajedisi’
Romanya’da, ‘siyanür felaketi’ felaketlerin ardı arkası kesilmiyor. Avustralya da aylardır devam eden söndürülemeyen orman yangınları, ölen insanlar, evleri yok olan insanlar, beş milyon yangında yok hayvanlar, bunlar hep doğa olayı değil midir?
Havayı da, toprağı da nasıl katlettiğimiz gözlerimizle görüyoruz ama sadece seyirci kalıyoruz. Toprağımızın zarar göreceğini bilerek tarlalarda ‘anız yakmak’ katliamdır! Meyve, sebze ve hububat için kullanılan zehirler…
En büyük katliam nedir; “Sanayi atıklarının önlenemeyen katliamı.” Çevre konusunda ideolojiyi hiç düşünmedim. Çevre konusunda, siyasi yaklaşımlarda, umurumda değil. Kim olursa olsun, çevreyi katledenlerin kesinlikle karşısındayım!
Küresel ısınmanın sebeplerini biliyor muyuz? Son yıllarda giderek artan; doğal afetler, felaketler! Kasırgaya dönüşen rüzgârlar.
Canlar alan, sel felaketleri, hortumlar. Bütün bunlara, ‘doğanın intikamı mı’ diyebilir miyiz?
Rant peşinde koşanlar, onlara göz yuman belediye başkanları ve siyasetçiler, başta İstanbul, Ankara’yı ne hale getirdi. Rant peşinde koşanlar, şimdi de İzmir’i yağmalamaya ve rant elde etmeye çalışıyorlar. Marifet mi, “15 ila 25 kat arasında değişen binalar dikmek! İnsanların birbirine olan saygısı, komşulukları kalmıyor. Binalar gibi çok katlı mezarlar gördünüz mü? Topraktan geldik toprağa gömülüyoruz…
Yüksek binalar, şehirlerin önünde; bir duvar misali yükselmeye devam ediyor. Bakir kalmış İzmir’i bu yüksek bina rantçılarına karşı koruyun…